Her şey “Her İle Bir Üniversite” projesiyle başladı. Binlerce akademisyen adayı bir “projeye” dahil edildi ve sonuç: yüzbinlerce lira borçlandırılan ve işinden olmamak için hocasının düğün davetiyesini dağıtmak zorunda bırakılan akademisyen adaylarımız. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programının başlangıcını ve bugün geldiği hali Eğitim Sen Yükseköğretim Uzmanı İlker Akçasoy ile konuştuk.
ÖYP (Öğretim Üyesi Yerleştirme Programı) nedir? Nasıl ve hangi ihtiyaca/amaca yönelik olarak ortaya çıktı?
Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı, 2002 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde başlayan, 2010 yılına kadar DPT tarafından desteklenerek yürütülen ve nihayetinde “Her İle Bir Üniversite” projesinin hayata geçirilmesinin ardından, 2010 yılından sonra da doğrudan YÖK’ün koordinasyonuna bırakılmış bir program. ÖYP ile amaçlanan, lisansüstü öğrenim (yüksek lisans ve doktora) veren köklü üniversiteler tarafından başka üniversitelere öğretim üyesi yetiştirmek. Böylelikle ÖYP’li araştırma görevlilerinin lisansüstü öğrenim gördükleri üniversitelerde yetişmesi, oradaki akademik çalışmalara katılması ve edindikleri donanımı ilerde gidecekleri üniversitelere taşıması planlanmıştı.
ÖYP’nin 2547 sayılı yükseköğretim yasasındaki karşılığına baktığımızda, hem 33/a olarak bilinen araştırma görevliliği kadrosunun hem de öğretim elemanı yetiştirme başlığıyla düzenlenen 35. maddenin harmanlanmasıyla oluşturulduğunu söylemek mümkündür.
Daha kolay anlaşılabilmesi için söylediklerimi şöyle özetleyebilirim. Örneğin, yeni kurulan bir üniversiteyi, Bozok Üniversitesi’ni ele alalım. Bu üniversitede yüksek lisans ya da doktora programı yürütecek, hatta lisans derslerine girecek yeterli sayıda öğretim üyesi bulunmadığını düşünelim. Diyebilirsiniz ki yeterli öğretim üyesi olmadan bu üniversite niye kuruldu? Haklısınız, hatta sadece öğretim üyesi de değil kütüphane, derslik, yurt ya da fiziki alt yapı gibi bir üniversitede olmazsa olmaz olan birçok şeyin eksikliğiyle üniversiteler kuruldu. Ama konumuz tabela üniversiteleri olmadığı için bu noktayı es geçeceğim.
Tekrar konumuza dönelim. 2010 yılında ÖYP kadrolarının koordinesinin YÖK’e geçmesi sonrasını ele alacak olursak, Bozok Üniversitesi, öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için YÖK’e başvuruyor ve diyor ki, şu alanda benim şu kadar öğretim üyesine ihtiyacım var. YÖK bu ihtiyacı onaylarsa ÖYP kapsamında araştırma görevlisi istihdamı yapacağını duyuruyor ve merkezi olarak başvuruları alıyordu. Burada dikkat etmemiz gereken nokta, başvurular sonrasında atanmaya hak kazanan kişinin Bozok Üniversitesi’ne atanacağıdır! Ancak bu kişi, Bozok Üniversitesi’nde yüksek lisans ya da doktora programı olmadığı için köklü bir üniversiteye, örneğin Ankara Üniversitesi’ne lisansüstü öğrenimi için görevlendirilmektedir. Yani kadrosu Yozgat’ta olmasına rağmen öğrenimini görmek için Ankara Üniversitesi’ne görevlendirilen bir araştırma görevlisinden bahsediyoruz.
Peki, bu kişiler nasıl başvuru yapıyorlardı? ALES(%60), YDS(%15) ve lisans genel not ortalamasının(%25) belirli yüzdelerle toplanması sonucu oluşan ÖYP puanı ile başvurularını yapıyor, belirli bir kadroya başvuranlar içerisinden en yüksek ÖYP puanına sahip kişi kim ise o kişi de ilgili kadroya atanmaya hak kazanıyordu. Nitekim bu durum daha sonra kadrolaşma açısından engel olarak görülecektir. Oraya daha sonra değinelim.
Sonuç olarak örneğimize dönersek, kadrosu Bozok Üniversitesi’nde olan ama lisansüstü öğrenim için Ankara Üniversitesi’ne görevlendirilen, doktorasını tamamladıktan sonra tekrar Bozok Üniversitesi’ne dönmesi planlanan bir ÖYP’li araştırma görevlisi karşımızda duruyor. Aslında sorun da buradan itibaren başlıyor.
ÖYP denilince herkes imzalanan yüksek meblağlı senetlerden bahsediyor. Bu konuyu açabilir misiniz? ÖYP’liler ne tür yükümlülüklerle karşı karşıya bırakıldı?
ÖYP’liler kadrolarına atandıktan sonra, lisansüstü öğrenimleri süresince geçirdikleri süre kadar zorunlu hizmet yapmakla yükümlü kılınıyorlar. Yani örneğimizdeki kişi Ankara Üniversitesi’nde 6 yıl geçirip doktorasını almışsa, Bozok Üniversitesi’nde de 6 yıl zorunlu hizmet yapmak zorunda. Bir de yurt dışındaki bir üniversiteye araştırma vb. çalışmalar için görevlendirmesi olmuşsa, orada geçirdiği sürenin iki katı zorunlu hizmete tabii tutuluyorlar. Bu zorunlu hizmete karşılık da yüzbinlerce liralık bir taahhüt ve kefalet senedi imzalamak zorundalar. Yani ÖYP’den çıktığında ya da zorunlu hizmetini tamamlamadığında bu senetlerdeki tutarları ödemekle yükümlüydüler. Üstelik bu senetler 2013 yılındaki bir Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurul kararıyla özel hukuk sözleşmesi olarak nitelendi. Düşünebiliyor musunuz? Bir araştırma görevlisi ile bir üniversite, yani idare, masaya oturup, sanki eşit taraflarmış gibi sözleşme imzalıyorlar. Hal böyle olunca her ÖYP’li araştırma görevlisi farklı yükümlülükler içeren sözleşmeleri imzalamak zorunda bırakıldı.
Ancak şu konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Senetlerin dışında, ÖYP’lilerin proje ve seyahat gibi giderleri için kullanabilecekleri bütçeleri vardı. 2011 yılında yüksek lisans yapan ÖYP’li için kullanılabilecek toplam bütçe 20 bin lira iken, 2015 Şubat ayında 10 bine, 2015 Nisan ayında da 8 bine düşürüldü. Üstelik bu bütçelerin kullanımında bürokratik engeller her zaman karşılaşılan bir sorun oldu. Ama daha da önemlisi, ÖYP’li araştırma görevlilerinin sahip olduğu bu hak, tez danışmanları ya da bölüm başkanları tarafından bölümün ihtiyaçlarını karşılamak üzerine kullanılmak istendi. Yani ÖYP’li araştırma görevlisi borçlandırılarak, kamusal kaynaklarla karşılanması gereken ihtiyaçlar giderilmek istendi. Böylelikle ÖYP’liler ekstradan borçlandırılmış oldu.
Sonuç olarak, ÖYP’liler senet baskısı nedeniyle işten atılmamak için türlü baskıları göğüslemek zorunda kaldılar. Çay-kahve servisi yapmaktan tutun, hocanın çocuğunun düğün davetiyesini dağıtmaya kadar kendi işleri olmayan çok fazla işi yapmaya zorlandılar.
674 sayılı KHK ile gerçekleştirilen değişiklikler ne ifade ediyor? 33/a ile 50/d statüsünün farkı nedir? Öğretim üyeleri söz konusu KHK’nın getirdikleri ile nasıl etkilendi?
674 sayılı KHK’nın 49. Maddesi ile 13 bin 179 ÖYP’linin kadrosu değiştirildi ve kadroları yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d’ye dönüştürüldü. YÖK Başkanı Yekta Saraç ve AKP Eğitim Komisyonu sözcüsü Ertan Aydın, bunun darbe girişimi ile alakası olmadığını, zaten üniversitelerde 50/d istihdamının yaygınlaşması gerektiğini ifade ettiler!
Böylelikle “geri çağırma” düzenlemesinin hukuksuzluğu tescillendiği için OHAL’i de fırsat bilip daha beter bir düzenleme getirdiler. Yani göz göre göre ÖYP’lilerin özlük ve sosyal haklarını gasp ettiler.
Çünkü ÖYP’liler, bu programa girerken doktoralarını tamamlayana kadar öğrenim haklarının kesintiye uğratılmayacağını, kendilerinin kullanımına sunulan bütçelerinin olduğunu ve doktoralarını bitirdikten sonra da kadrolarının olduğu üniversiteye dönerek mesleki hayatlartına (!) devam edeceğini düşünüyordu. Ama 50/d ile istihdam edilmek, bundan çok farklı sonuçları doğuracak. Neden mi?
Çünkü 50/d ile istihdam, yani yıllık sözleşme ile istihdam edildiğinizde, yüksek lisansınızı ya da doktoranızı başarıyla bitirdiğinizde işsiz kalabilirsiniz. Kim işsiz kalmanıza yol açabilir? Tez danışmanınız, bölüm başkanınız, dekan, rektör. Yani üniversitenin hiyerarşik yapısında sizi kim istemiyorsa ya da sizi kim makbul görmüyorsa…
Üstelik bir de rektörlerin doğrudan atandığını düşünecek olursak, muhalifseniz, bölümünüz size sahip çıkmıyorsa ki çıksa bile işler çok zor olabilir, 50/d’li olduğunuz için işsiz kalma riskiniz çok yüksek! Kaldı ki ÖYP, araştırma görevliliğinde güvencesiz istihdamın biçimleşmiş hali olan 50/d’ye göre daha güvenceli bir çalışma yaşamı sunduğu için daha fazla talep edilmekteydi.
Ama ÖYP’lilerin üzerindeki senet baskısı o kadar fazlaydı ki, kimileri 50/d’ye geçirildikten sonra işten atılırsam, KHK’daki düzenleme nedeniyle senet tutarını ödemek zorunda kalmayacağım diye düşündü. Aslında haklılar da. Çünkü 400-500 bin TL’ye varan senetlerden bahsediyoruz.
İşte bunların sonucunda söyleyebiliriz ki artık eleştirel, özgür, hükümetin ya da rektörlerin onaylamadığı akademik çalışmaları yürütmek dünden çok ama çok daha zor! Ve herkes de bu gerçeğin farkında!
Bilimsel özgürlüğün olmazsa olmazı…
Unutmadan söylemek istediğim bir şey daha var. 14 Mayıs 2015’te ÖYP Usul ve Esaslar’da değişiklik yapılarak, YÖK Yürütme Kurulu tarafından belirlenen alanlardaki kadrolara başvuru için ek olarak Alan Sınavı getirildi. Sınavı yapacak komisyon/ komisyonların da YÖK tarafından belirlenmesi sağlandı. Üstelik bir de Alan Sınavının sadece yazılı, sadece sözlü ya da “yazılı ve sözlü” biçimde yapılabilmesi için düzenleme yapıldı. Yani YÖK’ün seçtiği komisyonların bölümlere araştırma görevlisi seçmesi sağlandı.
Bu durumun sonucu olarak AKP’nin kadrolaşma açısından etkili olamadığı bölümlerde ciddi bir kadrolaşma hareketinin başlaması şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla karşımızda YÖK’ün jürileri tarafından seçilen ÖYP’liler olduğunu da unutmamalıyız. Hal böyle olunca biraz önce ifade ettiğim makbul görülmenin kriteri de açığa çıkmış oluyor sanki.
Sonuç olarak, aynı işi yapmalarına rağmen ÖYP, 33/a, 50/d, 35. madde gibi farklı statülerde istihdam edilen araştırma görevlilerinin varlığı ve yaşadıkları sorunlar dahi aslında bizlere bir şey söylüyor. Bu da bilimsel özgürlüğün olabilmesi için iş güvencesinin, üniversitelerin kurumsal özerkliğinin olmazsa olmaz olduğudur.
Barış için Akademisyenler süreci ve ÖYP
Barış için Akademisyenler süreci ÖYP’lileri nasıl etkiledi?
Aslında, “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” bildirisinin yayınlanmasıyla birlikte üniversitelerde yaşananlar, sadece ÖYP’lileri değil akademideki güvencesiz istihdamın yakıcılığını, üniversitelerin kurumsal özerkliğinin nasıl buharlaştırıldığını, rektörlerin bir anda nasıl rektatörlere dönüştüğünü, disiplin hükümlerinin nasıl keskin bir bıçağa dönüştürüldüğünü ve en önemlisi de YÖK’ün 12 Eylül’ün kendisine biçtiği rolü hala nasıl tıkır tıkır yerine getirdiğini gösterdi.
Ama ÖYP’liler özeline dönecek olursak, ilk olarak YÖK’ün ÖYP Usul ve Esaslar’da yaptığı hukuksuz bir düzenlemeyi hatırlatmak gerekir. Neydi o? YÖK, 04.02.2016 tarihinde yaptığı değişikliklerle ÖYP Usul ve Esasları’nın 11. Maddesinin 3. Fıkrasında değişikliğe giderek, derslerini başarı ile tamamlayan binlerce ÖYP’li araştırma görevlisi’nin daha öğrenimlerini bitirmeden (tez yazma süreci de öğrenim süresine dahildir) kadrolarının bulunduğu üniversitelere dönmek zorunda bıraktı.
Tekrar örneğimizi hatırlayacak olursak, yani Bozok Üniversitesi talep ettiği anda Ankara Üniversitesi’ndeki ÖYP’li Yozgat’a dönmek zorunda bırakıldı. Halbuki ÖYP ile amaçlanan neydi? Amaç, ÖYP’li araştırma görevlisinin doktorasını bitirdikten sonra, öğretim üyesi olarak kadrosunun bulunduğu yere dönmesiydi. Bu düzenlemeyi Eğitim Sen Danıştay’a taşıdı. Sadece bununla kalmadı tek tek çağrılan tüm üyeleri için de idare mahkemelerine dava açtı ve hepsini kazandı.
Şunu da hemen belirtelim, üniversiteler kimleri çağırdı dersiniz? Çağrılan ÖYP’lilerin büyük çoğunluğu imzacı kişilerdi. Aynı bölümde 3 imzacı, iki imzacı olmayan araştırma görevlisi varken sadece imzacılar çağrıldı! Çünkü asıl arzuları, imzacı ÖYP’lileri kadrolarının bulunduğu üniversiteye göndererek eziyet etmekti.