Kent siyasetinin bir aracı veya parçası olarak da niteleyebileceğimiz yerel seçimler, merkez siyasete oldukça fazla etki etmesi sebebiyle de gündemi büyük ölçüde kaplamış durumda. Yurttaşların asıl sorunlarının ve taleplerinin başka gündemlere tercih edildiği bu yoğunluk içinde kamuculuktan, kamu hizmetinden, afetlere hazırlıktan, iklim krizinden, kent siyasetinden, belediyelerdeki personel rejiminden, sosyal yardımlardan ve bunların yerel yönetimler ile ilişkisinden konuşmanın gerekliliği tam ortamızda duruyor. ‘Sosyal Belediyecilik’ üst başlığındaki söyleşilerimizle tüm bu başlıkları konuşmayı, tartışmayı amaçlıyoruz.
İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Gülcan Urhan ile bu söyleşilerin dördüncüsünde; Günümüz Yoksulluğu ve Yerel Yönetimlerin Sosyal Yardım Politikalarını konuştuk.
Geçtiğimiz yerel yönetim seçimlerinden yaklaşık bir yıl sonra Covid-19 pandemisi başladı. Diğer yandan artan yoksullukla da birlikte yerel yönetimlerin sosyal yardımlarının öneminin arttığı, en çok konuşulduğu dönemlerden birisi oldu. Sizce yerel yönetimler kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu süreçte sosyal yardımlar bakımından nasıl bir sınav verdi?
Pandemi başlamadan önce yoksulluğun arttığı hatta derinleştiği zaten bilinen, konuşulan bir mesele idi. İşgücü piyasasındaki eşitsizlikler, sürekli işsizlik, nüfusun yaşlanması, demografik değişimler gibi süreçlerin sonucunda geleneksel dayanışma ağlarında bazı sorunlar meydana geldi ki geleneksel dayanışma ağları, bizim toplumumuzda çok önemlidir. Aile, sosyal korumanın başlıca unsurudur. O nedenle günümüz yoksulluğu, yeni yoksulluk dediğimiz yoksulluktan bahsedebilir hale geldik bu süreçte. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde yeni yoksulluk kavramından bahsediliyor artık. Özellikle bizim gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde hızlı sanayileşme ve kentleşmenin ürünleri olarak yoksulluktan bahsediyoruz. Sanayinin istihdam yaratmadığı, istihdamın hizmetler sektörüne kaydığı, kayıt dışılığın çok yüksek olduğu (çalışanların neredeyse yüzde 35’i kayıt dışı çalışıyor), yüksek boyutlarda işsizliğin olduğu ve sendikal geleneğin oldukça zayıf olduğu bir ortamdan bahsediyoruz. Böyle bir işgücü piyasasında yoksulluk gerçekten çok artmış durumdaydı. Özellikle 1980’lerden sonra, 90’larda yoksullukla ilgili bazı politika önlemleri almak durumunda kalındı hem ulusal düzeyde hem de yerelde. Yerel neden önemli? Çünkü bir şekilde baskıya maruz kalıyor, tepkinin ilk muhatabı oluyor ve yerel düzeyde bir şeyler yapılması gerekiyor. Yurttaşlara en yakın hizmet sunan birimler biliyorsunuz, yerel yönetimler. O yüzden de yerel yönetimler, temel ihtiyaçlara yönelik yerel düzeyde bazı hizmetler sunmak durumunda. Covid-19 meselesine gelince tabii tüm dünyayı saran bir salgından bahsediyoruz. Hem ulusal düzeyde hem de yerel düzeyde yönetimler, bazı önlemler almak ve çalışmalar yapmak durumunda kaldılar fakat yerelde vatandaşa daha çabuk ve hızlı yanıt verebilmek için özellikle belediyeler çok zorlandılar çünkü baskı altındaydılar ve yapmak durumundaydılar. O nedenle bazı hizmetleri ortaya koydular. Uluslararası bazı ağlara eklemlenen belediyelerin yeni deneyimler kazandıkları, yeni programlar üretebildiklerini görüyoruz. Ama tabii her bir programın bulunduğu ölçekte ya da ulusal düzeydeki politikalarla değerlendirilmesi gerekiyor. Yani ulusal politikalar ne kadar bütünleştirici olabiliyor ve sosyal güvenlik bağlamında bir destek sağlayabiliyorsa yerel yönetimler de o kadar güçlü olabilirler hem ekonomik düzeyde hem de hizmetler düzeyinde.
Pandemi döneminde, tüm belediyeler kendi sınırlarında, kendi koşullarıyla bazı hizmetleri sunmak zorunda kaldılar ama bunun dağıtılmasıyla ilgili ya da koordinasyonuyla ilgili bazı sorunlar gördük. Mesele aslında bir krizin yönetilmesiydi ve kimin ne yaptığı, fonların kontrolü, kimin kritik kararları aldığı gibi konularda bir netlik yoktu, bir koordinasyonsuzluk vardı diyebiliriz. Ancak bu gibi işlerin koordineli bir şekilde yürütülmesiyle ilgili sanırım artık bir deneyim kazanmış olduk. Yardımların dağıtılmasında; erişebilirlik, kimin uygun olacağının hızlı bir şekilde seçilmesi, çeşitli nüfus gruplarına nasıl ulaşılabileceği ile ilgili hem ulusal düzeyde hem de yerel düzeyde verilerden ve sistemlerden yararlanılması gerekiyor. Bu konuda da bir farkındalık oluştu. Yerel yönetimlerin o dönemde yaptığı şeylere baktığımızda aslında ulusal düzeyde yapılması gereken maske üretimi, dezenfektanların dağıtımı gibi bazı hizmetleri de üstlendiklerini gördük. Psikososyal destek hizmetlerinin verilmesi gibi hizmetler zaten yerel düzeyde belediyelerin sağlayabileceği hizmetlerdi ama daha planlı olması gereken ve dağıtım konusunda zorluklar yaşayabilecekleri alanları da kendileri yapmak durumunda kaldılar. Bu konularda da diğer ülkelerden örneklerle yola çıktılar gördüğüm kadarıyla çünkü dünya örnekleriyle çok benzer hizmetleri verdiklerini gördük yerel yönetimlerin. Bu nedenlerle yerel yönetimlerin pandemi döneminde yaptıkları çalışmalarla önemli deneyimler kazandıklarını söyleyebiliriz.. Eksik kaldıkları yerler mutlaka var. Örneğin teknoloji kullanımı, daha önceden alt yapısı olmayan belediyelerin bu konuda ciddi sorunlar yaşadığını söyleyebiliriz. Diğer yandan internet yayını ile bilgilendirici seminerler, telefon ile psikolojik danışmanlık yapılması, bebek sağlığı ve anne sağlığı üzerine yapılan çalışmalar gibi yeni çalışmalar da yapıldı, bunlar da önemliydi. Sosyal yardım açısından her bir belediyenin kendi koşulları içerisinde bunları yapabildiğini görebiliyoruz.
Pandemi döneminde ortaya çıkan askıda fatura uygulaması veya son dönemde güncel siyasetin de gündemi olan kent lokantalarını sosyal yardım olarak nitelendirmek doğru mudur? Bu tarz uygulamaları, bu uygulamaları yapan yönetimlerin sosyal yardım politikaları olarak görmek mümkün mü sizce? Yoksa günün ihtiyaçlarına göre ortaya çıkmış faydalı ancak amacı ve devamlılığı belirsiz uygulamalar olarak değerlendirilebilir mi?
Yerel yönetimler, yaratıcı olmak durumundalar. Sadece böyle birkaç örnekle değil de biraz daha geniş bakmak gerekir. Askıda faturanın, kaynak bulma zorluğundan çıktığını düşünüyorum ben. Toplumsal dayanışmayı arttırarak kişilerin birbirine destek olduğu bir uygulamaydı. Belediyelerin yoksullara dönük politika ve uygulamalarını merkezdeki ekonomi politik ya da buna bağlı olarak biçimlenen refah devleti anlayışından, sosyal politikadan bağımsız düşünemeyiz. Kendi refah politikalarımıza baktığımızda, devletin yanında, toplumsal dayanışma ağları ve aile kurumunun çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum hala geçerli ve hatta bunun üzerine politika yürütülüyor. Yani hak temelli bir sosyal yardım, bir sosyal hizmet ya da sosyal güvenlikten ziyade buna göre politika kuruluyor. Tabii sosyal güvenlikte de çok ciddi değişimler, dönüşümler var. Biraz önce de söylemiştim, işgücü piyasasındaki dönüşüm ve çalışma koşullarının farklılaşması, işsizliğin artık kalıcı hale gelmesi yanı sıra kayıt dışılığın hala kontrol altına alınamamış olması gibi durumlar koruma kapsamında, sosyal güvenlik kapsamında olan kişi sayısını gittikçe azaltıyor. Bu nedenle de sosyal yardımlara, sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan nüfus grubu giderek genişliyor.
Diğer yandan ülkemizde çok fazla sosyal yardım yapılıyormuş gibi görünse de sosyal yardım harcamalarına, sosyal koruma harcamaları paylarıyla ilgili verilere baktığımızda %12’lik bir dilimle OECD ülkeleri arasında sondan ikinci ülkeyiz. Merkezi yönetim tarafından yapılan sosyal yardımlara bütçeden yalnızca yüzde 1,3 ya da 1,4 civarında bir pay ayrılıyor. Bu çok düşük bir oran, bu dönem için çok çok daha düşük bir oran. Tabii bir diğer mesele de bunun kime, nasıl, hangi aktörler tarafından ve hangi mekanizmalarla dağıtıldığı? Tabii ki belediyeler kendi sorumlulukları çerçevesinde, kendi il sınırları içerisinde ya da bölge sınırları içerisinde savunmasız, dezavantajlı gruplara mali kurumsal kapasiteleri ölçüsünde ve bazı yasal sorumlulukları çerçevesinde hizmet veriyorlar. Ama diğer taraftan da belediyeler özellikle son 20 yıldır tüm dünyada, önemli sosyal politika üreten birimler oldular. Pandemi öncesinde de bu durum böyleydi, pandemide askıda fatura ve benzeri uygulamalarla bu durum daha da görünür oldu. Tüm bu uygulamalar olumlu tabii. Sosyal yardımlarla ilgili önemli bir diğer mesele de dağıtımının ne kadar yapılabildiği ve denetim. Çünkü şöyle bir durum var; bizim ülkemizde sosyal yardımlar, çok düşük miktarlarda, sürekliliği olmayan ve aynı zamanda yoksulluğu giderebilecek bir niteliğe sahip olmayan bir biçimde sunuluyor. Bu hem merkezi yönetim tarafından hem de yerel yönetimler tarafından bu şekilde yapılıyor. Yerel yönetimlerin bu yardımların sosyal hizmetlerle birlikte verilmesine dikkat etmesi, burada bir yöntem, politika değişikliğine gitmesi gerekiyor. Tabii ki nakdi desteğe ihtiyacı olan, o anda temel ihtiyaçlarını karşılamayla ilgili ciddi ve acil sorunları olan nüfus gruplarına bu yardımların yapılması gerekiyor ama burada yalnızca sosyal yardımla kalınmamalı. Çünkü sosyal yardım zaten bir son çare planıdır, refah sisteminin içinde gömülü bir unsurdur. Sosyal yardımın, tam da ihtiyacın olduğu zaman verilmesi gerekiyor ama aynı zamanda da belirli bir süre sonra ihtiyacın artık kalmaması gerekiyor. Eğer yerel yönetimler tarafından böyle bir çalışma yürütülebilirse işte bunlar gerçek bir can suyu olur. Bununla birlikte insanları güçlendirmek için sosyal yardım çalışmaları, toplumun diğer aktörleriyle birlikte yapılmalı. Çünkü yerel refah sadece belediyeden oluşmuyor, o yerellik içerisinde bulunan tüm kurumların bir ürünü. Birbiriyle dayanışma içinde olmak, bir kriz anında o krizin altından kalkabilmek ve sonra da günlük yaşama dönebilmek için gerekli çalışmaları yapmak elbette çok önemli ama tabii daha önceden bunlar için önlemlerin alınmış olması, politikaların oluşturulmuş olması, ulusal düzeydeki sosyal politika düzenlemelerinin çatısının oluşturduğu hak temelli bir sosyal politikanın varlığı birçok uygulamanın niteliğini, etkisini daha da arttıracaktır. Ama sorunuzda bahsettiğiniz uygulamalara elbette ki “gereksizdir” diyemeyiz çünkü şu anda gerçekten bu yardımlara hayati düzeyde ihtiyaç duyan çok çeşitli gruplardan oluşan önemli bir nüfus var.
Son yılların en derin ve yaygın yoksulluğunu yaşamamıza rağmen yerel seçimlerin propaganda sürecinde bu yoksulluğu istismar etmeye odaklanmamış sosyal yardım politikaları açıklandığını görebildik mi sizce? Örneğin geçtiğimiz hafta mevcut Beyoğlu Belediye Başkanı’nın seçim gezisinde elden yardım kartı dağıtması gündem olmuştu.
Maalesef bu klientalist yaklaşım öteden beri muzdarip olduğumuz ve bir türlü vazgeçilemeyen bir durum sosyal politika açısından. Gözle görülür bir yoksulluk artışından söz ediyoruz ve yoksulların güvencesiz olması, belirsizlikler yaşaması tabii ki onları da bazı tutunacak yerler arama ya da bazı ağlara eklemlenme gibi bir duruma itiyor. Sadece bu dönemle ilgili bir durum değil bu. Kırsal çözülmenin hızla arttığı dönemden bahsedelim, mesela 80’ler ve daha sonrası işsizliğin, güvencesizliğin, istikrasız çalışma ilişkilerinin yükselmesi, ücretlerin oldukça düşük olması burada eşitsizlik oluşmasına neden oldu. Daha önce geleneksel bir yoksulluk vardı evet, nüfusun bir kısmı yoksuldu ama onların hem toplum içerisindeki dayanışma ağlarıyla hem de kurumlar vasıtasıyla gündelik ihtiyaçları bir şekilde karşılanabiliyordu. Bu geleneksel dayanışma ağları zamanla eridi. Geleneksel yoksulluğa yönelik önceden kullanılan bazı mekanizmalar da vardı. Neydi onlar? Vergi politikaları, ucuz zirai krediler veya kırsal alandaki nüfusa yönelik çalışmalar vardı. Şimdi kırsal nüfusa baktığımızda en yoksul olan kesimi görebiliyoruz orada. Kamu iktisadi teşebbüsleri, istihdam olanağı açısından oldukça önemliydi, güvene dayalı ilişkilerle oralarda çalışabiliyorlardı. Kırsal alanda ya da kentlerin belli alanlarında hayvancılık, çiftçilikle geçinme yöntemleri vardı. Bunların da neredeyse tamamı eridi. Akrabalık, hemşerilik ilişkileri yoksullukla ilgili önemli bir dayanışma ağıydı. Onlar da tamamen olmasa da önemli ölçüde kayboldu. Neoliberal politikalar kent, kır yoksulları için hem alternatif geçinme yöntemlerini geçersiz kıldı hem de kökene dayalı dayanışma ağları sayesinde kullanabilecekleri o kaynakları da eritmiş oldu. O nedenle bu kişiler artık sosyal yardımlara bağımlı hale geldiler. Bunun sonucu olarak sosyal yardımlar, sosyal politikanın neredeyse temel araçlarından biri haline geldi. Biraz önce söyledim aslında sosyal yardım, sosyal güvenlikte primsiz rejimin bir unsurudur. Yani çok ihtiyaç duyulduğu zaman, en son çare planı olarak oluşturulan bir sosyal koruma aracıdır ama şu anda tam da sosyal politikanın göbeğinde.
Türkiye’de çok daha gözle görülür bir biçimde sosyal yardımların güvene dayalı ilişkiler üzerinden dağıtımının yapıldığını, klientelist bir biçimde dağıtımının yapıldığını görebiliyoruz. Bu da hakikaten korumasız bırakılan, gelire ihtiyaç duyan ve aynı zamanda eşitsizlik nedeniyle geçmişteki bazı dayanışma olanaklarını eritmiş olan bir nüfusun tek çaresi olan sosyal yardımlar bazen de evet böyle kullanılabiliyor maalesef. Özellikle belediyelerin sosyal yardım çalışmalarının, kendi sorumluluk alanları çerçevesinde çok farklı programlar çerçevesinde yapıldığı, bir standardının olmadığı, sosyal haklar temelinde herhangi bir etik ya da standart bir düzenlemenin olmadığı bir ortamda bunlar maalesef görülebilir.rTüm bunlar dikkate alınarak yine her gelişmiş ülkede, sosyal devlette yapılması gereken ulusal sosyal politika çatısı altında yine standartların belirlenmesi ve her bir yerellikte hangi sorunlar, problemler yaşanıyorsa onların tespit edilerek bunlar üzerinden gidilmesi gerekir. Çünkü her yerellikte aynı sorunlar, aynı talepler, aynı ihtiyaçlar görünmüyor. Yerel yönetimlerin bu çalışmalara çok dikkat etmeleri gerekiyor, nüfus grupları en yakın yönetim birimi olarak onlardan bunları bir şekilde talep edecekler ve. Onlar da butalebe karşılık vermek zorundalar. O nedenle yerel aktörlerin her yerellikte aynı refah çıktıları üretmediğini bilmemiz gerekiyor. Bu yanıyla da belediyelerin gelirleri bakımından, karar alma süreçleri açısından bağımsız olabilmeleri, özerk olabilmeleri ve aynı zamanda bu programları hayata koyarken yine ulusal sosyal politika çatısı altında oluşturulan standart programlara uygun hareket etmeleri oldukça önemli. Bizde yasal düzenlemelerle ilgili hiçbir sorun yok ama uygulamada ciddi sorunlar var, bunların da deneyimler ve politikalarla azaltılması gerekiyor.
Belediyelerin kendilerinin de kapasitelerinin artırılması gerekiyor. Örneğin İstanbul içinde düşünün, Küçükçekmece ile Kadıköy arasında ya da Şişli ile Kartal arasında çok farklı refah çıktıları olduğunu görüyoruz. Çünkü nüfus grupları farklı, talepler farklı ve aynı oranda gelir elde edemiyor her bir belediye. Büyükşehir Belediyesi’nin programlarının, sosyal yardımlarının ya da sosyal hizmetlerinin ne kadarı gerçekten o ilçenin gerçek ihtiyacıyla bütünleşiyor? Bunlara dikkat etmek lazım. Bir de uzman personel eksikliği çok ciddi bir mesele. Sosyal hizmet uzmanıyla yapılabilecek çalışmalarla çok daha farklı sonuçlar alınabileceğini ben biliyorum. Aynı zamanda bir şekilde birbiriyle etkileşim içerisinde, iletişim içinde olabilmeli belediyeler. Sonuçta hepsi bir sistemin içerisinde ve her biri tüm sistemi etkileyecek bir durum yaratabiliyor. Bir yerde yaşanan yoksulluk diğer tarafı ciddi şekilde etkileyebiliyor. Tüm kent veya tüm ülke etkilenebiliyor. O yüzden tek bir mahallenin bile hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde tüm bu sistemin bir parçası olduğunu unutmamak gerekiyor. Her bir programın gerçekten o mahalleye, o birime yararlı olup olmadığını düşünerek, uzmanların da görüşleri alınarak oluşturulan bir program çerçevesinde ancak gerçekten istenen değişim sağlanabilir ve insanların sosyal yardımlara bağımlı olması önlenebilir. Yoksa bu insanların ihtiyaçları devam ediyor, sonuçta günlük ihtiyaçlar var ve bunların karşılanması gerekiyor bir şekilde. Hatırlarsınız, covid döneminde hemen ibanlar paylaşıldı değil mi? Keza depremde de bir şekilde dayanışmayı harekete geçirdik. Belediyelerin kendi bütçesinden yaptığı çalışmalar olduğu gibi yine yardımlar veya bağışlarla yaptıkları çalışmalar oldu ve hala devam eden bir süreç bu. Ama bunların çoğu niteliksiz, kısa dönemli ve günü geçirmeye yönelik çalışmalar oldukları için çok etkili olmuyor. Az önce de söylediğim gibi sosyal hizmetlerle birlikte düşünmek lazım. Güçlendirici, koruyucu, önleyici sosyal hizmetler çerçevesinde yapılan kurumsal hizmetler sosyal yardımlarla birlikte verildiğinde bir şekilde insanların hayatını değiştirebiliyor. Nasıl değiştiriyor? Mesela kadınları güçlendirme çalışmaları yapıdlığı zaman . kadın ya kendisi girişimci olabiliyor ya da aldığı eğitimle bir işe girebiliyor ve orada kendi gelirini elde ediyor. Bir diğer örnek ebeveyn-çocuk eğitimleri, ebeveynler bu eğitimlerle anne baba ilişkilerinden tutun kendilerinin fiziksel sağlığıyla veya psikososyal sağlığıyla ilgili bazı değişimleri yaşayabiliyor. Bütün bu politikaların oluşturulamaması yoksulluğu da derinleştiren ve sürdüren şeyler. Gelir dağılımından tutun, birçok kurumsal hizmetlerin yaygınlaşmasına kadar bazı programların, politikaların oluşturulması gerekiyor. Eğer bunlar oluşturulmuyorsa zaten demek ki böyle bir yoksul kitlenin varlığını istiyoruz, böyle bir yoksul kitle olsun ve ucuz işgücü olarak kullanalım istiyoruz. Tam tersi, eğer sosyal hizmetler ve diğer kurumsal hizmetler oluşturulursa, gerçekten samimi bir şekilde yoksullukla mücadele edildiğini görebiliriz, düşünebiliriz.