2016 yılında, G-20 ve NATO üyesi, AB’ye adaylık süreci resmi de olsa devam eden bir ülkede bir cuma gecesi Twitter’da gördüğüm haberi hatırlıyorum: Boğaziçi Köprüsü’ne tanklar çıktı. Dünyanın en stratejik üç ülke grubuna üye bir ülkede askeri darbe girişimi olması ve iktidarın bundan haberdar olmaması ihtimali kimsenin aklına gelmiyordu. Nasıl olduysa oldu, askerin bir kısmı sokağa çıktı ve ülkenin yönetimine el koymaya kalkıştı. Radyoyu işgal etti, TSK’nın Twitter hesabını ele geçirip bildiri yayınladı, Meclisi bombaladı. Sonra halk sokaklara çıktı. Darbe girişimi püskürtüldü ve seçilmiş hükümet ayakta kaldı. Çatışmalarda 300’den fazla kişi hayatını kaybetti.
17 Temmuz gecesi sabaha karşı telefonum çaldı. CMK servisinin robotu arıyordu. Açtım ve görevlendirmeyi kabul ettim. Adliyedeki sahne şuydu: binlerce asker yüzlerce polisin kontrolünde adliyeye getirilip tutuklanarak cezaevine götürülüyordu. Avukatların büyük çoğunluğu görev almayı kabul etmediği için çok az bir avukat grubu, gruplar halindeki askerlerin avukatlığını yapıyordu. Askerler zorunlu müdafilik kapsamındaki bir suçtan yargılanıyordu ve biz orada imzası alınması gereken avukatlar olarak görevimizi yerine getiriyorduk. İlk sorguya girdiğimde hiçbir savunma alınmadığını, sadece olayın anlattırıldığını fark edince müdahale etme gereği duydum: madem ki darbeyi püskürtmüştük ve hukuk ayaktaydı, o halde herkes savunma hakkını özgürce kullanabilmeliydi. Ne yazık ki pek etkili olduğum söylenemez.
Batmanlı bir ere sordu sorgu hakimi: TC hükümetini cebren ilga etmekle suçlanıyorsun. Savunmanı yap. Er dönüp arkadaşlarına bakınca hakim tekrar bağırdı: bana bak, başkasına bakma! Abi önce Memet konuşsun mu? Diyebildi sadece. Abi değil hakim bey diyeceksin! Darbe girişimine katıldın mı? Cevap: Ben yapmadım abi. Komutan bizi toplayıp araçlara bindirdi, bir yerlere gittik, ben İstanbul’u bilmiyorum, sonra vatandaşları gördük, sonra biz daha anlamadan uzman çavuş arabaları ters çevirdi. Başka bir kışlaya girdik. Sonra da polisler geldi aldı. Soru: vatandaşlar size tepki gösterince darbe olduğunu anlamadın mı? Sen kanunsuz emir nedir bilmiyor musun? Cevap: Ben acemideyim, 20 gün oldu geleli.
İkinci gün bana artık sıra gelmez diye düşünüp evime döndüm. Telefonum tekrar çaldı. Bu sefer arayan robot değil, CMK servisindeki görevliydi, tekrar görev almak isteyip istemediğimi sordu, dünyanın en büyük barosu zorunlu müdafilik için yeterince avukat bulamıyormuş. Kabul ediyorum dedim. Tekrar gittim adliyeye. Sahne aynı. Binlerce asker sulh ceza hakimliklerinin olduğu katta, kelepçeli şekilde bekliyor. Arada bir sandviç geliyor biraz, bölüşüyorlar. Sonra mübaşirler bağırarak okuyor listeyi. Sorguya girmeden önce müvekkillerimle görüşme yapmak istiyorum. Avukat bey, ne görüşü ya, sizi mi bekleyeceğiz burada, görmüyor musunuz kalabalığı? Beklediler.
Avukat başına beşer asker veriliyor. Duruşma salonuna giriliyor ve sırayla kalkıp olayların nasıl geliştiğini anlatıyorlar. Çoğunun hikayesi aynı, çünkü zaten aynı bölükte askerlik yapıyorlar.
“Komutanım akşamüstü (komutanım değil hakim bey diyeceksin!) özür dilerim hakim bey, akşam iştimasından sonra yatakhaneye gittim. Eşofmanlarımı giyerken bölük komutanı girdi koğuşa, herkes on beş dakika içinde iştimada olsun, diye bağırdı. Hemen tekrar hazırlandık. Dediler ki “topkop” var. Ben ne olduğunu bilmiyordum. Toplumsal olaylarda polise yardıma gidiyormuşuz. Aceleyle kamyonlara bindik, kışladan çıktık, bir yerlere gittik. Uzman çavuşumuz bizi indirdi, dedi ki burada nöbet tutacaksınız. Sonra baktık halk geliyor. Bağırıyorlar bize, döndüm dedim ki komutanım ne oluyor? Kes sesini, sadece emirlere uy. Sonra başka bir rütbeli geldi efendim. Ben tanımıyorum. Tekrar kamyona bindirdi bizi. Kışlaya geri geldik. Sabahına da polisler geldi hepimizi götürdü.”
“Hakim bey, öğlen iştimasında bölük komutanımız dedi ki bugün çok büyük terör tatbikatı yapılacak. Ordu komutanı gelecek. Herkes alarmı duyar duymaz araçlarına binsin. Akşamüstü siren çaldı. Arabalara bindik. Sonra yolda halk bizi durdurdu. Bazıları bize küfür ediyordu. Ne olduğunu anlamadık. Baktık ki yol kapalı, sonra başka bir yerlere gittik. Nereye gittiğimizi bilmiyorum. Silahlarımız doluydu. Komutanlar çok gergindi. Biz de başta şakalaşıyorduk, tatbikat için bu kadar masrafa değer mi diye. Sonra halkı öyle görünce korktuk. Ben dedim bu işte bir iş var. Sonra bir yerde durduk. İnince baktık ki askeri lojmanlar. Bölük komutanımız dedi ki, herkes silahını araçta bıraksın. Öğlene kadar orda bekledik. Sonra polisler geldi aldı.”
“Anlat bakalım, darbeye katıldın mı?” “Hayır efendim ben katılmadım. Bizi de topkop diye çıkardılar, sonra bir yere gittik, komutanımız dedi ki, burada nizamiye kurun. Benle badimi nizamiyeye koydu. Sonra baktık ileriden vatandaşlar geliyor. Havaya ateş açın, dedi. Biz arkadaşımla birbirimize baktık. Bize bağırdı, sıksanıza ulan diye. Sonra havaya sıktık. Vatandaşlar gene gelince, üstlerine sıkın dedi. Biz sıkmadık, sonra komutan arkadaşımın ayağına ateş etti. O sırada ben silahı atıp içeri doğru kaçtım. Diğer askerler de içeri kaçtılar. Oranın güvenlik görevlisi bizi bir odaya soktu. Herkesin silahlarını aldı. Bizi sakladı orada. Sabah da polisler gelip aldılar bizi.”
Soru: Orada o komutanın kafasına sıkamadın mı bir tane?
Cevap: Sıkamadım efendim.
Biz Kimin Askeriyiz?
Dört gün boyunca sürekli olarak bu hikayelerin değişik versiyonları anlatıldı. Ve sürekli olarak “bu çocukların hiç bir şeyden haberi yok, sadece verilen emirleri uyguladılar, üstelik kanunsuz emir kavramının ne olduğunu da bilmiyorlar. Serbest bırakın” savunmaları yapıldı.
Hepsini tutukladılar. Haber vermek için Batmanlı erin ailesini aradığımda babası şöyle demişti: “Avukat bey ben oğlumu Türkiye Cumhuriyeti’ne emanet vermişim. Bu ne zulümdür?” Merak etmeyin, yakında serbest bırakırlar, diyebildim sadece.
Zorunlu askerlik görevini yapmak için kışlalarına “teslim olmuş” binlerce asker, komutanlarının emirlerini yerine getirdiği ve darbe olduğunu anlayamayıp “komutanlarının kafasına sıkmadıkları için”, “FETÖ”ye üye olmak, insan öldürme, insan öldürmeye teşebbüs, yaralama, TC hükümetini cebren ilga etmeye teşebbüs” suçlarından somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesi ve kaçma şüpheleri olduğu gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine konuldu. Bir asker, Boğaziçi Köprüsü’nde linç edilerek öldürüldü. Olaya ilişkin bir soruşturma olup olmadığı bilinmiyor.
Tutuklanmalarından bir süre sonra, Silivri cezaevinin karşısındaki adliye binasında teker teker savcılık ifadesi verdiler. Olayları tekrar anlattılar. Bu defa savcılar biraz daha nazikti onlara karşı. Evladım şimdi korkma, tane tane anlat, size kim emir verdi? İsimler lazımdı. Bol bol isim not etti savcılar.
Yine aradım ailelerini, merak etmeyin çocuklarınızın sağlığı iyi, yakında tahliye olurlar, dedim. Önemli bir kısmı şunu sordu: Avukat bey şimdi bu yattıkları askerlikten sayılacak mı?
Başa dönersek, 2016 yılında, G-20 ve NATO üyesi, AB’ye adaylık süreci resmi de olsa devam eden bir ülkede bir cuma gecesi, bir iktidar kavgasının büyük meydan muharebelerinden biri yaşandı. Kimin askeri olduğunu bilmeyen binlerce çocuk, bu muharebe alanında savaşmadan “terör örgütü üyesi” olarak, 4 gündür üzerlerinde taşıdıkları devletin kamuflajlarıyla, aynı devletin hakimleri tarafından tutuklandılar. Önemli bir kısmı aylar sonra tahliye oldu. Çatışmalı bölgelerde olanlar hala tutuklu.
Nazilerin yargılandığı davalarda çokça tartışılarak insanlığa miras bırakılan bir kavram: kanunsuz emir. Normal bir devlet memuru, amirinin kendisine verdiği emrin hukuka aykırı olduğunu düşünürse bunu amirine bildirir. Amir ısrar ederse memur aynı emri yazılı olarak vermesini ister ve uygular. Ancak askerlikte durum farklı. Emrin hukukiliğine ilişkin herhangi bir sorgulama ya da bildirim yasak. Hatta “emir sorgulamak” adı altında disiplin suçu. Zorla silah altına alıp her gün en kutsal bilgi olarak beyinlerine bu bilgiyi zerk ettiğimiz erler, bugün anayasal düzeni yıkmak, TC hükümetini cebren ilga etmek gibi hayatlarında ilk defa duydukları kavramlarla yargılanıyorlar. Evet, kanunu bilmemek mazeret sayılmaz. Peki bunu söyleyen kanunda “darbe yapmaya çalışan komutanın kafasına sıkmamak” şeklinde bir suç tipi var mı?
O halde şu soruyu sorarak bitirelim: bir suç politikası örneği olarak, askerlere “darbe olduğunu düşünürseniz komutanlarınızın emirlerini uygulamayın, emirleri her zaman sorgulayın” diyecek cesaretiniz var mı?