Türkiye uzun zamandır hukuk devletinden uzaklaştı. Hak ve hukuk arayışı ‘nafile’ bir çaba olarak görülüyor. Her geçen gün durum biraz daha kötüye gidiyor. Yapılanlara hukuk penceresinden bakmak, bu çerçeveden açıklamalar yapmak mümkün görünmüyor. Bir akıl tutulması yaşanıyor dersek abartmış olmayız. Türkiye bir kabile devletine dönüşmüş gibi hissediyoruz. Çünkü sadece kabile devletinde, kabile reisleri istedikleri gibi davranırlar.
Son bir ay içinde yaşananlara bakalım;
Parasını verir tutuklarım
- Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu bireysel başvuru hakkını kullanan Can Dündar ve Erdem Gül için “hak ihlali” kararı verdi. Cumhurbaşkanı “uymuyorum, saygı duymuyorum” dedi. Arkasından Adalet Bakanı ve hükümet yanlısı basın izahı mümkün olmayan bir üslup ve öfkeyle kurul üyelerini linçe kalkıştılar.
- Keşke burada kalsaydı her şey. Öyle olmadı maalesef. Önce Cumhurbaşkanı alt mahkemeye Anayasa Mahkemesine uymama çağrısı yaptı. Direnme çağrısı yaparken savcıya itiraz talimatı verdi. Tutuklanmanın ardından AİHM’e giderlerse “en fazla tazminat ödenir” beyanında bulunarak hiçbir kural ve yasayla bağlı olmadığını deklare etti.
- Adalet Bakanı ve Başbakan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını ortadan kaldıracak veya işlevsiz hale getirecek bir düzenlemeyi meclise getirmeye hazırlandıklarını duyurdular. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu açan düzenlemenin ardından henüz birkaç yıl geçmişken, ‘sırf siyasi iktidarın talimatlarını yerine getirmiyor diye’ değişiklik yoluna gitmek, siyasi iktidarın tesadüfen dahi verilen hukuk devletini duyumsatan kararlara tahammülü olmadığını gösterdi.
- Nitekim Anayasa mahkemesinin anılan kararını açıkladığı gün “üstün zekâsına daha önceki tapeler- den şahit olduğumuz Bilal Erdoğan” ifadesini bir yazısında kullandığı ve bu ifadenin Bilal Erdoğan’a hakaret olduğu gerekçesiyle BirGün Gazetesi yazarı Seray Şahiner’e ceza verildi. Seray Şahiner’in ifadesinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendi- rilemeyeceğine karar veren mahkeme bu ülkenin yargı sistemindeki çürümenin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Bilindiği gibi ifade özgürlüğü, aynı zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden düşünceler için de geçerlidir. Demokratik kural ve ilkelerden tahayyül sınırlarını aşacak kadar uzak düşülmüştür.
Yargı askıda kayyum devrede
- 2007’de TMSF Sabah-Atv’ye kayyum atamış ve akabinde ülkenin en büyükbaşın kuruluşlarından biri AKP hükümetinin vesayetine geçmişti. Bugün Sabah-ATV medya grubunun hangi yaban ellerde nasıl bir işlev gördüğü herkesçe malum.
- Ardından ipek Koza Holding’e kayyum atandı. Çok geçmeden Kaynak Holding’e ait milyarlık şirketlere, tv kanallarına ve gazetelere aynı yöntemle el konuldu. Bu milyarlık şirketler kayyum yönetimi altında iflas ettirildiler.
- Son olarak ülkenin en çok satan Zaman Gazetesi’ne de İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine kayyım atandı. Eş zamanlı olarak Boydak Holding’in üst yönetimi yine ‘paralel’ operasyonu nedeniyle gözaltına alındı ve tutuklandılar. Birkaç gün ardından Gaziantep’te, bünyesinde 7000 işçi çalışan Nak- san Holding’e aynı gerekçeyle operasyon yapılarak yöneticileri derdest edildi.
- Kayyum kanunlara göre sadece belirli işleri görmek veya mal varlığını yönetmek için görevlendirilir. Yukarıda anılan uygulamalara bakıldığında öncelikle kayyumlar yayınların muhalif yapısını yok ediyor ve şirketler iflas ettirilerek yandaşlara peşkeş çektiriliyor. Dünyada bir benzeri olmayan bu uygulamaların sonuçlarına bakıldığında amacın sadece muhalif kesimleri bertaraf etmek olduğu anlaşılıyor. Sulh Ceza hakimlerinin siyasi iktidarın adeta tetikçisi olduğunu gösteren sayısız uygulamalarından yeni örnekler sergileniyor.
- Anayasanın 30. Maddesi dikkat çekicidir. Madde “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz” hükmünü barındırmaktadır. Anayasa uymayan hakim ve savcılara kim ‘hukukçu’ diyebilir ki?
AKP herkes düşman
- Cumhurbaşkanı HDP’yi kastederek “bu partinin yöneticilerinin bedelini ödemesi gerekir diyorum. Dokunulmazlık zırhından bunları sıyırarak bedelini ödemeli. Parlamento gerekeni yapmalı ve bunların dokunulmazlıklarını kaldırmalı bedelini ödetmeli” demişti. AKP hükümeti bu beyanı talimat olarak algıladı ve dokunulmazlık fezlekelerini meclise taşıdılar.
- Özetle AKP iktidarı muhalif olarak nitelendirdiği herkesi düşman olarak kodlayıp, bu düşmanı yok etmeye çalışan bir yapı haline dönüştü. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda kendine ketum davranan, yüzyılın yolsuzluk vakalarını bir bir kapatan AKP yönetimi, sadece muhalif olanların dokunulmazlıkları gündeme getirerek, kurdukları otoriter sistemin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmak istiyor.
- AKP yönetimi sarayın duvarları arkasına gizlenerek sorgulanmak ve hesap vermek istemiyor. Dokunulmazlıkların sadece belli milletvekilleri için kaldırılması bir gözdağından ibaret algılanamaz. Dokunulmazlıkların kısmen kaldırılması siyasi niteliğini ortaya koyuyor. Oysa dokunulmazlıklar siyasi faaliyetin güvencesidir. İşlenen yolsuzluk, cinayet, tecavüz, dolandırıcılık gibi suçlardan milletvekillerini muaf tutmak için değil. AKP yönetimi vekillerini bu yüz kızartıcı suçlardan dokunulmazlık zırhıyla korurken, asla yapılmaması gerekeni yapıyor. Dokunulmazlıkları siyasi şantaj malzemesi olarak kullanıyor ve muhaliflerini bu yolla iğdiş etmeye çalışıyor.
Bir gün mutlaka
- Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yurdun birçok yerinde yürüyüş ve mitingler ‘güvenlik’ gerekçesiyle yasaklandı. Kadına şiddeti protesto eden kadınlar bizzat devleti temsil ettiğini ifade eden kolluk kuvvetlerince şiddete maruz bırakıldılar.
- Son 10 yılda çığ gibi büyüyen kadın cinayetlerini, ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddet sarmalına isyan etmek isteyen kadınlar kameraların önünde coplandı, gaza boğuldu, Tornaların basınçlı sularıyla yerlerde sürüklendiler. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için sokağa çıkanlara plastik mermilerle cevap verdiler ve bazılarını gözaltına alarak bu ülkede demokrasinin, hukuk devletinin kırıntısı kalmayacağını dünyaya ilan ettiler.
- Yasaklar sadece basın özgürlüğünü, hakim güvencesini, can ve mal güvenliğini değil, yasaklar insana dair tüm güvenceleri tehdit eder boyuta ulaştı. Toplantı ve gösteri hürriyeti, sokağa çıkma hürriyeti, düşünme ve düşündüklerini ifade hürriyeti topyekûn siyasi iktidarın saldırısı altındadır.
- Hilafetin kaldırılışının 92. Yıl dönümünde Ankara’da ‘Hilafet Konferansı’ düzenlenmesi ve bu konferansta yeni bir İslam devletinin kurulacağının ilan edilmesi hukukun, anayasanın ve özgürlüklerin neden rafa kaldırılmak istendiğini açıkça ortaya koyuyor.
- Bilindiği gibi özellikle Güneydoğu illerinde sokağa çıkma yasakları valilik kararlarıyla uygulamaya koyuluyor. Oysa valiliklerin bu şekilde görevlendirilmesi hukuk ve siyasi çevrelerde ciddi tartışmalara yol açıyordu. Anayasa’da ifade bulan temel hak ve özgürlüklerin güvenlik zirvesinde ” her ile özel güvenlik adı altında yaratılan süper valiler” eliyle askıya alınması tartışmaları sona erdirdi ve bu ülkede göstermelik hukuka da nokta koydu.
Yukarıda sadece bir ay içinde gerçekleşen olayların bir kısmını değerlendirirken bu ülkede hiç kimsenin hukuk güvencesinin kalmadığını üzülerek gözlemekte olduğumuzu, yaşananlara artık hukuk ve adalet penceresinde bakılamayacağını vurgulamak istiyoruz.
Kabile Devletinin Hukuku’nu evrensel hukuk normlarıyla değerlendirme ve yorumlama imkânı yoktur. Kabile Devletinin Hukuku kendi kurum ve kurallarına uymayan bir zorbalık düzenidir. Para ve iktidar sahibi olanların halkı kafasının estiği gibi yönetmeye kalktığı zulüm düzenidir.
İşte bu nedenle her zorba yönetim bir gün mutlaka mazlumların direnişiyle yıkılır.
Bugün ya da yarın ama bir gün mutlaka…