14.01.2023
Saat:10:50
Sevili kardeşim Özgür,
(Bak çok efendiyim, lafa “Toraman!” diye başlamadım)
Yanıt yazmam –malum- çok uzadı. Hep derim mükemmeliyetçilik en büyük beladır, ama bu belaya düçar oluşum pek de seyrek değildir.
Çaktırmadan çaktırmadan, araya “acılı atom” alarak, yoğurtlamayı masaya pey niyetine sürerek, sakin sakin, kenardan kenardan derin mevzulara giriyor, dedim kendi kendime. Kamilen yanıtlamak, topu taca atmamak, lafı ezmemek ama sözünü meydanda bırakıp kaçmamak… dedim de dedim!
O kadar konuştum ki kendi kendime baktım 2022’yi devirmişiz, bir yerinden başlamazsam hiç başlayamayacağımı anladım. Elimi serbest bırakıyorum, lafın çürüğü olmaz ama azıcık dağınığı değerse kulağına bundandır.
Geldiğinde, hem Serteller kitabını konuşmuştuk, hem Zekeriya Bey’in Hatırladıklarım’ını hem de Edibe Abla’nın hemen yetiştirdiği Sabiha Hanım’ın Roman Gibi’sini anmıştık arada… Osmanlı Cumhuriyet’e dönerken olan biten ve sonrasında, önce 1920’ler, kısmen 1930’lar ama mutlaka 1940’lar ile ilgili okudum. Daha da okuyacağım. Neyse, bu minvalde eşinirken, dipnotlardan falan yolum Suat Derviş’e, onun hakkındaki iki biyografiye çıktı; Osman Balcıgil’in İpek Sabahlık ve Liz Behmoaras’ın Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi kitapları…
Eşitlik demişsin, lafa oradan başlamışsın ya bence Suat Derviş (ihtimal Henri Barbusse isimli bir yazardan mülhem) eşsiz bir provokasyon ile tartışmayı kolaylaştırıyor: “Hürriyet ve kardeşlik birer kelimedir. Oysa eşitlik bir olgudur.”
Önce, niçin “eşsiz bir provokasyon” dediğimi azıcık açmak isterim. Malum bir konuyu gerçekten tartışmanın önündeki engel “ortalamacılık” yani kendi fikrini, fikrin içinden doğduğu tarihsel/toplumsal yada başkaca bağlam(lar)ı işaret etmeye itirazım yok, ama bırak “eylemli tercih”te bulunmayı bir fikrin mantıksal sonuçlarının dahi göğüslemekten korkan, kokmaz bulaşmaz ve esas olarak her daim “doğru” olduğu imgesine yatırım yapan bir hal var. Solun son otuz-kırk yılı bu ürkeklikle, “onu da söylüyorum, ama aynı zamanda bunu da söylüyorum ve tam da bu yüzden öyle hareketsiz kalakalıyorum” ile geçti, geçiyor. Halbuki tarihte olan bunun tam tersidir, belki de fazla “hırçın”, fazla “dibine kadar” tartışalımcılıktır.
Neyse, bir ecnebi yazardan mülhem Suat Derviş cümlesi bu nedenle bana çok iyi geldi ve “bak” dedim, “Buradan başlayabilirim Özgür’e yazmaya”…
Doğru diyorsun Toramanım, kimi zaman kıyıdan kıyıdan kimi zaman dosdoğru “eşitlik olmadan özgürlük olmaz” diyorum.
Ama Suat Derviş’in cümlesine ise katılmıyorum.
Meseleyi biliyoruz, hukuk fakültesi tedrisatından geçenler için ise meselenin “formülü” en azından işitilmiştir. “Burjuva devrimler” çağında “siyasal haklar” en başa yazılmış ve denilmiş ki “bunlar her insanın doğuştan hakkıdır” ve bu minval üzere devam edenler, diyelim.
Çok sürmemiş, İnkılab-ı Kebir’i (Nazım öyle der 1789’a) ölçü alalım, daha elli yıl geçmeden işçi sınıfı der ki “siz ‘herkesin hakkı’ dediniz, ama bu şekil yetmiyor; maddi koşulları olmadan, sağlanmadan, kazanılmadan bu ‘hürriyetler’ karın doyurmuyor”…
Suat Derviş’in dediği ise tam burada bir yere oturuyor; 1930’lar İstanbul’unda sokak sokak dolaşarak, salgın hastalıklarla boğuşan bir kentin yoksul hanelerinde ve esasen de kadınlarla röportaj yapan hala genç bir gazeteci olan Suat Derviş’i ağlatan, feryat ettiren ile 2000’lerin başında henüz İstanbul’a adım attığında sokaklarda “yaralı hayvanlar gibi bakan çocuklara” kayıtsız kalan bir kente isyan eden genç gazeteci Özgür Erbaş’ın ağlaması, feryadı aynı şey. Ve o “şey” demiş oluyor ki “bunca yoksulluk varken” her kim ki sadece “hürriyet” yahut “kardeşlik” der ama “eşitlik” demez, Allah onun belasını versin!
Duygu budur. Hayatımızın en kıymetli hislerinden, tercihlerinden biri de budur!
Ancak, Sosyal Hukuk’un “Eşit Bir Yurttaşlık Sosyal Bir Anayasa” metninde gayet veciz bir biçimde ifade edildiği gibi Anayasada geçen “herkes”e ben de dahilim, ben de farklılıklarımla o “herkes” tanımının içindeyim, olmalıyım diyen toplumsal kesimlerin feryadını, talebini, sesini işitmeden, değil “eşitlikçi bir mücadele” taharet gidermek dahi mümkün olmaz!
Dedim ve diyorum; “özgürlük” ve “kardeşlik” bayrağında olmayan, kendi vazifesi olmayan bir “eşitlikçi” mücadele mümkün değildir. Solumuza bulaşan “demokrasi kavramı burjuvazi tarafından temellük edilmiştir” yanlışlığı tüm izleri ile beraber aşılmalıdır.
“Demokratikleşme” yolunda ilerlenmeden “hukuk devleti” denen nanenin asgari ölçütlerini kazanmak için dahi korakor bir mücadeleye adanmadan “eşitlikçilik” vaz etmek bizden uzaktır, uzak da olsun zaten…
Diyeceksin ki “Yahu olm niye ikide bir eşitlik olmadan özgürlük olmaz, diye yazıyorsun o vakit?” Bu soruyu sorarsan –kuşkusuz- haklı olursun. Ama sen bu soruyu sormazsın; çünkü özgürlükler mücadelesi, adalet mücadelesi, en özet ifadesi ile çoğulcu bir demokratikleşme mücadelesi içinde bıkmadan, usanmadan “emeği ile geçinen insanın” hakkından, hukukundan yana bir nebze daha olsun ağırlık koymaya çalışıyoruz. Mevzumuz budur!
Ya bir de “Kahire Müzesi’nin avlusunda yatanlar” da “bizimkiler” değil midir? Ya da “biz” onların buradaki “arkadaşları” değil miyiz?
Tabii “ağırlık koymaya çalışıyoruz” lafını dönüp dönüp konuşacağız. Ama ilk elden bu kadar borçlu hale getirilen bir toplumun “başı dik yurttaş” olabilmesi için bu borçluluk krizinin aşılmasında bir yordama, eğitim ve sağlık ile senin Silivri 9 No’lu çıkışında bile gördüğün tarım toprağının korunması/geliştirilmesi başta olmak üzere başı sonu ile sonu da başı ile uyumlu yani “bütünlüklü” bir kamuculuğa ihtiyacı, daha doğrusu bu zorunluluğu her fırsatta işaret etmek “hürriyet” ve “kardeşlik” için ısrar değil midir?
Neyse, laf çok. Böylelikle bir yerden başlamış say beni.
Yaralılık bahsi açmışsın; sorunun yanıtı sorunun içinde –gizli de değil- vardır. Façalarımızla yaşıyoruz, “tercih değil yönelim” formülü hayattaki pek çok bahis için geçerli kanımca.
Sosyal Haklar bahsine daha erken bir vakitte yoğunlaşmadığım için hayıflanmıyor değilim. Madem kıyıdan köşeden açmışsın mevzuyu hatırlatayım; Eşit Yurttaşlık Sosyal Anayasa metni döneminde ben daha “dümdük” bir taslaktan yanaydım. Ama “fikri çerçeve” metni de iyi oldu, fazla fazla razıyım yani
Şimdi daha somut bir metne doğru ilerleyelim teklifi mi var?
Ha, bu arada Toraman “masa da masaymış ha”.
Sarılırım
Ş. Can Atalay
Silivri A-47
* https://www.sosyalhukuk.org/2023/03/disaridan-iceriye-bir-mektup-sorular/