Büyükşehirlerde yaşayanlardan başlayan ve artık tüm yurttaşları ilgilendiren bir konu olduğunda şüphe olmayan bir sorun: Konut Krizi. Kira krizi, barınma krizi, kent krizi, iklim krizi, ekonomik kriz.. Bu birbirine bağlı zincirin halkalarından belki bir büyük olanı belki bir üst bağda olanı belki de rengi daha görünür olanı, konut krizi. Ve nihayet yaşamanın bir kriz haline gelmesi yani zincirin tamamının her yerimize dolanması, düğümlenmesi.
Konut krizinin artışına dair veriler haritalaştırılsa, Covid-19 pandemisindeki ilk risk haritasından riskin en yüksek ve en yaygın olduğu haritaya doğru bir geçiş benzetmesi yerinde olabilir ülkemiz için. Bu sorun üç, beş noktadan tüm ülkeye yayılmaktayken siyasi iktidarın politikaları özelinde konuyla en ilgili olması beklenebilecek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “kampanya”larına bir bakmak isterim bu yazıyla. Hatta yeri gelmişken kampanya kelimesi ile başlayayım.
Sözlükte iki ayrı tanımı var kampanya kelimesinin:
1. Politika, ekonomi, kültür vb. alanlarda belirli bir süredeki etkinlik dönemi
2. Tüketiciyi özendirmek için belli sürelerde düzenlenen indirimli veya taksitli satış
İlk anlamıyla kullanımı amaçlanmış olsa hiçbir itiraz söz konusu olmayacak. Ancak “kampanya” içeriklerine bakıldığında kampanya kelimesinin yukarıdaki ikinci tanıma uygun şekilde kullanıldığı maalesef çok açık. İşin sonunda olan şu ki; bir kamu kurumu, tüketiciyi özendirmek için belli sürelerde indirimli veya taksitli satış düzenliyor.
Bu bahsi fazla uzatmak istemem ancak kullanmayın şu kelimeyi! İdari bir kurumun kampanya kelimesi adı altında muhteşem fikirler bulmuş ve bu fikirlerle halkımızı büyük bir dertten kurtaracağını Jet Fadıl ‘vizyonuyla’ anlatması, her yerde boy boy afişler astırması, reklamlar yayınlatması olacak iş mi? Sizin baktığınız yerden olacak iş elbette. Peki baktığınız yere doğru gidelim o zaman.
2022 yılının eylül ayında “İlk Evim İlk İş Yerim” isimli bir kampanyanın duyurusu yapıldı. Hatta bizzat Cumhurbaşkanı açıkladı bu kampanyayı. O zamanlar (seçimden önce) “iyi gibi” olan haberleri kendisi veriyordu. Seçimden sonra bu durum değişti sanırım. ‘Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sosyal Konut Projesi’ olarak duyurulan bu projeyle 2028 yılına kadar 500.000 sosyal konut üretileceği ve bunların 250.000 tanesinin de iki yıl (önemli bir kısmı geride kaldı bu sürenin) içerisinde üretileceği söylenmişti. 2+1 konutların fiyatı 608.000, 3+1 konutların fiyatı da 850.000 TL olarak belirlenince o günün koşullarında dahi oldukça uygun bu fiyatlarla, “kampanyaya” elbette yoğun bir başvuru oldu. Ve ara ara büyük bir keyifle duyuruldu bu başvuru sayısı.
– 3,5 milyon kişi başvurdu.
– Başvuru sayısı 5 milyona yaklaştı.
– İlk Evim İlk İş yerim kampanyamıza 8 milyon başvuru oldu.
Sonra kuralar yapıldı vs. vs. … Sonra ne oldu? Kimsenin hakkını yemeyelim henüz verileri göremesek de yapılmıştır veya yapılacaktır muhakkak bir yerlerde birkaç ev, dükkan filan. O değil asıl soru. Konut krizi ne oldu bu aşamada? “Böylesine devasa bir yatırım ülkenin tamamında ev ve kira fiyatlarını düşüreceği gibi, vatandaşlarımızın konuta erişimini de kolaylaştıracak.” denilen proje gerçekten ev ve kira fiyatlarını düşürebildi mi?
Düşürmedi tabii çünkü bir “felaket” yaşandı. 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında “İlk Evim İlk İş Yerim” kampanyasına ara verildi.
Gerçekten böyle bir cevap verilebilir mi bu soruya? Ama hadi kabul edelim bu cevabı ve devam edelim.
Sıradaki “kampanya”yı birçoğunuz daha kolay anımsayacaktır: “Yarısı Bizden”.
‘İstanbul’da Yüzyılın Dönüşümü’, ‘1.5 Milyon Konutluk Tarihi Dönüşüm Başlıyor’ gibi sloganlarla duyurulan bu kampanya ile de ilk yıl yerinde 200.000, rezervde 100.000 konutun dönüştürülmesi, 5 yıl içerisinde yaklaşık 1 milyon bağımsız bölümün dönüştürülmesinin hedeflendiği söylendi. Tesadüf o ki İstanbul’da Yüzyılın Dönüşümü, 14 Mayıs seçimlerinden hemen önceye denk geldi. Kampanyalar birbirine girdi, seçim kampanyasına dahil oluverdi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “Yarısı Bizden” kampanyası. Bu kampanyanın öncelikle İstanbul’da başlatılıp önümüzdeki süreçte 7 bölgeye de yayılacağı söylendi. 7 bölgeyi uyaralım, şimdiden hazırlasınlar başvurularını, çünkü bir önceki kampanyada başvuruların yaratmış olduğu coşku bu kampanyada da kendisine yer buldu.
- Rekor başvuru – Şu ana kadar 41 bin 422 kişi başvurdu.
- 604 bin bağımsız birim için 123 bin 14 başvuru oldu, harikasınız İstanbul.
- 709bin bağımsız birim için 155 bin başvuru yapıldı, iyiyiz gayet iyi.
Bu kadar coşku ve sayının içinde adı “Yarısı Bizden” olan bir kampanyada ‘yarısı ne kadar yapıyor?’, ‘bunun maliyeti nereden geliyor kime gidiyor ?’, ‘neye göre yapılıyor tüm bu hesaplar? gibi sorular duyulmadı, cevaplar havada kaldı.
Tüm bu sayı, başvuru, rekor fetişine gülüp geçemeyeceğimiz bir nokta var. Ucuz, yaşanabilir, afete dayanıklı konut ihtiyacına karşılık veremeyen hatta o ihtiyacı uyguladığı tüm politikalarla körükleyenler, tüm bunlar olmamış gibi kredi, vade, taksit, faiz gibi enstrümanları da dahil ederek o ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını istismar ediyor. İhtiyacı karşılamaya yönelik bir “kampanya” açıklanıyor ve bu kampanyaya yapılan başvurular, başvuru sayıları bir başarıymış gibi gösterilmekten de hiç utanılmıyor. Yurttaşların böyle bir ihtiyacı neden oluştu? İktidarları boyunca bütün bir ekonomiyi inşaata yönelten AKP’nin, afete dayanaksız konut stoğunda hiçbir sorumluluğu olmayacak aksine başı sonu belli olmayan “kampanyalar” ile halkın ihtiyaçlarını istismar edip, yalnızca başvuru sayıları üzerinden kendisine bir başarı çıkaracak öyle mi? Değil, buna inandıramazsınız kimseyi.
Bir an önce konut konusunda da rasyonel politikalara geçilmelidir. (Şaka)
Siz rasyonel olduğunu düşündüğünüz şeyler yapmayın lütfen, konut fiyatları ve konut kiraları zaten oldukça yüksek.
Gelelim yalnızca deprem bölgesindeki yurttaşlara açık olması sebebiyle kampanya değil proje kelimesinin kullanıldığını düşündüğüm (biraz saf düşünüyor olabilirim, bu projede diğer kampanyalardan farklı olarak kısmi hibe de sağlandığı için proje kelimesi seçilmiş olabilir) ancak yine de başvuru sayısı fetişine devam edilen “Yerinde Dönüşüm” projesine. Burada depremzedeler var, bu kez şu sayı fetişini bir kenara bırakalım, ayıptır; henüz yakınlarını kaybetmiş, temel ihtiyaçlara ulaşımda hala zorluklar yaşayan bu insanların konut ve barınma ihtiyaçları üzerinden bir coşku devşirmeyelim bize yakışmaz gibi bir hassasiyet yalnızca kampanya kelimesinin kullanılmaması ile sınırlı kalıyor olacak ki yapılan açıklamalarda aşağıdaki cümleler ve benzerleri kullanılmaya devam ediliyor.
- Deprem bölgesindeki şehirlerimizi yeniden ayağa kaldıracak “Yerinde Dönüşüm” projemize 8. günde başvuru sayısı 100.000’i buldu.
Bu müracaatların 86 bin 833’ü konut ve 13 bin 167’si iş yeri şeklinde gerçekleşti.
- Başvuru sayısı bugün öğle saatleri itibarıyla 146 bine ulaştı.
Burada, bugünlerin gözde siyasetçisi Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi yaptığı ”Depremzedelere Toki Konutlarını Ücretsiz Vereceğiz” açıklamasını hatırlatmak isterim:
“Bir binanın yapımı için 23 imza gerekiyor. 23 imzanın hiçbirisinde konut ve dükkan sahibinin imzası yok, tamamı kamu. Bu güveni kamu veriyor. Şimdi diyorlar ki ‘Size yer vereceğiz ama sizi borçlandıracağız, 20 yıl ödeyeceksiniz.’ Benim ne günahım var, o imzaları ben atmadım. Şimdi depremzedeyi borçlu çıkarıyorlar. Bütün vatandaşlarıma sözüm sözdür, herkesin anahtarını teslim edeceğiz, 5 kuruş almayacağız. Eğer bir helalleşme olacaksa, anahtarı teslim edeceksiniz, özür dileyeceksiniz. Eve ruhsat veriyorsun, herkes geliyor, bakıyor. ‘Sana ev yapacağım, bana parasını ver.’ Kimin kusuru varsa, kusuru giderecek olan odur. Vatandaşın devlete değil, devletin vatandaşa borcu var.”
Bir türlü ikna olunmayan, inandırıcı bulunmayan bu açıklamanın dayanağının, Anayasa’nın 125. Maddesindeki son fıkrada yer alan “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmü olduğu anlaşılıyor. Bu açıklamanın genel ve basit kaldığı söylenebilirse de ilkelerin bu denli ezildiği bir ortamda bir adayın anayasa hükmünü dayanak alarak bir politika açıklamasıyla kafa bulunması, hele ki bu kadar malzeme varken ilginç bir durum. Sağlık olsun.
Konumuza dönecek olursak, elde var: afete dayanıksız konut stoğu, işçisiden (CEO’lar da dahil) memuruna aldıkları ücret ne konut edinmeye ne konutunu yenilemeye ne de kiraya yetebilen bir halk ve en kötüsü de konut krizinin çözümüne dair politikalar üretemeyen yönetimlerimiz.
Afete dayanıksız konut stoğunu dayanıklıya çevirmek ve konut kiralarının yükselişini durdurmak; yurttaşlara ucuz, yaşanabilir konutlar sağlayamamak birbirinden bağımsız problemler değiller. Problemlerin çözümleri de problemlerin kendisinden daha yakın hatta birler. Yurttaşı, tüketici olarak görüp, tüketicilere yönelik kampanya düzenleyerek bir de bankaların gönlünü hoş etmek için krediyi de işin içine alıp kura gibi yöntemlerle şanslı tüketicileri (bahtsız yurttaşları) bulmanın bu krize bir çözüm üretmediğinde hemfikir olmamız, yeterli dersi çoktan almış olmamız gerekir. Niyet iyi olursa yöntem ve enstrüman bulmak kolay. Niyette ortaklaşmak için de öncelikle rant bahsini unutmamız gerekiyor. 6 Şubat’ın üzerinden 6 ay geçti, 17 Ağustos’un yıldönümüne 10 günden az bir süre var. Başka bir unutulmaz tarihe ne kadar yaklaştığımız ortadayken klişe ama gerçek ‘kaybedecek vaktimiz yok’. Üzerinize alınmıyorsanız bir de şunu ekleyeyim: kaybettirecek vaktiniz de yok.
Ozan ÖRSEL