Tuzun bile baştan koktuğu bir zamanda, üzerinde anlaşabildiğimiz tek konu olan “Hukuk sistemi bitmiş” için birkaç naçizane kelam edip umudunuzu tamamen bitirmeme lütfen izin verin.
İdeallerden başlamakta fayda var. Hukuk sisteminin temeli, bir arada yaşayan insanların, birlik oluşturarak hakları ve yükümlülüklerini sistematiğe bağlamasıdır. “Toplum Sözleşmesi” olarak adlandırılan bu teoride; insanlar cezalandırma haklarını devlete devrederken, karşısında güvenlik hakkı alırlar. Elbette kanunlar sadece bu eksende değildir; ancak hepsinin yapılış amacı “Ne olduğunda ne olacağını” göstermek ve bunu garanti altına almaktır. Bu açıdan hukuk, yol ve garanti sistemidir. Devleti kuran bireyler (bakın burası çok enteresan, devlet bireyleri var etmez, bireyler devleti var eder. Buna da başka bir yazıda değinmek lazım ama sanırım toplum henüz buna hazır değil); hukuk sistemi olması gerektiği gibi işlediği sürece devlete, son tahlilde de birbirlerine güvenirler ve böylece toplum dinamikleri işlemeye devam eder. Aksi durumda; bireyler haklarını alamayacaklarsa, sorumluluklarını da yerine getirmeyi reddederler ve kurulan bürokrasi çöker. Bu açıdan baktığımızda; hukuk aslında
toplumun bir arada yaşama isteğini gerçekleştiren alandır.
Bağ kurma yeteneği
Türk hukukunun bel kemiği olan ‘orta zekalı bir Türk insanı’na göre, hukuk ile uğraşan kişinin toplumu anlama ve isteklerle genel hukuk teorisi arasında bağ kurma yeteneğine sahip olması gerekir. Bu yeteneği kazanabilmek için ise; hukuk eğitiminin temellerinin tarih, sosyoloji, mantık bilimlerini kapsaması gerekir. Böylece hukukçu ezbere dayalı değil; okuma, anlama ve yorumlama yeteneklerine sahip bir yöntem izleyecektir.
Hukuk eğitimi alan/almış kişilere sorulan ilk sorunun “Onca şeyi nasıl ezberliyorsunuz?” olması gerçek dışı değildir. Hatta soru genel olarak “Onca şeyi nasıl okuyorsunuz?” olarak gelir, çünkü eğitimi alınan ve uzmanlaşmak istenen konu hakkında kapsamlı bir okuma yapmak; Türkiye şartlarına göre deliliğe tekabül eder. Ama bu sizi, hukuk öğrencilerinin “onca şeyi” okuduğunu düşünmeye sevk etmesin.Bilmenin değil, bilmemenin erdem sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Kitabı okumak yerine, bir üst sınıfta bulunan kişinin geçen sene yazdığı notları okumak; hukuk fakültelerinde kabul gören çalışma şeklidir. Misal, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin en büyük destekçilerinden biri olan, akademinin vazgeçilmez gözbebeği Titiz Fotokopi’nin ünlü “Serhat”ını herkes bilir.
Bir hukuk duayeni olarak Serhat
Bir nesil, Serhat’ın notları ile mezun olmuştur. Serhat’ın bir hukuk duayeni olarak kabul edilmesiyle; Serhat’ın yaptığı yanlışlar “yanlış” olarak değil, doktrin olarak değerlendirilebilir. Hiç şüphem yok ki, Serhat’ın anayasa notları, Erdoğan Teziç’in Anayasa Hukuku kitabından daha çok bilinmektedir. Gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz; birkaç yıl sonra, eğer hala anayasaya ihtiyaç duyuyor olursak yeni nesil kanunlar Serhat’ın eseri olacaktır. Hirsch’in vefatından önce “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim, akıl ve Serhat’tır” dediği bile iddia edilir; bu sözü söylediğinizde gözlerde soru işareti görmeyeceğiniz hukuk fakültesi sayısı da oldukça fazladır.
Hukuk fakültesi sahibi olmak kolay
Aslında hukuk fakültesi kurmak da zor iş değildir. Eğer niyet “Hem eğitim verelim hem vakıf vergi avantajı sağlasın” ise; akademik hiçbir isteği kalmamış iki profesör, doktorasını yeni bitirmiş ve ders anlatma deneyimi olmayan birkaç yardımcı doçent, bir de üzerinde satılık/kiralık olan, tercihen iki katlı bir süpermarket ya da 5 katlı bir apartman buldunuz mu; siz de kendi hukuk fakültenizi oluşturabilirsiniz. Bundan sonra yapmanız gereken “Genç adamsın cebinde bulunsun” bursu ile öğrenci çekmek, fakülteye asgari ücrete yakın maaşla aldığınız araştırma görevlilerini derse sokmak, âdet yerini bulsun diye sınav yapmak ve 4 yılın sonunda gururla diplomalarını vermektir.
Peki bu hukuk eğitimi nasıl devam etmektedir? Öncelikle en yüksek notu veren hocanın seçmeli derslerini seçerek işe başlarız. Mesela ceza hukukunda uzmanlaşmak istiyorsak; tabii ki dersi olması gerektiği gibi işleyen ceza hukuku profesörünün dersini değil, “Bu dersi seçen zaten en azından B almayı hak eder” diyen hocanın verdiği sermaye piyasaları hukuku dersi seçilir. Hukuk fakültesinin temeli olan dersler konusunda ise biraz daha hin olmakta yarar var. Özellikle bahar döneminin sonlarında dersin asistanına “Yaz okulunda dersi kim verecek?” diye sorulur. Zira yaz okulu, öğrencinin “daha da okumak istediğini” gösterdiği yerdir, bu azmi gören hoca da yaz okulunda “zorlamayacaktır” ve hem yüksek notu alan öğrenci hem de bu olanağın karşısında elbette makul bir ücret talep eden üniversite mutlu mesut dönemi tamamlayacaktır. Devletin temelinin anlatıldığı Genel Kamu Hukuku ya da vatandaş hak ve sorumluluklarının anlatıldığı Anayasa Hukuku gibi “gerçek hayatta işimize yaramayacak” derslerden öğrencilerin neden sorumlu tutulduğu ise hala bilinmemektedir, üst akılın oynadığı bir oyun olduğu kabul edilen görüştür.
Akademik tablodan inciler
Bu noktada, gözünüzde iyice canlanması için birkaç örnek vermekte yarar var. “Mülkiyet ile zilyetliğin farkını açıklayınız” sorusuna “Zilyetlik kişiye ait olan, mülkiyet ise Allah’a ait olandır” cevabı veren öğrenci ya da “Karısını kıskançlık krizi sonunda öldürmüş adamın haksız tahrik indiriminden faydalanabilmesi için gavat olmaması gerekir” diyen öğrenci; birkaç sene içerisinde mahkeme koridorlarında koşturacaktır. Davanın “İzmir Sulh Asliye Mahkemesi’nde” açılması gerektiğini savunan öğrenci ise eğitimi bitirdiği zaman, “işin zor kısmının bittiğini” savunmaktadır. Kızıl İntikam Tugayları’nın “Birleşmiş Milletler gibi bir örgüt” olduğunu düşünen öğrencinin mi, yoksa “Türkiye’nin NATO’ya değil de Kuzey Atlantik Paktı’na üye olduğunu” söyleyen öğrenci mi daha başarılı olacaktır; heyecanla beklenmektedir. Peki sadece öğrenci mi haksız? Sizi temin ederim ki değil. Bu kadar çökmüş bir sistem için, bir bozuk çarktan fazlası gereklidir. Ayağınız alışsın, aniden kalbinize inmesin diye kolaylardan başlamakta fayda var. Akademideki hocaların kişisel kavgaları zaten malumunuz; peki bunun doktora tezi savunmasında “Orta zekalı bir Türk insanının bile ikna olmayacağı bu görüşü savunan Prof. Dr. Bilmemkim’in doktrini ışığına yazılmış bir teze geçer demem mümkün değil” diyecek kadar da ilerlediğini biliyor muydunuz? Ya da doktora yeterlilik öğrencisine alanı haricinde soru sorup, “3 hafta önce yayınlanan makalemin dip notlarına baksaydın bilirdin” diyen; “Bu konuda bana atıf yapmadan yazdığın herhangi bir tez okumama bile değer değildir” diyen?
Asistan, hocanın egosunu taşır
Hatta bakın burası çok enteresan; doçentlik tezini bir asistanına, profesörlük tezini diğer asistanına yazdıran bir akademisyenle de tanışma fırsatına nail olmuştum. Hukuk fakültesi araştırma görevlilerinin sadece bu tarz akademik angaryalarla uğraştığını düşünmeyin, idari angaryalar da bir o kadar eğlencelidir. Hukuk asistanı hoca yerine derse girer, sınav hazırlar, sınav okur, kopyadan açılan disiplin soruşturma
larını yapar, kararını yazar, hocanın yerine hocanın maaş formuna imza atar. Üniversitede konferans düzenlenecekse kendisine verilen listedeki 200 kişiyi tek tek arayıp davet eder, konferans öncesi araba ile onları ikametgahlarından alır, istedikleri saatte istedikleri yere geri bırakır, elde tepsi ile çay kahve oralet taşır, kurabiye almaya gönderilir, aldığı kurabiyelerin pek de güzel çıkmaması halinde kürsü hocasından azarını yer. Şehrin dört bir yanından hocaya kâğıt taşır, hocanın çantasını taşır, hocanın egosunu taşır.
Değerli akademi üyelerinin derse girdikleri zaman da olmaktadır elbette. Ceza hukuku dersinde “Bakın şimdi bu bayan arkadaşımızın tam şurasına dokunursam, arkasına geçip kendisine şöyle bir harekette bulunursam” diye uygulamalı ve dokundurmalı şekilde taciz kavramını anlatan hocamızın yanında, ders esnasında bir kadın öğrencisine “Senin bu üniversiteye gönderilme sebebin, babanın seni daha zengin bir adamın altına yatıracak olması” diyen hocamız da vardır, hala da görevinin başındadır.
Türk hukukunun bel kemiği olan ‘orta zekalı bir Türk insanı’na göre, hukuk ile uğraşan kişinin toplumu anlama ve isteklerle genel hukuk teorisi arasında bağ kurma yeteneğine sahip olması gerekir. Bu yeteneği kazanabilmek için ise; hukuk eğitiminin temellerinin tarih, sosyoloji, mantık bilimlerini kapsaması gerekir. Böylece hukukçu ezbere dayalı değil; okuma, anlama ve yorumlama yeteneklerine sahip bir yöntem izleyecektir.
Tacizlerin üstü itinayla örtülür
Yüksek lisansa kabul için kendisiyle bir akşam yemek yenmesini isteyen hocanın devamı, “Sen bu kadınlardan daha güzelsin ve o kıyafetler sana daha çok yakışır” diye mesaj atan hocadır, öğrenebildiğimiz kadarıyla son radde öğrencisine utanmadan sıkılmadan ters ilişki teklif eden hocadır. Bunlar öğrenebildiğimiz kadarıyladır; zira bu tür münferit olayların üzeri genel olarak rektörlüklerce kapatılmaktadır.
Gönül isterdi ki size bu yazıda hukuk fakültesinde toplumsal cinsiyet, ayrımcılık, sosyal haklar, gibi bilgilerin eksikliğinden; iyi bir hukukçunun TCK md 105’in ne olduğunu kafadan söyleyebilmesindense yaratıcı muhakeme yeteneğinin öneminden bahsedebilseydim. Ancak savunma çizgimiz artık çok geride. Yapabileceğimiz tek şey ise; bugünün öğrencilerinin yarının hukuk insanları olacağı önümüzdeki 20 sene içerisinde haklarımızı bilmek ve “Çarpmaya hazırlıklı olun” ikazını beklemek.