AKP, Batı liberalizminin ekonomik ve politik desteğine ihtiyaç duyduğu dönemde (2002-2009) Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Dünya Ticaret Örgütü gibi finans kuruluşlarının desteklediği liberal eğitim modelini kabullenmiş göründü ancak liberalizmin küresel temsilcileri, toplumsal dönüşümün Türkiye temsilcisi olarak görevlendirdikleri siyasal İslamcıların aslında cihatçı olduğunu çok sonra fark etti.
Türk eğitim sistemi, 14 yıllık AKP iktidarının ikinci yarısından beri yazılı olmayan dini normların baskısı altında. Bu aynı zamanda modernleşme sürecinde yazılı normlara ruhunu veren laikliğin baskılanması anlamına gelir. Batı’dan farklı olarak laik değerler üretememiş olmamız, bu kısa sürede, varlığını ulusal ve küresel kültürün dışında sürdürmeye razı dini grupların ortaya çıkıp etkin olmasına yol açtı.
Devletin desteğini arkasına alan irili ufaklı her dini cemaat, herkes için meşru bir kavram olan ”eğitim” etrafında kendini yeniden üretti. Hemen belirteyim ki Gülen Cemaatinin eğitimsel faaliyetini, AKP ile ortaya çıkan veya görünür olan TÜRGEV, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, ÖNDER (İmam Hatip Mezunları Derneği) ve son olarak devlet tarafından kurulan Maarif Vakfı gibi yeni nesil cemaat yapılanmalarından ayrı tutuyorum.
Gülen Cemaati her ne kadar bir motif, folklorik bir unsur olarak dini kullanmış olsa da, esas olarak kapitalist değerlerle çatışmıyordu. O, Batılı neoliberal politika ve politikacıların Müslüman ülkelerde anlaşılmasını kolaylaştıran politik bir aktördü. Çevresinde örgütlenen Müslüman unsurlar ise ister yoksul ister varsıl olsun, O’nun açtığı kapı aralığından liberal ekonominin imkanlarından yararlanma peşinde koşan yeni fırsatçılardı.
Erdoğan’ın Gülen’den Farkı
Erdoğan, Gülen Cemaati’nden farklı olarak İslam’ın selefi (vahhabi/geleneksel) kanadını temsil ediyor. Selefilik, diğer mezheplerin aksine insan iradesi ile ilişkili değerleri şiddetle reddeder. Bu yönüyle Selefiler, Gülen Cemaati’nin, her ne kadar dine vurgu yapsa da modern eğitimin bilgi, davranış ve öğrenim yöntemleri içinde kalmasını İslami bulmaz. Bunu, Erdoğan’la Gülen arasındaki kavganın nedenlerinden biri olarak not edersek, AKP’nin tırnağı yer tutana dek liberal gözüktüğü iktidarının ilk yarısında etkin olan Gülen Hareketi ile otoritesini pekiştirdiği ikinci yarıda onun yerini alan dini yapılanmaların işlevini anlamamız kolaylaşmış olur.
AKP, Batı liberalizminin ekonomik ve politik desteğine ihtiyaç duyduğu dönemde (2002-2009) Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Dünya Ticaret Örgütü gibi finans kuruluşlarının desteklediği liberal eğitim modelini kabullenmiş göründü. Öğretim programları, öğretme yöntem ve teknikleri, eğitim materyalleri, öğretmenin rolü, öğrenci tanımı baştan sona bu merkezlerden gelen finansal destekle, onların telkinleri doğrultusunda liberalize edildi. Öğrenci merkezlilik, yapılandırmacılık gibi kavramlarla topluma sunulan liberal eğitim modelinin temel felsefesi, öğrenciyi okula uydurmak ve eğitimin temel kaynağı bilimsel bilgiyi problemli hale getirmekti. Liberaller için bilgi; toplumun, kamusal alana katılmada kullandığı ve sosyal politikalara meyletmesine yol açan tehlikeli bir şeydi. Eğitimi toplumsal dönüşümün aracı olarak kullanan liberaller, bu süreçte bilgiyle öteden beri problemli olan dinle müttefik olmakta sorun görmedi. Ancak liberalizmin küresel temsilcileri, toplumsal dönüşümün Türkiye temsilcisi olarak görevlendirdikleri siyasal İslamcıların aslında cihatçı olduğunu çok sonra fark etti.
Mali desteğin kaynağı değişiyor.
Türkiye’de yönetimi elinde bulunduran siyasal İslamcıların, cihatçı yönünü gizlemeden ortaya çıkarmasına demokratik taleplerin dillendirildiği Arap baharı ayaklanmaları vesile oldu. Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya doğru adım adım ilerleyen demokrasinin fazla gecikmeden kapısına dayanacağını hisseden Suudi Arabistan, bölgedeki tüm radikal unsurlarını harekete geçirdi. Bu sürede siyasal İslam’ın önemli aktörü haline gelen Recep Tayyip Erdoğan’a düşen görev ise Suudi Krallığının meşruiyetini tartışma konusu olmaktan çıkaracak şekilde, İslam’ın Suudi yorumuna sadakatini göstermekti. Erdoğan, dili ve pratiği ile o tarihten beri Suudi Arabistan’ın biçtiği role uygun davrandı. Suudi Arabistan ise onu ve hükümetini mali yönden destekledi ve özellikle her fırsatta Ortadoğu’ya model olarak gösterilen Türkiye’nin Batı değerlerinden kopuşuna hizmet edecek şekilde eğitim kurumlarının dönüşümüne büyük ölçekte mali kaynak aktardı.
Suudi Arabistan’dan karşılıksız 10 milyar dolar
Suudi Arabistan’ın Türkiye eğitim sisteminin laik yapısını dönüştürecek girişimlere karşı ne denli cömert davrandığını AKP hükümetinin bakanlarından biri olan Erdoğan Bayraktar’ın Akşam gazetesine verdiği bir mülakattan öğrendik. Bayraktar Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye karşılıksız olarak 10 milyar dolar para hibe ettiğini, karşılıksız yardımın(!) devam edeceğini açıkladı.2 Bir kısmı dönemin başbakanı ile bir banka genel müdürünün evinde saklı iken 17-25 Aralık operasyonlarıyla ortaya çıkarılan paraların kayıt dışı olduğu hiçbir zaman inkar edilmedi. Evinde parayla yakalananlar, paraların imam hatip okulları, öğrenci yurtları ve cami yapımında kullanılacağını beyan ederek aklanmayı denedi. Dönemin Suudi kralı Abdullah Bin Abdülaziz, ayrıca TÜRGEV faaliyetinin finansmanında kullanılmak üzere, şahsen Bilal Erdoğan’ın kişisel hesabına 100 milyon dolar bağış(!) yaptı.
12 Eylül’deki dost(!)
Yeniden gelir Suudi Arabistan’ın Türk eğitim sisteminin dönüşümüne ciddi yatırım yaptığını, yatırımı sadece hükümet nezdinde değil, TÜRGEV örneğinde olduğu gibi çeşitli vakıf, dernek ve cemaatleri de kapsadığı bilinmektedir. Suudi Arabistan, 12 Eylül döneminde döviz krizi yaşayan Türkiye’nin yurtdışındaki imamlarının maaşını da RABITA3 aracılığı ile ödemişti. Bugün aynı amaç ve yöntemlerle daha sistematik bir şekilde, bu kez eğitim kurumlarının cihatçı İslamcıların üretildiği yerlere dönüşmesine kaynak aktarılmaktadır. Suudi Arabistan ve yerli partnerleri, çocuğunu özel okullara kaydederek eğitimdeki dinselleşmenin toplum talebi olmadığı algısına yol açan özel okulları da faaliyet alanına dahil etmektedir. Bunun bir sonucu olarak Suudi Arabistan, 10 bin TL sermaye ile kurulmuş dershaneden dönme bir okul markası olan Mektebim Okullarına ortak oldu ve yüzlerce okulu satın alarak bünyesine kattı.
Eğitim kurumları cihatçılara emanet
Eğitim kurumlarımızın laik değer ve ilkelerden uzaklaştırılıp selefi cihat
çıların karargâhına dönüştürülmesi Suudi Arabistan’ın mali, hükümetin siyasi desteği ile masum, yardımsever, dayanışmacı(!) vakıf ve dernekler eliyle inşa edilmektedir. TÜRGEV, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, ÖNDER ve diğerleri yurtiçinde hükümet politikalarına uygun pratikleri gerçekleştirmekle görevlendirilmiş yapılardır. Hükümet tarafından Mart 2016’da kurulan Maarif Vakfı ise aynı amaçlar doğrultusunda faaliyetini başka ülkelerde yürütmek üzere kurulmuştur.
Suudi Arabistan, 12 Eylül döneminde döviz krizi yaşayan Türkiye’nin yurtdışındaki imamlarının maaşını da RABITA aracılığı ile ödemişti. Bugün aynı amaç ve yöntemlerle daha sistematik bir şekilde, bu kez eğitim kurumlarının cihatçı İslamcıların üretildiği yerlere dönüşmesine kaynak aktarılmaktadır.