Hendek havai fişek katliamı davasında Sanık Yaşar Coşkun müdafi ve aynı zamanda yeğeni olan, Sanık Ali Rıza Ergenç Coşkun’un ise torunu olan Abdullah Tekneci, katliamda hayatını kaybeden Halis Yılmaz’ın babası Muammer Yılmaz’dan, katliam davasının duruşmasında “Bu orospu çocukları” dediği iddiasıyla “Kamu Görevlisine Hakaret” suçundan şikayetçi olmuş, bu şikayet üzerine Muammer Yılmaz hakkında Ferizli Asliye Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştı.
Bugün (12.10.2022) Muammer Yılmaz, bu haksız şikayet sonucunda 7280 lira adli para cezasına mahkum edildi.
Duruşmada Muammer Yılmaz, katliamın yaşandığı fabrikadan oğlunun kemiklerini sayarak aldığını hatırlatırken, Müşteki kendisinden özür dilenmesi gerektiğini söyledi.
Şimdi söz sırası bizde;
Avukatlık, yargının “üç sacayağından biri” olarak tabir edilir. Eksikliğinde bir “yargı”dan, “yargılama”dan söz edilemeyeceğinden tercih edilen bir tabirdir bu.
Egemen öyle tensip buyurduğu için, muktedir lütfettiği için değil, insanlığın yüzyıllardır süren mücadelesi ve müşterek emeği ile kazanıldığı ve ayrıca “yargı” avukatsız kurulamayacağı için böyledir.
Sadece avukatlar mücadele ettiğinden değil; halk da hakları ve ‘avukatlık’ uğruna mücadele ettiğinden biz avukatlar hakim ve savcı ile eşittir. Ama daha önemlisi, Avukatlık, bağımsızdır. Sadece muktedirden, mütehakimden değil müvekkilinden de bağımsızdır. Avukatlık kamu görevidir. Kimi temsil ettiğinden bağımsız olarak avukat görevini yaparken kamusal bir vazife ifa etmektedir.
Avukatın kullandığı yetkiler kamu düzeninden kaynaklanırken, avukatın halkı (müvekkilini) temsil ederken kullanırken kullandığı haklar kaynağını kamu düzeninde bulmanın da ötesindedir; Kamu düzenini her gün, her an, her somut olayda yeniden ve yeniden inşa eder. Anayasa’da ifadesini bulan insan haklarına saygılı ve demokratik bir kamu düzeni; ancak avukatlıkla, etkin avukatlıkla mümkündür.
Avukatın görev ifası sırasında işlediği suç nedeni ile yargılanması bu nedenle çok önemlidir ve bu yüzden daha soruşturmanın başında siyasal iktidarın izni dava şartı olarak tanımlanmıştır. Avukatın muhatap olacağı bir ceza yargılamasının küçüğü, büyüğü, önemlisi önemsizi olmaz. Avukat yargılayacaksanız mutlaka heyetin önünde çıkarmak, ağır ceza mahkemesi önünde yargılamak zorundasınız.
Avukata karşı görevi sırasında işlendiği iddia edilen suçlar da çok önemli görülmüştür. Nitekim yukarıda çok kısaca saydığımız tarihsel gelişim, birikim sonucunda avukat “halk”ın haklarının temsilcisi olduğundan “asaleten” değil “vekaleten” öncelenmiş, ayrıcalıklı görülmüş ve hem muktedire hem de herkese karşı korunması zorunlu olan hukuk devletinin ve demokratik kamu düzenin unsurlarından birisi olarak görülmüştür. Avukat, tam da bu nedenle sadece suç işlediğinde değil “avukata karşı suç” işlendiğinde de önemli görülmüş, ona karşı işlenen suçun demokratik kamu düzenine karşı işlenmiş olduğu düşüncesinden hareketle kamu görevlisine karşı işlenmiş olarak, suçun nitelikli hali olarak tanımlanmış ve muhtemel ceza da ağırlaştırılmıştır.
Peki; “orospu çocukluğu” nedir? Orospu çocuğu ifadesini nereye koyacağız? Duruşma salonunda bir anda ağızdan çıktığı iddia edilen bu ifadenin somut olaydaki niteliğini tartışmadan önce kısaca terimin kendisini tartışmalıyız.
Malum, orospuluk tarihin en eski mesleklerinden bir olarak tanımlanır. Kişi, bir meta olarak seks satar. Cinselliğin alınır satılır bir şey haline gelmesi ise –bu kısa süre içinde hızlıca mutabık olamayacağımız sair nedenlerle- kabul edilemez bulunmuş, tanım yerinde ise lanetlenmiştir.
Orospuluk, hasreten de bir kadın için lanetlidir. Köyde de kentte de orospuluk tercihen gizli yapılır, gizlenememesi yahut gizli sürdürülememesi durumunda ise toplumsal sonuçları orospu açısından son derece ağır olur. “Müşteri” konumunda olan da pek hoş karşılanmaz ancak hızlıca ve mutlaka “af” ile karşılanırken orospunun hoş görülmesinden geçtik lanetlenmesi bir ömür sürer. Hem dinen hem de örfümüzde orospunun “kurtarılması” hem itikaden sevaptır hem de toplumsal olarak hüsnü kabulle karşılanmaktadır. Yani en azından sözde ve filmlerde böyledir. Önce hamama götürülüp yıkanmasının ardından beyaz gelinlik ve dua ile, o kapıdan yeni bir hayata başlaması mümkün sayılır. Sayılır diyoruz çünkü eğer mahalle yahut şehir değiştirilmeksizin böyle bir “başlangıç” pek de mümkün değildir .
Dikkatli konuşuyoruz: “kapı” dedik, oradan devam edelim. Orospuluk, orospuluk işinin sürdürülmesi de tarihsel süreç içerisinde giderek iki birey arasındaki bir alım satım ötesine geçmiş ve tıpkı meta ilişkisinin tezahür ettiği diğer bahislerde olduğu gibi seks de “örgütlenmiş”tir. Lafı uzattık, dosdoğru söyleyelim kayıt içi yahut kayıt dışı “mekan” düzeyinde örgütlenmelerden yani genelevlerden ve adlı adınca pezevenklikten söz ediyoruz.
Yani yukarıda belirttiğimiz anlı şanlı merasimle, yunup yıkanıp gelinlikle yeni bir başlangıca adım dahi atabilmek için pezevengin itiraz etmemesinin de temin edilmiş olması gerekir. Bu işlerin şakası olmaz; ikna edilmemiş bir pezevengin elde gelinlik mekana yaklaşmaya çalışana daha köşeyi dönemeden neler edebileceğini hepimiz tahmin edebiliyoruz.
Orospu ne yapıyor, ne yapmayı tercih ediyor yahut mecbur bırakılıyorsa kendisi yapıyordur. Kazandığı para onundur, yaptığının kazancı da sadece onu ve belki de çocuğunu etkilemektedir. Ancak pezevenk başkasını sömürüyor, her durumda orospuyu istismar etmek üzere bir hayat bina ediyor ve her şeye rağmen orospuya nazaran çok daha kabul edilebilir görülüyorken, burada bir sorun yok mudur?
Misal bugün duruşma salonunda bir avukata yönelik olarak ağızdan “orospu çocuğu” çıkıverdiği değil “pezevenk” deniverdiği sanılsaydı müşteki yan bu denli “şikayet” eder miydi? Müşteki, bu lafın bir insana edilebilecek en ağır küfür olduğunu iddia eder miydi? Pek az bu insan, bu soruya hemen ve kolayına “evet” yanıtını verebilir. Açık konuşmak itikadımız gereğidir.
Biz kendi adımıza açık konuşalım, ne hakaret ederiz ne de bize hakaret edilmesine izin veririz ne de bir insanın bir diğerine hakaret etmesini isteriz.
Peki, bir duruşma salonunda yankılan ve sanık koltuğuna oturtulmuş bir babanın oğlunun katline ilişkin uzun bir süre devam eden yargılamaların sonuna yaklaşılan bir anda ağzından çıktığı iddia edilen o söz, o haykırış, o feryat eğer dış dünyaya “orospu çocuğu” olarak çıkmışsa, bu iddia gerçekse, bu feryadın kelimelere böyle hiçbirimizin, bizzat sanığın kendisnin dahi pek de hoş karşılamadığı biçimde ifade edilmesine nasıl gelinmiştir? Ve iddia edilen söz eğer ağızdan çıkmışsa muhatabı bir avukat ve/veya avukatlık mıdır?
Değildir!
7 işçinin öldüğü geri kalanlarının canının hiçe sayıldığının, her bir anında tekrar ve tekrar ortaya çıkan bir yargılamada hem duruşma salonunda hem dışında patronluk taslanmasına, sermayenin hak ve çıkarlarının temsil edilmesinin çok çok ötesine geçip onun bir uzantısı, nerdeyse uzvu gibi davranılmasının avukatlık cübbesine saklanıp onu kullanmasını muvafakat etmek şöyle dursun böyle bir çabaya tüm gücümüzle itiraz etmeyi mesleğimizin, avukatlık geleneğimizin bize yüklediği bir görev olarak görüyoruz!
Müşteki ve şerikleri duruşma salonunda işçi ve işçi ailesi aşağılamayı marifet saymış, paranın ve siyasal iktidar desteğinin kendilerine her şeyi yapabilme olanağı verdiği yanılsamasına düşmüşlerdir. Kelimenin tam anlamıyla düşmüşlerdir.
Onlara göre, neredeyse her yıl en az bir patlama yaşanan bir fabrikada çalışmak, ekmek parasını ölümü göze alarak orada kazanmak zorunda bırakılan işçilerin hakikati ve yalnızca hakikati söylemeye dahi hakları olamazdı. Madem yoksuldular ve bu koşullarda dahi çalışmak zorundaydılar; o zaman kabullenmeli, susmalı yoksa her türlü tahkir ve tezyife hazır olmalıydılar. Bu bakış açısının bir yansıması olarak, yıllarca işyerinde süren hiçe sayma ve aşağılama duruşma salonunda dahi sürdürülmeye çalışıldı. Sadece duruşma salonunda da değil bin bir türlü yöntemlerle, duruşma salonu dışında da…
Bunun avukatlık cübbesi alet edilerek yapılmaya çalışılmasının ötesinde bir soruna da önemle işaret etmeliyiz. Dedik ya, burada sermayenin salt temsili değil onun doğrudan bir devamı, uzvu olmaya avukatlık denmesine itiraz görevimizdir, ancak müştekinin durumu bunun dahi ötesindedir. Müşteki işçi alacaklarının ödenmemesi için mal kaçırılan şirketin ortağı ve yöneticisi, asıl patronun torunudur. İster sinemadan ister edebiyattan binlerce örnek anımsarsınız: zengin ailenin zengin olmayan sıradan insanları hakir gören zengin oğlan çocuğu… Telefon edip para karşılığı şikâyetten vazgeçme dayatan dedenin torununun duruşma salonunda ısrarlı ve istikrarlı biçimde tanık beyanı karatma, işçi aşağılama uğraşı –hani derler ya- taşı dahi çatlatırdı. Taş bile çatlardı.
İş Hukuku işçi ile işveren arasındaki ilişkinin basit bir alacak-borç ilişkisi olmadığı ilkesi üzerine bina edilmiştir. İşçi ile işveren eşit değildir, asgari bir demokratik kamu düzeni için dahi “işçi lehine yorum ilkesi” zorunludur.
Tüm işçiler ve işçi aileleri bu nedenle adalete ulaşmak için dişleri ile tırnakları ile ona tutunmak, onu söküp almak mücadelesine girişmişlerdir. Duruşma salonunun önünde ve duruşma salonunda feryatlarının nedeni budur. Haktır. Meşrudur.
Muammer abi feryat ederken iddia edilen ifadeyi kullandı mı? Bilmiyoruz.
Feryadı anasının ak sütü gibi helaldir. Biliyoruz. Küfür, hele cinsiyetçi küfür yanlıştır. Biliyoruz.
Ezenin, sömürenin dilinde can yakan söz gencecik oğlunun cenazesini “7 kemik” olarak aldığını söyleyen babanın feryadı olunca herkesin ama herkesin metanetle karşılaması gerekir. Söylüyoruz.
Bu davada müştekinin şikâyetten vazgeçmesinde hukuken yarar, nefaseten ve ahlaken zorunluluk vardır.
Feryat eden bir baba bir de ceza alsın diye uğraşılmaya devam edildiği içindir ki “orospu çocukluğu” “pezevenklik” ifadelerinin tarihte ve günümüzde ne olup olmadığını kamuoyunda tartışmak isteyenler olacaktır. Söylüyoruz.
Hele iddia edilen sözün muhatabın “avukat” olduğu iddiası ile suçun nitelikli hali olması hem somut olayın özelliklerine hem de yasa koyucunun amacına aykırıdır. Haykırıyoruz.
Muammer abinin feryatları kulağımızdan eksik olmuyor. Biz bundan sonraki mesleki ve kişisel hayatlarımıza Hendekli işçilerin ve işçi ailelerinin feryatları kulaklarımızda devam edeceğiz.
Muammer abi abimizdir, bu dünyada da ahirette de…
Adalet talebi feryadı bize, biz de ona emanetiz.
SOSYAL HUKUK