Recep Tayyip Erdoğan, ‘İstanbul’a ihanet ettim, sorumluyum’ lafını ettiğinden beri ihanet kavramı üzerine kafa yorar olduk hep beraber. İstanbul tarafından aldatılmamış olması İstanbul’a karşı bir zafer kazanmamış olması ama ona ihanet ettiğini itiraf etmesi bizi bir sürü soruyla karşı karşıya bıraktı. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu söylemi, belki de ilk kez kendini mağdur ya da muzaffer olarak konumlandırmadan yaptığı açıklama. Erdoğan muzaffer ya da mağdur olmadığı durumda kimdir? Kendisini ilk kez böylesi bir açıklamaya zorlayan İstanbul, belki de kendisini alt eden ilk öge midir? Ve en önemlisi Erdoğan İstanbul’a nasıl ihanet etti?
Ne dedi Erdoğan; “Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterini kaybetmeden, yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum. İstanbul’da tüm ihtişamıyla Batı Roma’nın, Bizans’ın izlerini görürken, aynı zamanda Medine’nin tevazuna ve manevi derinliğine de şahitlik edersiniz. Bu dikey mimariyle olanları kastetmiyorum, ondan öncesini kastediyorum. Yani ben çocukluğumu arıyorum İstanbul’da.”
Recep Tayyip Erdoğan tarafından gelen bu İstanbul güzellemesinin altında kendisinin İstanbul’la olan ilişkisi yatıyor. Onu Cumhurbaşkanı yapan ve AKP’yi bu kadar güçlendiren Belediye Başkanlığı zamanında kent yoksullarıyla kurduğu bağ, inşaata dayandırdığı ekonomi ve bu sistemin ortaya çıkardığı yeni sınıf. Bir nevi AKP şu anki durumunu kentlerdeki varlığına, Recep Tayyip Erdoğan ise özellikle İstanbul’a borçlu. AKP İstanbul’a çok şey borçlu olduğunun farkında ancak İstanbul’u olduğu gibi kabul etmiyor. Onu yaratan İstanbul’u onu güçlendirecek bir kaynak, cevher olarak görüyor. İstanbul onlar için daha çok oy, daha çok ihale, daha çok para, daha çok proje, daha büyük proje, daha çok inşaat, daha büyük inşaat, en mega inşaat. Bu eylemlerin hepsi de “Ecdadımıza sahip çıkıyoruz” şiarıyla yapılıyor. Fatih gibi fethediliyor İstanbul. Afet yasalarıyla, yenileme alanlarıyla, mega projelerle.
2005’te Erdoğan “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” demişti ve yıllardır sermayeye pazarlamakta. Bu pazarlıkları anlamak için birkaç örneğe bakalım. Mesela, 2018 bütçesinde Kamu Özel İşbirliği Projeleri olarak adlandırılan otoyol ve köprüler ile şehir hastaneleri için taahhüt edilen ödemeler için: bütçeye toplam 6.2 milyar TL ödenek konulacağını açıkladı. Buna göre; 2018 yılı için ulaştırma projelerinde verilen garanti ödemeleri kapsamında 3.6 milyar TL, şehir hastaneleri için ise 2.6 milyar TL ödenek konuluyor. Hali hazırda yapılmış projelerden Avrasya Tüneli’nin açılmasından sonra ise taahhütle arasındaki 48 bin araçlık fark halkın cebinden ödeniyor. AKP’nin projesinin hazineye iki ayda getirdiği zarar yaklaşık 34 milyon lira. Üçüncü köprü için 135 bin araç garantisi verilmiş. 3 dolarlık geçiş ücreti üzerinden yapılan hesapla devletin günlük 405 bin dolar, yıllık ise 147 milyon 825 bin dolar gelir garantisi sunulmuş.
Sayılarda kaybolmamak adına özetlediğimizde ise artık yatırımcının gelmesi için devlet bu projelerin yapılması için kendi cebinden garanti veriyor. Diyor ki siz ne olur bu köprüyü, tüneli yapın ben kendi cebimden karşılayacağım. Bu kabul ettiği ihaneti para için gerçekleştirse, kazançlı olduğunu söyleyemeyiz.
Peki pazarlamanın yanında İstanbul’ a başka nasıl ihanet etti Tayyip Erdoğan? Daha önemlisi ona bunu kabul ettiren, belki de vites değiştirme girişimine geçmesine neden olan etken ne. Batı Roma’nın Bizans’ın izlerini görmekten bahsederken bütün Levanten mirasını yok eden şantiyeye dönüşmüş, yıllardır sistematikçe kimliksizleştirilen Beyoğlu’na, hele kendi mahallesinde durmadan dozerler çalışıyor, Fikirtepe’de satılamayan dairelerin üstüne yeni daireler ekleniyor. Planlı Alanlar İmar Yönetmeliğiyle “Yatay yapılaşma”nın önünü açmak söylemiyle, yerin altına yapılaşma izinleri veriliyor, bina oturma alanları parsel bazında %40’dan %60’a çıkartılıyor. İstanbullular olarak ilerleyen yağmurlar için dalgıç kıyametlerimizi, şnorkellerimizi hazır tutmayı öğrenin deniliyor bize kısaca.
İhanet sözcüğü TDK’da iki farklı anlamla tanımlanmış. 1. Hainlik, Kötülük Yapma 2. Karı, Koca Birbirini Aldatmak. AKP’nin İstanbul politikası, kent hakkı savunucuları tarafından yıllardır İstanbul’a hainlik ve kötülük olarak görülüp, uyarıldı.
Bu uyarılara karşı Recep Tayyip Erdoğan çok önce değil 21 Nisan 2017’de Osman Gazi Köprüsünün açışında şu açıklamayı yapmıştı. “Adı mimar, mühendisler odası; işleri güçleri ne biliyor musunuz? Bir yerde abide yükselecek, onu durdurmak için yargıya gitmek. İşleri güçleri bu. Her yargıya gidişlerinden eli boş dönerler. Ama dertleri inşa etmek değil yıkmak. Dikkat edin bizim her projemiz birileri tarafından protesto edilmiştir. Yargıya götürülmüştür, yargıdan engelleyici kararlar da çıkarılmıştır. Köprü yaparız, turizm projesi başlatırız karşımızda bunlar. Cumhurbaşkanlığına külliye yaparız, yol, havalimanı, hızlı tren yaparız, karşımızda bunlar. Konut yaparız, hastane yaparız, okul yaparız, karşımızda bunlar..”
Recep Tayyip Erdoğan çocukluğunu arıyormuş. Kendi elleriyle yok ettiği kentimizde bulması artık çok zor. Biz Kentsel Dönüşüm Projeleri yüzünden bir hafta öncesini bulamıyoruz inşaatlar arasında. Haydarpaşa Garı’nda trenleri bulamıyoruz. Beyoğlu’nda Emek Sineması’nı, Narmanlı Han’ı bulamıyoruz. Karaköy’de Paket Postanesi’ni bulamıyoruz. Tarlabaşı’nda yaşayanların kurduğu kolektif hayatı bulamıyoruz. Kırptığınız Kuzey Ormanlarında yok ettiğiniz doğal hayatı bulamıyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan, ihanetini itiraf ettiğine göre artık yapması gereken şey neden olduğu tahribatı durdurmak ve hesabını ödemeye çalışmaktır. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları odasının yıllarca açtığı davalara teker teker bakmakla başlayabilir hatta bypass ettiği ÇED gerekliliğinin neden olduğu sonuçları inceleyerek.
Yok ettiği Tarlabaşı, Sulukule gibi mahallelerinin hesabını vermeli, bu yıkımların önünü açan 2005 tarihli 5366 sayılı yasayı bir an önce iptal etmelidir. Bir de kimliksizleştirmek için bu kadar çaba harcadığı Beyoğlu’nu artık bir rahat bıraksın mümkünse. Beyoğlu çok kültürlülüğüyle, kira kanunuyla sürdüğü esnafıyla, AKM’siyle, Emek Sineması’yla Narmanlı Han’ıyla İstanbul’un kalbidir. Hiçbir iktidar tarafından ehlileştirilememiş ve ehlileştirilemeyecektir.
Mutlak yapı yasağı olan, yeşil alan ya da kısmı imarı olan yerlerde, merkezi hükümetin kararıyla ve ayrıcalıklı imar izinleriyle, Ataşehir, Fikirtepe, Ümraniye bölgelerine yapılmaya devam edilen yüksek yapı inşaatları bir an önce durdurulmalıdır.
17 Ağustos 1999’da on binlerce kişinin yaşamını yitirdiği Gölcük depreminin ardından ‘Afet Acil Eylem Planı’ çerçevesinden belirlenen 493’ten 77’ye düşen alanlara inşa edilen AVM’ler ve gökdelenler hakkında bir an önce harekete geçilmelidir. Afet bahanesiyle çıkarılan 6309 sayılı afet yasayla yerinden edilen mahallelilere, depremde AVM’lere sığınmaları gerektikleri açıkça söylenmelidir.
Ali Sami Yen Stadı arazisine Mecidiyeköy Torun Center, Ağaoğlu Maslak 1453, Zincirlikuyu Karayolları arazisine Zorlu Center yapıldı. Bu projeler sadece İstanbul’un çehresini değiştirmekle kalmadı, denetimsiz, bir an önce oldu bittiye getirilen bu inşaatlarda çalıştırılan işçilerin hayatlarına maloldu. Galataport, Haliçport, Kabataş Martı projeleri ise İstanbul kent yaşamına önemli zararlar verecek, kıyı kullanımını halka kapatacak. Bu projeler bir an önce durdurulmalıdır. 1
Bir yandan da, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın da yaptığı “Şehirlerin canına okuyoruz” açıklaması ve bu yatay yapılaşma sevdası yer altı projelerinin önünü açmak için mi dile getiriliyor diye düşünmüyor da değiliz. Yoğunluk arttırıcı projelerden vazgeçmedikçe dikey ya da yatay yapılaşma farketmeden İstanbul’u trafiğe, sele, kaosa mahkûm edecek anlayışla, şekil değiştiren bir ihanette devam edilmesinden çekinmekte fayda var. Recep Tayyip Erdoğan gerçekten çocukluğunu mu arıyor yoksa İstanbul’u rant için harcayacak yeni bir yöntem arıyor hep beraber göreceğiz. Planlı Alanlar Yönetmeliğindeki parsel bazında yapılaşma artışı ve denetlenemeyecek kazı izinleri, yeraltı yapılaşmasına yol açan yeni düzenlemeler bize başka şeyler söylüyor.
Recep Tayyip Erdoğan, gerçekten arıyorsa eğer çocukluğunu ancak İstanbul’dan elini çekerek bulabilir. Erdoğan ve iktidar ne yaparsa yapsın, biz İstanbul için direnmeye devam edeceğiz çünkü ilginç bir şekilde Erdoğan’ın dediği doğru bir şey var. İstanbul’un her sokağında saklı bir tarih, asırlık bir tecrübe vardır. Evet. AKP iktidarı sayesinde bunun yanında her sokağında en az bir hafriyat kamyonu bitmek ve bilmeyen inşaat sesleri, durmak bilmeyen tahribat var. Ama bir yandan da hatırlamamız gereken şudur ki; İstanbul’da bizim direniş tarihimiz ve sokaklarda edindiğimiz asırlık tecrübelerimiz var. Birbirimizin ellerinden tutarak bir parkı savunduğumuz, bir sinema için on binlerin birleştiği, mahallelilerin yıkıma karşı barınma haklarını savunduğu, yıllarca sayısız kültürün beraber yaşadığı şehrimiz bizim İstanbul. Bizim çocukluğumuz bu şekilde geçti sayın Erdoğan, İstanbul için İstanbul ile beraber direnerek.