Mecliste Bir Eksik Var.
Bir süredir “Yapıyorum çünkü yapabiliyorum, e neden yapmayayım?” ilkesiyle yönetilen ülkemizde bu ilke doğrultusunda bir kanun çıkarıldı, 8 kasım itibarıyla TBMM Genel Kurulunda kabul edilen ve 9 Kasım 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan: Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun. Bu kanun, başta 6306 sayılı Kanun (son değişikliklere kadar içinde hiç kentsel dönüşüm kavramı geçmemesine rağmen Kentsel Dönüşüm Kanunu olarak bilinen kanun) olmak üzere Tebligat Kanunu’ndan, İdari Yargılama Usulü Kanunu’na kadar birçok kanunda değişiklik içeriyor.
6 Şubat depremlerinden hemen sonra başlayan kentsel dönüşüm tartışmaları, yasa değişikliğini gündeme getirdi ve mevcut duruma geldik. Sessiz, sedasız ve ani oldu belki bu yasa değişiklikleri. Bir nevi arada kaynadı da diyebiliriz. Nitelikli, güçlü bir itiraz yoktu, varsa da görülmedi, duyulmadı denilebilir sanırım. İtiraz edilecek bir şey olmadığından mı yoksa kurultay, değişim filan derken herkesin çok yoğun olduğu bir döneme denk geldiğinden mi öyle oldu? Belki de büyük kitleleri ilgilendiren bir durum olmadığı düşünüldü. Tam da böyle dönemlerde ezberler, hayat kurtarıcı olabiliyor tabii. Ezberden söylemlerin herhangi bir itiraz niteliği olmuyor ama olsun günü kurtarıyor yine de. İtirazlar, dinamik nitelik taşıması gerektiğinden ezbere göre daha fazla mesai gerektirdiğinden olacak ezberlere çokça başvurulan bir dönemdeyiz. Ancak başka birileri bu konulara mesai harcamış ki böyle kapsamlı bir değişiklik geldi TBMM’ye ve iki buçuk saat gibi kısa bir sürede komisyondan geçti, genel kurulda kabul edildi ve yasalaştı bile. Hepimize kolaylıklar diliyorum.
6306 sayılı Kanun “tıkır tıkır” işlerken, zaten rantı yüksek yerlerdeki binaların büyük bölümü yıkılmış yeniden yapılmışken neden böyle bir değişikliğe ihtiyaç duyuldu, nereden çıktı bu maddeler? 6 Şubat depremlerinden sonra sorumluluk ve suçun bir bölümü, kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkan kişilere atıldı. Ortada hakkaniyetli, adil, şehircilik ilkelerine uygun bir kentsel dönüşüm projesi varmışçasına, bu suçlamanın arkasında kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Yeteri kadar oluşturulmuş olacak ki hemen zaten oldukça radikal düzenlemeler içeren 6306 sayılı Kanun’un daha da sivriltilmesine ihtiyaç duyuldu. Çünkü ülkemiz bir afetler ülkesi, can güvenliğinden öte hiçbir şey yok, hızlıca kentsel dönüşüm yapılarak binalar dayanıklı hale getirilmeli, kimsenin gözünün yaşına, bahanesine bakılmadan kentsel dönüşüm yapılmalı… Bu değişikliklerin zamanlamasının, halihazırda rant olan yerlerdeki dönüşümün neredeyse sona ermesiyle ilgisi var mıdır? Tesadüf diyelim.
Bir kanunda bu kadar kapsamlı değişiklikler yapılmasının yaşanan sorunlara karşılık çözümler getirmesi beklenir. Nelere çözüm getiriyor bunca değişiklik? Yurttaşların sağlıklı bir çevrede yaşamasını, depreme dayanıklı konutlara erişebilmesini sağlayacak mı bu düzenlemeler? Zaman zaman karşılaştığımız zorla tahliye görüntülerinin önüne geçebilecek mi? Tozkoparan, Fetihtepe, Tokatköy mahallelerinde yurttaşların yaşadıklarının başka mahallelerde tekrarlanmamasını sağlayacak mı? Şahintepe mahallesindeki gibi yurttaşların bir sabah uyandığında tapulu taşınmazlarının kilometrelerce öteye taşınmasının ve hisselerine bir anda kamu kurumlarının ortak olmasının, mahallede hukuka aykırı şekilde yetkilendirilen şirket tarafından başlatılan kentsel dönüşüm uygulamasına katılmadığı için evi satılan ve sabaha karşı yüzlerce polisin evlerini tarumar etmesinin önüne geçecek mi herhangi bir madde? Yurttaşların sorunları bunlardı ama bunlara dair herhangi bir çözüm getirilip getirilmediğine bazı maddeler üzerinden bakalım.
- En dikkat çekici değişikliklerden birisi deprem bölgesine ilişkin. Bu değişikliğe göre 6 şubattaki depremler sebebiyle genel hayata etkili afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, hasar tespit raporlarına dayalı olarak tesis edilen idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında yargılama hızlandırılıyor, süreler kısaltılıyor, yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilen kararlara itiraz edilemiyor. İdari işlemi doğru uygulamak yerine, o işleme yapılabilecek itiraz yollarını daraltmak, kesmek çok akıllıca.. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun özünü delik deşik eden bu düzenleme için ise gerekçe elbette çok daha akıllıca: deprem bölgesindeki hayatın normale döndürülmesi. Hukukun hayatı yavaşlattığı düşünülüyor olmalı bu düzenlemeyi hazırlayan kişiler tarafından. Naçizane, aslında çekişmeyi doğuran şeyi yani hukuka aykırılıkları hedef almalarını tavsiye ederek diğer maddeye geçelim.
- 16.10.2023 tarihinde kurulan ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 6306 sayılı kanuna dair yetkilerinin önemli bir kısmını kullanabilecek olan aslında bu yüzden de kurulmuş olan Kentsel Dönüşüm Başkanlığına dış borcun tahsisi imkanı getiriliyor. Yine Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın kullanımında olan 6306 sayılı Kanun kapsamındaki gelir ve giderlerin toplandığı dönüşüm projeleri özel hesabının ve tahsis edilen dış borçların harcamalarının denetiminin doğru düzgün yapılmasını dileyerek sonraki düzenlemeye bakalım.
- Kamuoyuna en fazla yansıyan değişikliklerden birisine geldi sıra. “Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar” şeklinde tanımlanan Rezerv Yapı Alanı’nın artık yeni yerleşim alanı olarak kullanılmasına gerek olmayacak, bu ifade tanımdan çıkarılıyor. Yani rezerv yapı alanları artacak, bununla hedeflenen muhtemel sonuç şu olmalı; bir tane yazışma ile belirlenen ve kanun kapsamındaki uygulamalarda mülkiyetten plan yapımına kadar varan geniş yetkilerin kullanımının Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nda olduğu alanların arttırılması, yerel yönetimlerin yetkilerinin daraltılması hatta neredeyse sıfırlanması. Bir süredir fiilen yapılan ve nadiren mahkeme kararlarına takılan bu durum da yasal hale getiriliyor böylece. 6306 sayılı Kanun’un ilk zamanlarında sıkça kullanılan riskli alan kavramının tarihe karışacağını söyleyebiliriz böylelikle.
Belediyelerin yetkisinin daraltıldığının, yalnızca buradaki rezerv alan tanımının değiştirilmesi üzerinden görülmesindeki eksikliğe de değinmek isterim burada. Yalnızca rezerv yapı alanı kavramı tanımı üzerinden müdahale edilmiyor yerel yönetimlerin yetkisine. 16.10.2023 Tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nı kuran kanundaki değişikliklerin zamanlama olarak öncülü, esas bakımından ardılı bir düzenleme ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesindeki kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilanına ilişkin gerekli hazırlık işlemlerini yürütme yetkisi Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na verilmiş. Böylece kentsel dönüşüm uygulaması yapmak için tüm yollar Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na bağlanıyor. Kentsel dönüşümde yerel yönetimlerin etkisini gözardı eden, kanunun bütününe uygun bu merkezci bakış yurttaşların sorunlarının ve kentsel dönüşüm kavramının zehirlenmesinin asıl sebebi olmasına rağmen aynı yoldan yürümeye devam ediliyor hem de yol genişletilerek ve başka kimsenin de oradan geçmesine izin verilmeyerek.
- Riskli yapıların tespiti(karot alım işlemi) ve tahliyesi işlemlerinin engellenmesi durumunda Başkanlıkça/İdarece talep edilmesi halinde, mülki idare amiri tarafından verilecek yazılı izne istinaden yeterli kolluk kuvveti marifetiyle kapalı kapıları/alanları açmak veya açtırmak suretiyle bu işlemlerin yapılacağı da yeni değişikliklerimiz arasında. Zorla tahliye görüntülerine bir de zorla riskli yapı tespiti yapılması görüntüleri eklenecek böylece. Depreme dayanıksız yapılarda oturmanın yurttaşların zorunluluğu olduğunun unutulduğu, yurttaşları eski ve depreme dayanıksız yapılarda oturmaktan keyif alan aşağılık cinsli varlıklar olarak gören bir anlayışın ürünüdür bu değişiklik. Konutu piyasalaştıran politikaların barınmayı olanaksız hale getirdiği bir ülke değil mi burası? Sizin kiralardan, konut fiyatlarından, inşaat maliyetlerinden haberiniz var mı? Varsa ve riskli yapılarda oturan yurttaşların evlerini riskli olarak belirleyip tahliye etmek, yıkmak için gözünüzü anayasayı ihlal etmek uğruna(bugünlerde alışkanlık yapmış olmalı) bu kadar kararttıysanız, o yurttaşlar için çözümünüz nedir? Nerede bu depreme dayanıklı, yaşamaya elverişli, erişilebilir konutlar?
Kısa bir ek yaparak diğer maddeye geçeyim; riskli yapı tespit, tahliye ve yıktırma işlemleri zorla yapıldı diye masrafları sizden alınmayacak diye bir şey de yok elbette, hisseleriniz oranında tahsil ediliyor sizden. Bu alacak kalemine “yıkılmış evin borcu” ismi verilirse, aklımızla alay edilmemiş hiçbir nokta kalmaz gibi geliyor.
- Rezerv yapı alanı ilan edilerek imara açılan tescil dışı alanlar da bu kapsamlı değişiklikte unutulamazdı elbette: “Bu kanuna göre uygulamada bulunulan alanlarda yer alan veya Başkanlıkça bu kanun kapsamında kullanılmak üzere belirlenen tescil dışı alanlar, tapuda Hazine adına tescil edildikten sonra Başkanlığa devredilir veya Başkanlığın talebi üzerine TOKİ’ye ve İdareye bedelsiz olarak devredilebilir.“ Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana, ormanlar da ranta ve iyi ihtimalle konuta dönecek yurdumda.
- Ruhu, özü delik deşik olan bir diğer kanun: Tebligat Kanunu. Çünkü artık tebliğ yerine kaim olmak üzere kapınıza bir şeyler asılabilir okumadan geçmeyin, ara ara gidin muhtarınızı ziyaret edin panosundakileri iyice bir okuyun, bir de yine e-devlet üzerinden gelen bildirimleri de sürekli kontrol edin veya çoluğunuza çocuğunuza tembihleyin onlar kontrol etsinler. Çünkü eviniz riskli olarak tespit edilmiş, tahliye edilecek, yıkılacak veya satılıyor olabilir. Bu yasanın uygulamasında öyle tebligat zarfının dönmesi filan beklenecek değildi tabii, lüzumsuz hak arayışlarınızın aracı olan mahkemelerin lüzumsuz tebligatları mı sandınız siz bunları? Eskisi gibi uzun süre memlekete, tatile gitmek filan yok artık, döndüğünüzde eviniz yıkılmış, satılmış ve bambaşka birileri oturuyor olabilir. Artık size ait olmayan o yer size ait olmasa da tedirgin olmanıza hiç gerek yok çünkü depreme dayanıklı.
- Yine fiilen yapılmaya çalışılan bir durumun yasalaştırılması fikrinin ürünü bir düzenlemeye geldik. “Gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince mülkiyetlerindeki taşınmazların rezerv yapı alanı olarak belirlenmesi talebinde bulunulabilmesi için; bu taşınmazların yapılaşmaya esas arsa metrekaresinin yüzde otuzunun mülkiyetinin devrine muvafakat edilmesi veya aynı miktarın değerinin dönüşüm projeleri özel hesabına gelir olarak kaydedilmek üzere Başkanlığa verilmesi gerekir.” Müteahhitlerin kanun kapsamında yaptığı projelerin rantından kamu kurumunun pay alması gibi duran bu düzenleme ilk okunduğunda kötünün iyisi gibi geliyor. Ancak rezerv yapı alanı ilanından sonra plan yapma yetkisinin Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na geçtiğini düşünürsek, müteahhitlerin bu yüzde otuzluk payı uygulama yapılacak yerde yapılacak imar artışından karşılama amacıyla burada imar artışı yaptırmak için ellerinden geleni yapacaklarını öngörebiliriz şimdiden. Sonrasını öngörmek de kolay ama belki ek bir düzenlemeyle bunun önü kesilir diyerek Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na veya yetkisi devredeceği kuruma kolaylıklar dileyelim ve en çok konuşulan maddelerden birisine gelelim.
- Riskli yapının yıkılmasından sonra arsa haline gelen taşınmazın ne şekilde değerlendirileceğine(müteahhitle anlaşma vs.) hisseleri oranında üçte iki çoğunluk ile karar verilmesini ifade eden üçte iki kuralı, salt çoğunluğa indirildi. Hatta yine meclis tutanaklarına baktığımızda bu teklifin muhalefetten gelmiş olduğunu bundan ötürü de büyük mutluluk duyulduğunu görüyoruz. Neye dayanarak bu teklif hazırlandı ve kabul edildi gerçekten merak ediyorum. Örneğin bu kuralın bir tehdit olarak kullanıldığını söyleyen bu yüzden kendileri aleyhine olsa da teklif edilen sözleşmeyi imzalamak zorunda kalan yurttaşlarla mı yoksa o anlaşma şartlarını onlara zorlayan ve bu kuralı lehlerine kullanan, üçte ikiden salt çoğunluğa indirerek kendileri için işleri kolaylaştırmak isteyen müteahhitlerle mi konuşuldu? Teklifin yasalaşma aşamasında ve yasalaşmasından sonraki beyanlara, beyan sahiplerine hızlıca bakınca yanıt ortaya çıkıyor. Pollyanna bakışımızla devam edelim ve bu kuralın kaos yaratmamasını dileyerek sona doğru gelelim artık.
- Zamanında bir bakanımızın mahkeme kararlarının yapılan işlemlerin arkasındandan gelmesini öneren kamu görevlilerini yüreklendiren bir beyanı olmuştu. Bu yazının konusu yasa değişikliklerinin neredeyse tamamı sayın bakanımızın ilkesine uyuyor ancak kanaatimce en barizi aşağıdaki düzenleme.
“Satış işleminin, satış bedelinin eksik hesaplandığı gerekçesi ile iptal edilmesi durumunda, yargı kararı, satış bedeli ile yargı kararında belirtilen şekilde hesaplanacak bedel arasındaki farkın hisseyi satın alan malik tarafından hissesi satılan eski malike ödenmesi suretiyle uygulanır.” İzninizle burada aptal Pollyanna oyununa bir son vereceğim, bu madde bir rezalet. Bu gibi maddelerin yürürlüğe girmesinden çok bunları düşünen, hazırlayan, teklif eden ve onaylayan kişilerin, zihinlerin olması daha üzücü geliyor artık bana.
- Kanunun en sert hükümlerini içeren 6/A maddesi kapsamında yürütülen uygulamalarda uygulama projesi aranmaksızın ihaleye çıkılabileceği de getirilmiş bu kanunla. Hazırlayın peçetelerinizi, üzerine karalayacağınız birkaç çizgiyle bir projenin ihalesine çıkmayı deneyebilirsiniz bakalım maddenin uygulaması izin verecek mi?
- Kamu görevinin, şirketlere iş alanına çevrilmesi hem de bunun lisans gibi uyduruk bir denetim, yetki aracıyla yapılmasını sağlayan, “Kanun kapsamındaki uygulamalar ile bu uygulamalar için karar alınması ve uygulamaların yürütülmesi konularında Başkanlıkça lisanslandırılacak kuruluşlar faaliyet gösterebilir. Lisanslandırılacak kuruluşlarda inşaat mühendisi, harita mühendisi, mimar, şehir plancısı, değerleme uzmanı ve hukukçu istihdam edilmesi mecburidir.” şeklindeki bir yıl sonra yürürlüğe girecek bu hükmü de sabırsızlıkla bekliyoruz.
Tüm bu değişikliklerin konuşulduğu meclis tutanaklarına baktığımızda bazı muhalefet milletvekillerinin bu yasayı eksik ama bazı hükümlerden ötürü doğru bulduklarını görüyoruz. Hangi kısmı doğru hangi kısmı eksik buldular çok merak ediyorum açıkçası ancak görüşmelere ve oylamaya katılan, red oyu veren vekil sayısına bakınca bunun gereksiz bir merak olduğunu da anlıyor insan.
Geçtiğimiz hafta bir milletvekili çok konuşuldu: İdris Nebi Hatipoğlu. Konuşulmasının sebebi, İyi Parti’den AKP’ye geçmesiydi. Bu sebeple de katıldığı bir programdan bir kesit epeyce paylaşıldı sosyal medyada. Bu videoda Hatipoğlu, AKP’ye geçer misiniz sorusu üzerine geçmeyeceğini belirterek şunu söylüyor: Türkiye’de iki tip siyasetçi var birincisi siyaseti iş olarak yapanlar, diğeri de hizmet olarak yapanlar. Ne güzel de söylemiş değil mi? Siyasetçinin sorumluluğuna dair bu cümledeki haklılık, yurttaşları bu kadar yakından ilgilendiren bu denli sorunlu ve kapsamlı değişikliklere karşı kayıtsız kalanlar ve itiraz etmeyenler için de geçerli elbette. Bu yüzden yazının başında “Mecliste Bir Eksik Var” yazıyor. Yapılan bu değişikliklere kayıtsız kalan siyasetçiler, en azından, bu konulardaki bilgisi ve birikimiyle o değişiklikleri öyle kolayca geçirtmeyecek Hatay Milletvekili Can Atalay’ın orada olamama sebebine dair üzerlerine düşen sorumluluğu alırlar, umarım.
Konumuza döneyim ve yukarıda sorduğum soruyu tekrarlayayım. Bu değişiklikler yurttaşların kentsel dönüşüm adı altındaki faaliyetlerden ötürü yaşamış olduğu sorunlara çözüm olabilir mi? Bu soru hiç sorulmadı ki olumlu bir cevabı geçtim herhangi bir cevabı bile yok. Dolayısıyla sorunlar ortak değil ki çözümler bir olsun.
Ozan ÖRSEL