Ar. Gör. Cansu Muratoğlu,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İkinci Dünya Savaşı Mayıs 1945’te sona ermiş ve Londra Anlaşması’na ek Nürnberg Şartı uyarınca Müttefikler tarafından kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nde, 1945-1949 yılları arasında 22 Nazi görevlisi yargılanmıştır.
Aslında, söz konusu Nazilere ne yapılacağı konusunda Müttefikler arasında görüş birliği olmamıştır. İngilizler Nazilerin yargılanmaksızın infaz edilmeleri gerektiğini ileri sürerken, ABD heyeti bu yolla Nazilerin “kahramana” dönüşmelerinden çekinir ve yargılamanın pedagojik işlevi üzerinde durur: Ceza yargılamaları hem dünyaya hem de Alman halkına kendi adlarına işlenen katliamların vahametini gösterecektir[1]. Bu katliamları gözler önüne serme yöntemi olarak bireysel ceza yargılamaları benimsenir. Dolayısıyla mahkeme heyetini zorlu bir görev bekler: Mahkeme hem kitlesel katliamları tarihsel olarak gözler önüne sermek hem de bireysel failleri yargılamak zorundadır[2]. Fakat bütün bir Alman halkını şu ya da bu şekilde suçlamadan bireysel suçlar nasıl tarihi bir perspektif içinde değerlendirilebilir?
Sorun son derece temel bir sorundur ve Nürnberg yargılamalarının bu sorunun üstesinden gelemediği kabul edilir. Fakat zorluk sadece Nürnberg heyetinin galip devletlerce oluşturulmuş olmasından ve bu galiplerin de savaş suçlarından muaf olmamalarından kaynaklanmaz. Sorun, en “saf” ve “kusursuz” bir mahkeme heyetinin bile, kitlesel olarak işlenen suçlarda topluluk ve birey arasındaki sınırı kolayca çizemeyecek oluşudur. Gerçekten de, bir mahkemenin hukuken tanımlanan bireysel suçları işlememiş, fakat gönülden ya da bir takım kişisel çıkarlarla bireysel sanıkları desteklemiş ya da en azından görmezden gelmiş “sıradan” Almanları yargılaması mümkün müdür? Eğer değilse- ki modern ceza hukukuna göre değildir-, 22 Nazi üyesi yargılandığında suçluluk sorununun bütün hatlarıyla çözümlendiği söylenebilir mi?
Jaspers’in Suç Tanımları
Bu zorluğu gören ve 1946 yılında söz konusu suçluluk sorunuyla ilgili bir durum tespiti yapan Karl Jaspers’e göre sonuç, neredeyse bütün dünyanın öfkeyle Almanları suçlaması, Almanların ise kabaca ikiye ayrılmasıdır. Sayıca daha az olan bir kesim kendilerini de kapsayacak şekilde pek çok suçun suçluluğunu kabul ederken, sayıca daha fazla olan geniş bir kesim kendilerinin suçsuz, diğerlerinin suçlu olduğunu düşünür. Jaspers’a göre bu sorunu aşmanın yolu, istisnasız bütün Almanların suçluluk sorununu net bir biçimde kavramasıdır ve bunun için, suça ilişkin bir takım ayrımlar yapmak elzemdir[3].
Bu amaçla Jaspers, suçluluk sorunu çerçevesinde 4 farklı suç tanımı yapar. Cezai suç, yasaları ihlal eden eylemlerden oluşur ve yargı mercii mahkemelerdir. Siyasi suç, devlet adamlarının ve bir devlete yurttaşlık bağıyla bağlı herkesin eylemlerine dayanır ve yargı mercii galip gelenlerin otoritesidir. Ahlaki suç, birey olarak hareket eden kişinin kendi eylemlerinden sorumluluğudur ve burada yargı mercii kişinin kendi vicdanıdır. Metafizik suç ise, insanlığın üyesi olan her bir insanı dünyadaki her haksızlıktan sorumlu tutan dayanışma duygusuna dayanır, yargı mercii ise yalnızca Tanrı’dır[4].
Jaspers’a göre, suç kavramları arasında yapılan bu ayrım, “bizi kötü bir yargıcın her şeyi kademe gözetmeksizin tek bir düzleme indirdiği yüzeysellikten” kurtarmaya imkân tanır ancak yine de, bütün bu ayrımlar, ayrım yapılan şeylerin birbirleriyle ne kadar bağlantılı oldukları gözden kaçırıldığında insanı yanılgıya sürükler[5].
Aslında Hepimiz Suçlu(mu)yuz?
Gerçekten de, bu bağlantı özellikle siyasi suç ile ahlaki suç arasındaki ilişkide gündeme gelir ve ayrımın sınırını iyice belirsizleştirir. Jaspers’e göre, yaşamı boyunca iktidar ilişkileriyle çevrili olmak her insanın yazgısıdır. Dolayısıyla politika ile insan olmak arasında mutlak bir ayrım yapılamaz. Ahlaki ve siyasi suç arasında radikal bir ayrım yapılamamasının nedeni de budur. Peki, neden Jaspers yine de böyle bir ayrım gözetmeyi tercih etti sorusuna verilecek cevabın ise Jaspers’ın kolektif toplum ve kolektif suç anlayışında yattığını düşünüyorum. Jaspers’a göre, bir halkın her bir üyesine teşmil edebilecek halk karakteri diye bir şey yoktur ve bir halkı tanımlamak için çizilecek hatların tamamı olgular tarafından aşılır: bir halk bir bireye dönüştürülemez ve kahraman ya da suçlu olamaz; bunu yalnızca onun içindeki münferit bireyler yapabilir. Öyleyse, Jaspers’a göre, ceza kanunlarında yer alan suçlar dışındaki sorumluluk meselelerinde bireyleri birey olarak ilgilendiren alan ahlakidir. Kolektif suç ancak siyasal sorumluluk çerçevesinde söz konusu olabilir ve burada, insanların nasıl yönetildiği herkesin ortak sorumluluğuna dahil olan bir konudur. Bu kapsamda, çoğunluğun siyasete yabancılaşması ve kişinin siyasi sorumluluğu kendi üzerine düşen bir vazife olarak görmemesi suçluluk sorununun temel bileşenlerindendir ve Jaspers’a göre, dayanışma ve ortak sorumluluk bilinci ancak suçluluk bilincinden doğabilir[6].
[1] Stephan Landsman, Crimes of Holocaust, The Law Confront Hard Cases, University of Pennsylvania Press, 2005, s.6.
[2] Lawrence Douglas, Memory of Judgement, Making Law and History in the Trials of the Holocaust, Yale University Press, 2001, s.5.
[3] Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, çeviren Emre Zeybekoğlu, İthaki Yayınları, 2015, İstanbul, s.55.
[4] Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, s.56-57.
[5] Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, s.58.
[6] Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, s.148.