İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Gökçeçiçek Ayata, Sevinç Eryılmaz ve Yrd. Doç. Dr. Seda Kalem Berk ile çocukların 12 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve istismara maruz bırakılmalarına, erken yaşta ve zorla evlendirilmelerine yol açan “yasal zemini”, iktidar partisi tarafından verilen ve cinsel istismar suçları bakımından cebir, şiddet, hile olmadan veya irade sakatlığı olmaksızın işlenen suçlarda fail ve mağdur evlenmiş ise bir tür cezasızlık öngören ancak tepkiler sonucunda geri çekilen af önergesini ve yargı pratiğini konuştuk.
Gökçeçiçek Ayata: Bu konuyla ilgili elimizde Boşanma Komisyonu’na ait bir rapor ve Anayasa Mahkemesi’nin konuyla ilgili verdiği üç iptal kararı var. Mecliste 14 Ocak 2016’da “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi için Meclis Araştırması Komisyonu” adlı bir komisyon kuruldu. Kısaca Boşanma Komisyonu olarak adlandırdığımız Komisyon’un raporunda bu önergeye benzer bazı önerilere yer verildi. Bu rapor dışında, Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu üç iptal kararı var. Bunlardan ilki konunun politik altyapısı ile ilgiliydi. Anayasa Mahkemesi Ceza Kanunu’nda resmi nikâh olmaksızın dini nikâh kıyılmasını suç olarak düzenleyen maddeyi iptal etti. Bu 103. maddeyi de ilgilendiren konu ile bağlantılı ilk karar. Diğer iki karar doğrudan TCK 103. madde ile ilgili. Biri; 103. maddenin çocuk cinsel istismarının vücuda organ veya sair cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesine dair kısmında belirtilen ceza miktarı ile ilgili. Anayasa Mahkemesi kararında, 103. maddede belirtilen cezanın çok yüksek olduğunu ve hâkime gereken takdir yetkisinin verilmediğini belirterek maddenin ilgili kısmını iptal etti. İkinci iptal kararı ise; 103. maddenin birinci fıkrası ile ilgili. Anayasa Mahkemesi bu kararında, toplumun genel pratiklerine, ahlak anlayışına vb. atıf yaparak maddede yaş kademelendirilmesi yapılması gerektiğini söyledi. Anayasa Mahkemesi’nin 103. madde ile ilgili verdiği iki iptal kararı nedeniyle maddenin en önemli bölümleri yürürlükten kalkacaktı, bu nedenle yeni bir düzenleme yapılması gerekiyordu. Bu düzenlemeleri görüşmek üzere oluşturulan meclis alt komisyonunun toplantılarına TCK 103 Kadın Platformu’nun temsilcileri de katıldı ve görüşlerini komisyona aktardılar. Bu görüşme, maddenin nasıl düzenleneceği ile ilgili kısmen etkili oldu. Ancak sonra bir gece önümüze, değişik hali ile TCK 103. madde ve o döneme kadar boşanma komisyonu raporunda bir takım emareleri olan ama alt komisyonda hiç konuşulmayan bir önerge çıktı. Asıl infiale neden olan, kamuoyunun ilgisini çeken de buydu. Gece yarısı ortaya çıkan önerge, kadın hareketinin mücadelesi ve kamuoyunun tepkisi sonucu geri çekildi. Ancak, maddenin yürürlüğe giren hali, ileriye dönük daha fazla tehlike taşıyor. Çünkü bundan böyle Türkiye’de kız çocuklarının 12 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve suiistimale maruz bırakılmalarına, erken yaşta ve zorla evlendirilmelerine “yasal zemin” hazırladı… Yaş kademelendirmesi yap diyen Anayasa Mahkemesi kararına baktığımızda geleneklere, genel ahlaka atıf yapıyor. Bu karara bakan yerel mahkemenin 12-15 yaş arasındaki çocuklarda rıza araması gibi bir riskle karşı karşıyayız. Hukuka uygun olarak evlendirilemeyen çocukların bir “evlilik” ilişkisine mahkûm edilmeleri ve üstelik boşanma, miras, sağlık, eğitim gibi haklarından da mahrum kalmaları söz konusu olabilir.
Boşanma komisyonu, aile bütünlüğünün korunmasına ve boşanma oranlarındaki artışa dair neler yapılabileceğine ilişkin öneri sunma iddiasıyla kuruldu. Oysa Komisyon raporundaki verilerde de görüleceği gibi, Türkiye AB ve çevre ülkelerde evlenme oranında 45 ülke arasında 6. sırada, boşanma oranında ise 43 ülke arasında 26. sırada. Türkiye’deki evlenme hızı 7.7 iken boşanma hızı 1.7. Kısacası bu Komisyon, AKP tarafından üretilen, Türkiye’de boşanmaların önü alınamaz bir sosyal yıkım olduğu algısını pekiştirmek ve bu iddiaya dayanarak kadınların yasal haklarının ortadan kaldırılmasına hizmet etmek için kuruldu. Raporda, özellikle on beş yaş altı çocukların, “fiili birliktelik” olarak adlandırılan ve genellikle dini nikâhın mevcut olduğu durumlarda oğlan çocuğun, çocuk istismarı suçundan ceza almasının bir mağduriyet oluşturduğu iddiası vardı. Herhangi bir dayanağı olmaksızın 3.000 kadar böyle “aile” olduğundan söz ediliyor ve bunlara dair çözüm üretilmesi gerektiği belirtiliyordu. Başta, Eşitlik İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ) olmak üzere kadın örgütleri raporun yayınlandığı dönemde, rapordaki bu dahil pek çok konuya dikkat çekti ve itirazlarını dile getirdi. O dönem yapılan açıklamaların büyük bölümüne http://www.kadinininsanhaklari.org/bosanmakomisyonu/ adresinden ulaşılabilir.
Bu önerge ile 16 Kasım öncesinde gerçekleşmiş olan çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında, faillerden birinin mağdur çocuk ile evlendirilmesi halinde faillerin, azmettiricilerin ve suçun işlenmesine yardım edenlerin tümüne ceza affı getiriliyordu. Yani cinsel istismar mağduru ile suçun faili arasında evlilik ilişkisi kurulmasını cezayı ortadan kaldıran bir hal olarak kabul ediyordu. Tepkiler üzerine bu önerge geri çekildi.
Seda Kalem
Siyaset dediğimiz mekanizma iyi işlediği noktada, toplumsal ihtiyaç ve taleplerin tartışıldığı ve bunların bir uzlaşı zemininde düzenlenerek hukuk alanına yansıtıldığı bir ara mekanizmadır. Hukukun sadece toplumsal ihtiyaç üzerinden doğrudan şekillenebilir olması doğası itibariyle çok mümkün değil. Herhangi bir bilimsel ve ampirik zemini olmadan bunun bir ihtiyaç meselesi olarak doğrudan hukukun alanına paslanması Türkiye’de siyasetin klasik hamlelerinden biridir.
“Toplumsal ihtiyaç” evrensel hukuk normlarına ters düşemez
Seda Kalem: Toplumsal ihtiyaç denilen şey iktidar tarafından belirlenen bir şey olamaz. Toplumsal ihtiyaç ve talep dediğimiz şey ancak bir mücadele şeklinde toplumsal zeminde görünür kılındığında talep olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, iktidarın, siyasetçilerin ve yöneticilerin “toplumun buna ihtiyacı var, toplumun talebi bu yönde” söylemi toplumsal zeminden bağımsız olarak iktidarın kendi politikalarını toplumsallaştırma derdidir. Siyaset de hukuk da böyle toplumsallaştırılamaz. Hukukun toplumsallaşmasının yöntemlerinden bir tanesi hakların politikleşmesi ve hak mücadelesidir. Siyaset için haklar ancak politikleştirilerek toplumsal bir talep haline gelebilir.
Gökçeçiçek Ayata: Toplumsal ihtiyaç söylemi, uzun zamandır, iktidarın hak ihlallerine kapı açan, muhafazakarlaşmayı körükleyen, eşitlikten uzaklaşan politikalarını servis ederken kullanmayı tercih ettiği bir söylem. Toplumsal ihtiyaçlar “hukuki bozulmaların” gerekçesi olarak gösteriliyor. Toplumsal ihtiyaç söylemi, hukuku çiğnemenin bahanesi haline geldi. Bahsi geçen “toplumsal ihtiyacın” kaynağı, nasıl oluştuğu, gerçekten varolup olmadığı ve benzeri bilinmemekte, bu ihtiyaçların varlığına ilişkin iddia siyasi irade tarafından kullanılmakta ve hatta dolaşıma sokulmaktadır. Kaldı ki toplumsal ihtiyaç söylemi, kesinlikle, evrensel hukuk normlarına ve insan haklarına aykırı hareket edilmesinin ve hukuki düzenleme yapılmasının gerekçesi olamaz.
Sevinç Eryılmaz: TCK 103. maddeye ilişkin önergeyi savunmak için kullanılan söylemlerin tamamı uluslararası hukukla çelişen söylemlerdir. Burada hem yargının hem de siyasetin uluslararası hukuktan bihaber davrandıkları ortadadır. Türkiye 1986 yılından itibaren Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Sözleşmesi’ne Taraf Devlet oldu. CEDAW Sözleşmesi kadınların insan haklarına ilişkin ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını amaçyor. Bir diğer önemli uluslararası sözleşme Türkiye’nin ilk imzacısı ve onaycısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi’dir. İstanbul Sözleşmesi ise kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi için Avrupa Konseyi’nde oluşturulmuş bir uluslararası sözleşmedir. Her iki sözleşmede de bu konuya ilişkin maddeler mevcut. Anayasa’nın 90. maddesinde de belirtildiği gibi iç hukuk normları ile uluslararası hukuk normları çeliştiğinde uluslararası hukuka öncelik verilmesi gerekmektedir. CEDAW Sözleşmesi’nin 2.maddesinin f bendinde Taraf Devletin “kadınlara karşı ayrımcılık teşkil eden mevcut yasaları, yönetmelikleri, töreleri ve uygulamaları değiştirmek ya da feshetmek için yasal önlemler dahil bütün uygun önlemleri almayı” taahhüt ettiğini görüyoruz. Burada yapılan ise tam tersine kadınlara karşı ayrımcılık teşkil eden mevcut gelenekleri pekiştirmek. CEDAW Sözleşmesi’nin 5. Maddesinde ise, “her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya erkekler ile kadınların kalıplaşmış rollere sahip oldukları düşüncesine dayanan bütün önyargılar, gelenekler veya diğer uygulamaların ortadan kaldırılması amacıyla erkeklerin ve kadınların sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek” için Taraf Devletin bütün uygun önlemleri alacağı yazılı. Kısaca kadınlara ve erkeklere ilişkin toplumsal cinsiyet rollerini değiştirmekten söz ediyor.. Diğer yandan CEDAW’ın 16. maddesi, evlilik içinde eşit haklara ilişkin hükümler içeriyor ve bu maddenin ikinci fıkrası doğrudan çocuk evliliklerin hükümsüz sayılması gerektiğini söylüyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi de 18 yaşına kadar herkesi çocuk kabul ediyor.
Türkiye CEDAW Sözleşmesi’ni imzalayarak bu yükümlülükleri hayata geçireceği taahhüdünde bulunmuş. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının da uluslararası hukuk normlarından bihaber verildiğini düşünüyorum. Bu haliyle Adalet Bakanının ve diğer siyasilerin açıklamaları uluslararası insan hakları hukuku normlarıyla çelişmektedir.
Gökçeçiçek Ayata: Medeni Kanun’a göre 17 yaşını tamamlayanlar evlenebiliyor. Olağanüstü hallerde 16 yaşını dolduranlar hakim kararı ile evlenebiliyorlar. Maalesef uygulamada kız çocuklarının gebe kalması olağanüstü hal sayılıyor ve hemen her zaman evlendirilmelerine izin veriliyor.
Sevinç Eryılmaz: Bu durumun kendisi bile aslında uluslararası hukuk normuyla çelişiyor. Sosyal devletin yapması gereken; istenmeyen gebelikleri önleyici cinsel ve üreme sağlığına ilişkin haklar eğitimi vermek, istenmeyen gebelikte kız çocuğuna istemli düşük konusunda destek sunmak veya çocuğun sosyal koruma altına alınması konusunda destek sunmak olmalıdır. Çözüm kız çocuğunu evlendirmek olmamalıdır. Söz konusu önerilen düzenleme ise, kız çocuğunun hayatını etkileyecek; onun eğitim ve çalışma hakkı gibi pek çok hakkından mahrum kalması anlamına gelecektir.
Çocuk yaşta evlilikler cinsel istismardır.
Gökçeçiçek Ayata: Çocukların akranlarıyla evcilik oyunlarından, bu oyunlarla cinselliklerini keşfetmelerinden bahsetmiyoruz. Dini nikâh veya başka bir ad altında ya da başka bir yolla erken yaşta ve zorla evlendirilerek suiistimal edilmelerinden bahsediyoruz. Çocuk “evlilikleri” çocukların cinsel istismarıdır. Medeni Kanunda belirlenen 17 ve olağanüstü hallerde 16 yaş sınırı dahi düşük bulunurken, çocukların “fiili birliktelik”, “dini nikahla birliktelik” gibi adlar altında “gelenek-görenek”, “ahlak”, “dini kurallar” gibi gerekçelerle evlendirilmesi kabul edilmez. Türkiye’de evlilik hukuki bir işlem değilmiş ve sonuçları yokmuş, olmayacakmış gibi davranılıyor. Evlilik iki tarafa da hukuki ve toplumsal sorumluluklar yükleyen bir kurum. Ataerkil sistem ve siyasi iktidarlar tarafından bu durum görünmez kılınmaya çalışılıyor. Oysa çocukların eşitlik, ayrımcılığa uğramama, kişi güvenliği, özel hayat, eğitim, sağlık, çalışma, kültürel hayata katılma ve hatta yaşama hakkı gibi çok sayıda hakkını kullanmasını zorlaştıran veya ortadan kaldıran bir kurumdan bahsediyoruz. Kadın hareketi yıllardır evlilik için en az 18 yaşı doldurma şartı aransın diye boşuna mücadele etmiyor.
Ceza affının evlilik şartına bağlanması ilkel olduğu kadar hukuka da aykırıdır. Taraflardan birinin mağdur birinin fail olduğu bir ilişkide eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Devletin kadınların insan haklarını güvence altına alma yükümlülüğüne ve Anayasanın “aile eşler arasında eşitliğe dayanır” hükmüne açıkça aykırıdır.
Yeni düzenleme, 12 yaşını doldurmayan çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında başka bir ceza öngördüğü için, hâkimlerin 12-15 yaş arasını farklı değerlendirmesi ve Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesini de göz önüne alarak o yaş aralığında rızanın olabileceği varsayımıyla hareket etmesi riskini getiriyor. Türkiye’nin cinsiyetçi ve ayrımcı yargı pratikleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Opuz kararında da açıkça ifade edilmiştir.
Yapılmaya çalışılan, on iki yaş üstü kız çocuklarının evlendirilmeye çalışılmasıdır. On iki yaşı regl yaşı olarak kabul edip, regl olduktan sonra kız çocuklarının evlendirilebileceğinin dinen kabul edildiği “inanışını” hepimiz biliyoruz. Çünkü bu söylem, özellikle son yıllarda televizyonlar ve benzeri yollarla sıklıkla ve pervasızca dile getiriliyor, topluma pompalanıyor. Bu yaşın 9 hatta 6 olduğunu söyleyen “din adamları” var! Yani 12 yaşın ceza ehliyeti yaşı ile bir bağlantısı yok. Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu çocuklar hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz. Yani 12 yaşını doldurmamış iki çocuğun birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri cinsel eylemlerde çocuklara ceza verilemez. Aynı şekilde, fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup 15 yaşını doldurmamış olan çocukların da, işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması halinde, ceza sorumluluğu yoktur. Eğer bu yaş aralığındaki çocuklar işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahipse ceza alırlar ama cezalarında yaş nedeniyle indirim yapılır. Kısacası, Adalet Bakanının bahsettiği 3.000 “mağdur” bu çocuklar değil! Bakanın bahsettiği “mağdurlar”, 15 yaş altı ve rızası kesinlikle aranamayacak yaştaki çocuklara karşı cinsel içerikli eylemler gerçekleştiren, 15 yaş üstü ama yaşının kaç olduğunu bilmediğimiz, 50 de olabilir 70 de olabilir, kişiler!
Kadınlar olarak haklarımız bilmek ve bu hakları hayata geçirmek için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Kadın örgütleri zaten son tasarı ile ilgili açıklamalarında, uygulamanın izleneceğini ve gerekli müdahalelerin yapılacağını söylediler. Uluslararası düzlemdeki mücadeleler de devam edecek, erkek egemen anlayışın değişmesi için zaten bu zamana kadar yaptığımız şeyleri yapmaya devam edeceğiz.
Sevinç Eryılmaz
“Çocuğun rızası” istismarı ortadan kaldırır mı?
Seda Kalem: Rızanın tespiti oldukça zordur. Yetişkinlerde dahi rızanın beyana bağlı bir şey olduğunu görme taraftarıyız. Rızayı tamamen sosyal ilişkilerden, yapılardan, baskılardan ortaya çıkabilecek bir şey olarak görmek gerekmektedir. Muhafazakâr bir ailenin içinde büyümüş çocuğun rızasının nerelerden, hangi güç ve baskılar sonucunda varmış gibi yapılacağının düşünülmesi gerekmektedir. Bütün bunları muhafazakâr siyasetin, gündelik hayata sirayet eden diğer söylemleriyle bir arada düşünmek gerekmektedir. Gençler arası sağlıklı cinsel ilişkileri, ahlakçı bir siyaset üzerinden yasaklamak için ellerinden gelen her şeyi yapan bir ahlak anlayışı mevcut. Kurumlar üzerinden, özellikle yöneticilerin, çıkıp da meclis bünyesinde sanki birbirini sevmiş iki tane genç insanın mağduriyetini gidermeye yönelik bir düzenlemeymiş gibi bu düzenlemeyi sunması, en basitinden Türkiye’de yaşayan insanların zekâsına hakaret ediyor olmaktır.
Gökçeçiçek Ayata: Erken yaşta ve zorla evlendirilmelerin suç olarak kabul edilmesi, 18 yaş altı çocukların herhangi bir dinin nikahı ile evlendirilmelerinin önüne geçilmesi gerekiyor. Türkiye’de dini nikâhların takip edilebilmelerine olanak sağlamak için kayıt altına alınması ve 12 yıl kesintisiz eğitimin uygulanması gerekiyor. 4+4+4 özellikle kız çocuklarını eğitimden koparıyor. Ama ısrarla bu sistem uygulanmaya devam edilecekse en azından bunun takibinin yapılabiliyor olması gerekir. Hangi çocuk ne zaman, neden, ne şekilde eğitimden koparılmış, buna dair bir yaptırım olmuş mu olmamış mı, bu çocuk eğitimden ayrıldıktan sonra ne olmuş, ne yaşamış buna dair hiçbir veri yok. Bu durumda devlet kendi eliyle çocukları her türlü istismarın ve istismarcıların eline bırakıyor.
Kadınlar hakları için mücadele etmeli
Sevinç Eryılmaz: Cinsel taciz ve saldırıyı önleme birimleri yeni yeni faaliyete geçiyor. Aslında Özgecan Aslan cinayetinden sonra bu niyetimiz tetiklendi. Türkiye’de 20’ye yakın üniversitede benzer çalışmalar yapan birimler kurdu. Kadına yönelik şiddet, cinayet, taciz ve tecavüz, cinsel saldırı sıklıkla yaşanıyor ve son zamanlarda bu vakaların artması ve kamuoyuna yansımasıyla daha görünür oldu. Üniversitelerin hiyerarşik yapıları itibariyle yaşanan bu tür olaylar gizli kalabiliyor. Amacımız bir başvuru mekanizması oluşturmak. Cinsel tacize ya da saldırıya uğradığını söyleyen kişiler bize gelsin ve ihtiyaçları doğrultusunda psikolojik ve hukuki destek verebilelim, bir süreç işletilebiliyorsa o süreçte onlara destek olalım istiyoruz. Temel olarak yaptığımız şey mağdurları üniversite içinde ve dışında ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirme. Aslında sadece bir başvuru mekanizması da değil, bilgilendirme bilinçlendirme ve farkındalık arttırmaya yönelik bir birim. “Cinsel taciz, cinsel saldırı nedir? Haklarımız nelerdir?” gibi konularda farkındalığı artırmaya dönük eğitimler yapıyoruz. Böylece, en azından üniversite ortamında bu tip durumları önlemeye yönelik caydırıcı bir birim olarak faaliyet gösteriyoruz. Üniversitenin burada ilkeleriyle, politikalarıyla, yürüttüğü işlemlerle destek olması ve böyle bir birimin arkasında olduğunu, cinsel taciz ve saldırıya ilişkin olarak sıfır tolerans politikasını yürüttüğünü belirtmesi çok önemlidir. Çünkü sadece bizim birim olarak yapabileceğimiz bir şey değil, bütün üniversite içi ilişkileri düzenleyen bir prensip olarak bunun kabul edilebilir olması gerekiyor. (Birim hakkında bilgi almak için https://ctsob.bilgi.edu.tr/adresini ziyaret edebilirsiniz)
Öncelikle kadınlar olarak haklarımız bilmek ve bu hakları hayata geçirmek için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Kadın örgütleri zaten son tasarı ile ilgili açıklamalarında, uygulamanın izleneceğini ve gerekli müdahalelerin yapılacağını söylediler. Uluslararası düzlemdeki mücadeleler de devam edecek, erkek egemen anlayışın değişmesi için zaten bu zamana kadar yaptığımız şeyleri yapmaya devam edeceğiz.
Seda Kalem: TCK 103. madde ile ilgili muhatabımız yargı olacaksa, bundan sonra yargının ne yaptığına bakıp ona ilişkin mücadele edeceğiz. Hukukun bize tanıdığı hakların bilincinde olacağız, onları yaygınlaştıracağız ve kullanacağız. Çünkü kağıt üzerinde kaldıkları sürece kimsenin işine yaramıyorlar. Varlar ve sahip çıktığımız sürece anlamlılar. Diğer taraftan da devletin ne işe yaradığını sürekli olarak aklımızda tutacağız. Devletin neden var olduğunu, ne yapması gerektiği sorusunu hiç unutmayacağız. Çünkü Aladağ’da olduğu gibi kız öğrenci yurdunda çocuklar hiçbir şekilde dışarı çıkmasın, kaçmasın diye açık tutulması gereken yangın merdiveni yurt tarafından kilitli de olabilir, Hiç önemli değil. Devlet, her yurdun, her kurumun kendi kafasına göre bir takım ideolojileri, düşünceleri çerçevesinde hareket etmesini engellemek için vardır. Devlet orada o yangın merdiveni kapısının kilitli olup olmadığını kontrol edecek bir mekanizma olarak işletebilmeliydi. Yoksa her zaman kendi kafasına, ideolojisine, ahlaki anlayışına göre hareket eden gruplar, bireyler, kurumlar olacaktır. Ama devlet dediğimiz mekanizma hukuk eliyle bunların yapılmasını engellemek için vardır. Sivil toplum ve politik mücadelemizi yürütürken devletin sorumluluğunu unutmamalıyız.