Geçtiğimiz hafta duyurulan “Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sosyal Konut Hamlesi”ni, Çılgın Projelerin Ötesinde: TOKİ, Devlet ve Sermaye isimli kitabın yazarı Dr. Havva Ezgi Doğru’ya[1] sorduk.
Uzun zamandır duyurulan ve çok güçlü bir şekilde tanıtımı yapılan sosyal konut projesi açıklandı. Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut hamlesi olarak duyurulan bu projeye 14 Eylül’de başvurular başladı. Ve yoğun bir ilgi gösterildiği de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından sık sık ifade ediliyor. Projeyi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de Cumhurbaşkanı kendi tanımlamalarını yaptı. Bakan yaptı. Siz nasıl tanımlarsınız?
Öncelikle davetiniz için çok teşekkür ederim. Önce müsaade ederseniz kısaca nasıl bir projeden bahsettiğinizi açıklayayım. Şimdi projenin adı ‘’İlk Evim İlk İş Yerim’’. Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyuna 14 Eylül’de duyuruldu. Amaç 2028 yılına kadar 500.000 sosyal konut üretmek ve bunların 250.000 tanesinin de iki yıl içerisinde üretileceği söyleniyor. 2+1 konutların fiyatı 608.000, 3+1 konutların fiyatı da 850.000 TL olarak kamuoyuna şu anda duyuruldu. Şöyle bir izdiham yaşandı tabii. Bugün itibariyle 3.5 milyon başvuru olduğu söylendi ve hatta TOKİ başkanı dedi ki web sitemiz bu talep karşısında çöktü. Ve bunun bir başarı olduğu kamuoyuna sunuluyor. Halbuki bu bir başarı değil aksine bir dram bence. Çünkü şu haliyle bile konut ihtiyacı olan ve yoksulluğunu kanıtlamış, 3.5 milyon hanenin yalnızca 250.000 tanesine kura usulü ev satılacak ki bu hanelerin kaçının 240 ay vadeli konut kredilerini ödeyebileceği de muamma. Aslında barınma hakkı asla kura gibi son derece belirsiz bir sürece sığdırılabilecek bir hak değil. Öncelikle bunu söylemek gerekiyor. 3.5 milyona ulaşan başvurunun Türkiye’de barınma krizinin geldiği aşamayı gözler önüne sermesi bağlamında bize çok büyük bir işaret verdiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye’ye baktığınızda Avrupa’da konut fiyatlarının en çok arttığı ülke ve aynı zamanda da kira artışlarında ikinci sırada. Yani ortada çözülmesi gereken çok büyük bir kriz olduğu aşikar. Ancak bu, tamamlanıp tamamlanamayacağı bile muamma olan bu projeyle çözülebilir mi? Bunu gerçekten ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Sizin sorularınızla da açarız ama bu projenin tamamlanma ihtimali nedir, ne değildir?
Öncelikle böyle bir krize cevap verebilmek için devletin ve hükümetin detaylandırılmış bir plana ihtiyacı var. Bahsi geçen konutların nerede üretileceğini dahi bilmiyoruz. Neden bilmiyoruz ve buna rağmen bu ölçekte konutun üretilebileceği düşünülüyor? Bu önemli bir soru. Burada da TOKİ’ye bakmak gerekiyor. Çünkü TOKİ 2003 yılında 4734 sayılı kanunda yapılan bir değişiklikle uygulama projesine ilişkin şartlar aranmaksızın ihaleye çıkabilme yetkisine sahip oldu. Şimdi bu ne demek? Bu aslında kurum, uzun vadeli planlar yapmadan harekete geçebilir demek. Bu mülakat için Sayıştay raporlarından derlediğim bazı verileri paylaşmak istiyorum sizinle. 2017 yılında Sayıştay raporuna göre uygulama projelerine esas alınarak ihale edilen yapım işlerinin %90’ına yakın kısmında sözleşmenin uygulanması aşamasında proje değişikliği yapıldığı söyleniyor. Bu çok büyük bir rakam. Şimdi bu ne demek? Bu öncelikle ruhsatsız arazilerde inşaat başlamış demek. Yine Sayıştay raporunda, örneğin 2016 yılında toplamda 530 adet, 2017 yılında da toplamda 209 adet işin yapı ve iskan ruhsatı yok. Bu çok acayip bir şey. Bu ne demek? Konutların söz verildiği zamanda teslim edilemiyor olması demek. Örneğin geç teslim nedeniyle mağdurların açmış olduğu davaların %95’i kazanılmış durumda. Ve idare 2010 yılından bugüne kadar 144.700.000 TL tazminat ödemiş durumda bu insanlara. Yine uygulama aşamasında projelerin değişmesi ne demek? İnşaat maliyetleri arttığı için TOKİ’yle çalışan müteahhitlerin fiyatı arttırmak istemesi ya da projeyi değiştirmeye çalışması demek. Dolayısıyla aslında biz bir kaostan bahsediyoruz. Yani hali hazırda bu proje açıklanmadan önce kurumun bir kriz içinde olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dikkatinizi bir konuya daha çekmek istiyorum. Siz bir sosyal konut projesini mega proje gibi halka duyuramazsınız. Mega projeleri biz biliyoruz Türkiye kamuoyundan. İstanbul Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Kanal İstanbul. Bunlar mega projeler. Ve mega projelerle, sosyal konut projeleri arasında farklar var. Nasıl farklar var? Şimdi sosyal konut projelerinin öncelikle planlanmış, tamamlanabilir, sürdürülebilir olmaları gerekiyor. İstisnalarla kanundaki yapılan istisnalara ya da finansal istisnalara maruz kalmamaları gerekiyor. Bu mega projeler istisnalar üzerinden işleyen projeler. Hem yer seçimi bağlamında, hem finansal bağlamda, hem de yasaların değiştirilmesi bağlamında. Sosyal projeler, tanımı gereği kar ya da prestij için yapılmıyorlar, bir barınma hakkını karşılamak için yapılıyorlar. Dolayısıyla şimdi 250.000 hane bir milyon kişi demek. Bu insanları borçlandırarak, konut sahibi yapacağınızı söylüyorsanız bunun sürdürülebilir olması ve öngörülebiliyor olması gerekiyor. Şu anda açıklanan projenin sürdürülebilirliği ve öngörülebilirliği bağlamında ciddi soru işaretleri var bence kamuoyunda.
Şimdi neden bu duyurulan proje mega proje gibi diyorum size? TOKİ’nin yıllık üretim kapasitesi 70.000. Şimdi siz iki yılda 250.000 tane konut üreteceğinizi iddia ediyorsunuz. Bu bir defa kurumun üretim kapasitesinin çok üstünde olan bir şey. E kurum kendisi üretmiyor tabii. Mesela Sayıştay, kuruma inşaat projesi yöneticisi diyor. Dolayısıyla müteahhitlerle birlikte çalışıyor. Ama inşaat sektörü bu krizdeyken bunu üretebilecek müteahhitti bulup bu kadar büyük ölçekli projeyi hem de maliyetinin altında yönetip yönetemeyeceği bir muamma. Yani kurumun idari yapısı bile buna müsait mi çok büyük bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. TOKİ, kamu iktisadi teşekkülü ve diğer kamu iktisadi teşekküllerinden en büyük farkı aslında bütçesini her yıl fazla veriyor olması. Ancak buna rağmen biz böyle devasa bütçeli bir kurumdan bahsetmiyoruz iki milyar gibi bir geliri var bu kurumun ve açıklanan rakamlar şöyle, 356 milyar dolarlık bir maliyetten bahsediliyor. Dolayısıyla bu maliyetin nasıl karşılanacağı da çok büyük bir soru işareti. Bu konutları yapacak müteahhitleri nereden bulacaksınız? Yani bunların açıklanması gerekiyor.
Bu projenin açıklanmasıyla birlikte özellikle sosyal medyada daha önce TOKİ’nin yapmış olduğu projelerde yaşanan mağduriyetler de gündeme geldi. 2019 yılında kura çekilip hala inşaata başlanmayan bir projeyle ilgili bir paylaşımı hatırladım örneğin sizi dinlerken.
Tabii birazdan bahsedeceğim. Yani TOKİ’de çok fazla geç teslim davası var. Dolayısıyla insanların iki yıl içerisinde bu konutlarına yerleşip yerleşemeyecekleri konusunda bir soru işareti olması bile bu projenin güvenilirliğini sorgulamamıza sebep oluyor.
Sebep ortada ancak sizden farklı boyutlarıyla da dinlemek isteriz. Neden böyle bir projeye ihtiyaç duyuldu? Ve açıklanan bu proje bu ihtiyaca yanıt olabilir mi gerçekten?
Şimdi bence bu çok güzel bir soru. Neden?
Çünkü bana çeşitli aktörler bazında ihtiyaçların nasıl tanımlanması gerektiğini
soruyorsunuz aslında. Nasıl bir ihtiyaç bu? Öncelikle siyasi bir ihtiyaç. Bunun
projenin açıklanmasının arkasında siyasi sebepler var. Çünkü önümüzde yaklaşan
bir seçim var ve konut hamlelerinin özellikle AKP iktidarı için çok işlevsel
olduğunu biliyoruz. Bununla ilgili yapılmış olan çok fazla akademik çalışma var
zaten. Ve projenin duyurulma şeklinden tutun da ana akım medyada alkışlanma
biçimine kadar epik bir televizyon şovu seyrettik hep beraber. Ekonominin bu
kadar istikrarsız olduğu, enflasyonun bu kadar arttığı ve barınma krizinin yönetilemeyecek
bir noktaya ulaştığı bir ülkede
vatandaşların konutu bir garanti olarak görmesi kadar normal bir şey yok. Ancak
Türkiye’de toplumsal yeniden üretim, yani toplumsal yeniden üretim dediğimizde
ne diyoruz? Hane halkının ertesi gün işe gidebilecek ya da okula gidebilecek
ihtiyacının karşılanması, bunun içinde barınma var, sağlık var, eğitim var,
gıda var. Toplumsal yeniden üretim maliyetinin bu kadar arttığı koşullarda
ucuza ev sahibi olmak tabii ki de manipülasyona çok açık bir hayal olarak
karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bunun arkasında siyasi sebepler var.
Bu aslında iktidar tarafından siyasi bir ihtiyaç halk tarafından da toplumsal bir ihtiyaç. Çünkü yoksulluk sınırının 22.000 TL’yi geçtiği bir dönemde yaşıyoruz ve asgari ücret de 6.471 TL. Dolayısıyla bir hanede üç kişi dahi çalışsa yoksulluk sınırının altında kaldığını görüyoruz. Yani büyük bir yoksullaşmadan bahsediyoruz. TOKİ’nin yeni kampanyası da İstanbul’da hane geliri 18.000 liranın diğer illerde de 16.000 liranın altında olan vatandaşlara sunuluyor. 2+1 evler için vatandaşlar ayda 2.280 TL ödeyecek, 3+1’ler için de 3.187 lira ödeyecek. Dolayısıyla piyasa şartlarının gerçekten çok altında olan rakamlardan bahsediyoruz. Ve bir toplumsal ihtiyacın olduğunu da görüyoruz dolayısıyla böyle bir ihtiyaca cevap vermek için bu projenin açığa çıktığını da görüyoruz. Yani bunlar objektif gerçekler. Tabii bunu karşılayıp karşılayamadığından da bahsedeceğim birazdan.
Bence burada bizim kaçırdığımız ama mutlaka bahsetmemiz gereken üçüncü bir ihtiyaç var. O da müteahhitler ve inşaat sektörünün ihtiyacı. Bakın 14 Eylül’de sosyal konut projesi duyurulduğu gün televizyonda sektör temsilcilerinin görüşleri alındı ve ben bu programı seyrettiğimde birkaç nokta dikkatimi çekti. Bir tanesi bugün Türkiye’de Emlak Konut GYO’nun da en temel üyelerinden birisi olan, Gayrimenkul Yatırım Ortakları Derneği’nin başkanı dedi ki, ‘Biz bu projeyi mutlulukla karşılıyoruz. Çünkü 250 tane sektörün bağlı olduğu bir yerden bahsediyoruz ve istihdamı arttıran bir sektör. Dolayısıyla bu inşaatlar yapılmaya başladığı anda biz bunun etkisini çok hızlı göreceğiz.’ Ama bence ondan daha ilginç olanı Emlakçılar Odası Başkanı’nın yaptığı açıklamaydı. Çünkü ‘bu projeye bir sosyal konut projesinden ziyade ekonomiye can suyu gözüyle bakıyoruz’ dedi. Krizin en çok inşaatı vurduğunu ve inşaat maliyetlerinin. %180 arttığını söyledi. Dolayısıyla burada aslında bizim ilgimizi TOKİ’nin bu projesinde satılacak olan arsalara yönlendirdi. Çünkü TOKİ konut üretimi amacıyla 250.000 arsa satacağını açıkladı bu projede ve bu arsaları piyasa fiyatının altında %30 indirimle satacağını ve 10 sene vadeyle faizsiz olarak taksitlendireceğini söyledi. Dolayısıyla aslında inşaat sektörünün en pahalı girdilerinden bir tanesi olan arsanın TOKİ eliyle burada üretileceğini görüyoruz. Ancak burada yine böyle cümle altlarını okumak gerekiyor. Yine çok önemli bir sermaye temsilcisi olan Konut-Der Başkanı, Türkiye’deki inşaat sektörünün iki yılda bu konutları üretebilecek bir kapasiteye sahip olduğunu ancak altyapı ve finansal çalışmalar yapıldıktan sonra bunu yapabileceklerini söyledi. Bana soracak olursanız açıktan olmasa da burada bir itiraf var. Yeterli altyapı ve finansal çalışmayı henüz görmediklerini söylüyor. İhtiyaçlar bunlar.
Sektör temsilcilerinin ihtiyaçlarından, toplumun ihtiyaçlarından ve siyasilerin ihtiyaçlarından bahsettik. Peki bu proje bu ihtiyaçları karşılayacak mı sorusuna tekrar döndüğümüzde siyasi açıdan ihtiyaçların karşılanıp karşılanamayacağı gerçekten bu projenin hayata geçip geçmeyeceğiyle yakından ilgili. Bu projenin hayata geçmesi basitçe İki yılda yeni konut yapımının başlayıp başlamamasıyla da belli olmayacak. Yani siz gerçekten iki yılda 250.000 tane konut yapacak olabilirsiniz ama bu ihtiyacın karşılanması bu insanların yani bu borçlandırılan vatandaşların borcunu ödeyebilmesiyle yakından ilgili. Çünkü altı ayda bir memur maaş zammı oranında aylık taksitlerin artacağını biliyoruz. Ve bu en iyi ihtimalle yıllık %40 oranında bir artış olacağını gösteriyor. Bu siz her ay borçlarını ödeseniz de toplam borç bakiyenizin uzun süre aynı kalacağı anlamına geliyor. Ve 250.000 kişinin kaçının 20 yılın sonunda ev sahibi olup olamayacağını biz şu anda bilmiyoruz. Çünkü TOKİ borç bitimine kadar vatandaşlarına tapusunu vermiyor. Ve TOKİ’den borçlanan vatandaşlar 3 ay üst üste borcunu ödeyemezse evleri ellerinden alınıyor. Şimdi açık ki sosyal konuta erişim hakkı burada uzun vadeli borçlanma mekanizmalarına erişim hakkı olarak tanımlanıyor. Türkiye’nin ekonomik koşulları altında bu ihtiyacın yani konut ihtiyacının bu projeyle karşılanıp karşılamayacağı gerçekten çok büyük bir soru işareti .
Müteahhitler açısından baktığımızda da TOKİ, bu işi yapacak müteahhit bulabilecek mi bu kamuoyunun gerçekten bir süre izleyeceği bir şey. Çünkü mesela İMKON (İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu), benim kitabımda da bahsettiğim TOKİ’yle çok iş yapan Anadolu’daki orta küçük ölçekli müteahhitler topluluğu nasıl bir açıklama yapmış diye baktım. Çünkü onların müteahhitlerinin yapacağı projeden bahsediyoruz aslında. İşverenler odası ya da birliği gibi düşünebilirsiniz, çok büyük bir kesimi temsil ediyor. Belki hatırlarsınız geçen sene demir çimento fiyatlarının artmasıyla ilgili ona bağlı olan bütün müteahhitleri greve çağırmıştı. Grev yapmışlardı. Sonra hükümetin bu konuyla ilgili olumlu adımları neticesinde de grevi geri çekmişlerdi. Dolayısıyla aslında güçlü bir lobiden bahsediyoruz burada. Baktım İMKON Başkanı ne demiş diye. Çok sevindiklerini söylemişler tabii. Ondan sonra da bu işleri yapacak olan kamu müteahhitlerinin çok büyük sıkıntıda olduğunu ve kamu müteahhitlerinin bu sıkıntılarının çözülmesi, ek fiyat farkı verilmesi ve şartsız tasfiye hakkı tanınması noktasında Cumhurbaşkanına çağrıda bulunduklarını söylemiş. Bu aslında benim size biraz önce söylediğim uygulama projelerindeki %90 oranında değişme ile aynı kapıya çıkıyor. Yani maliyetlerimiz sürekli artabilir ve gerektiğinde projeyi feshetmek istiyoruz ama böyle bir hakkımız yok diyor. Dolayısıyla burada müteahhitlerin, artan fiyatlar karşısında çok tedirgin olduğunu söyleyebiliriz.
Peki bu projede TOKİ’nin mevcut politikasından farklı bir husus olduğunu söyleyebilir miyiz?
İlk fark şu: üretim ölçeği inanılmaz genişliyor, yılda 70.000’den 250.000’e çıkartıyorsunuz konut üretimini. Şimdi TOKİ’nin bunu yapabilecek kurumsal kapasitesi olduğundan ben oldukça şüpheliyim. Çünkü zaten hali hazırda açılmış binlerce geç teslim davası var. Projelerin %90’ına yakını imzalanan tarihten sonra revize edilmiş durumda. Dolayısıyla aslında şu anki iş yüküyle bile ciddi bir kaosun içinde olan bir kurumdan bahsediyoruz. İkincisi de şu olabilir: başvuran herkesin 240 aylık vadeyle konut sahibi olması. Çünkü TOKİ’nin daha önceki projelerinde bu vadeler 10,15 ve 20 yıl şeklinde hane halkı gelirine göre belirleniyordu. Ancak, emin olmamakla birlikte, şimdilik herkes 20 yıllık krediyle ev alabiliyor gibi görünüyor. Ancak bu bir yenilik midir yoksa bu bir zorunluluk mudur? Bana soracak olursanız bu bir zorunluluk noktasına gelmiş durumda. O yüzden belki bunların ikisini fark olarak düşünebiliriz ama ya bir paradigmatik yenilik midir sosyal konut üretiminde, vatandaşlara sosyal konut sağlanmasında? Değildir.
Yakın zamanda bu hamlenin, Türkiye’deki konut krizine bir etkisi olacağını düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız nasıl bir etkisi olacağını düşünüyorsunuz?
Şimdi bu hamlenin en azından önümüzdeki iki yıl boyunca herhangi bir etkisi olmayacağı çok açık. Neden? Çünkü zaten vatandaşlar içinde debelendikleri konut piyasasındaki yerlerinde kalacaklar. Çünkü iki sene boyunca zaten bu konutların onlara teslim edilmeyeceği açıkça söyleniyor. Ve bu durumda da kira ödemeye devam edecekler. Dolayısıyla kısa vadede bugünkü Türkiye’nin konut krizine herhangi bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Uzun vadede ise şöyle bir öngörü var değil mi? TOKİ’nin kira fiyatlarını aşağı çekeceği ya da piyasadaki talebi biraz rahatlatacağına dair bir iddia var. Bunu biraz önce de söyledim aslında. Uzun vadede de olumlu bir etki yaratabileceğini düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’nin ekonomik krizi sebebiyle hem taksitlerin arttığı bir durum gözlemleyeceğiz hem de maliyetlerdeki artma eğiliminin devam ediyor olduğunu göreceğiz. Dolayısıyla bu, böyle konut piyasasını regüle edebilecek, kapsamlı, planlanmış, bütün toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçlarının göz önüne alındığı bir proje değil. Örneğin şöyle düşünün; üniversite başladı, öğrencilerin çoğu barınma krizi yaşıyor, kalacak yerleri yok ve mesela bu projede gençlere ne sunuluyor? İşte gençseniz yüzde yirmi kota oluşturulmuş. Eviniz yoksa, gençseniz yani 14/09/1992 tarihinden sonra doğduysanız ve bazı diğer şartları sağlıyorsanız, işte gençlere ev sahibi olabilme imkanının verildiği söyleniyor. Yani şu anda gençlerin ihtiyacı olan şey hemen eve sahip olmak falan değil. Hayatlarını kurabilecekleri noktada bir barınma krizleri var ve bu barınma krizinin çözümü gerekiyor. Yani gerçekten bir ihtiyacın çözülmesinden bahsediyorsak burada konut sahipliğinden ziyade başka alternatiflerin konuşulması gerekiyor.
O zaman son sorumuzu sorayım. Bu hamleyi bir kenara bırakacak olursak bugünden itibaren içinde bulunduğumuz konut krizine karşı nasıl bir politika izlenmeli sizce?
Şimdi Türkiye’deki konut krizi aslında bir barınma krizi. Dolayısıyla temel olarak bir hak ihlali var ortada. Yani barınma hakkı ihlali. Ve bu krize barınma hakkı kavramını merkeze alarak yaklaşmak zorundayız biz. Barınma hakkı ya da konut hakkı da diyebilirsiniz buna. Şimdi biz barınma hakkı deyince aklımıza neler geliyor? İşte güvenli bir konut olması; ulaşılabilir olması yani işe ulaşılabilir, okula ulaşılabilir olması. Eğer şehrin çeperine konut yapıyorsanız bunun altyapısını da mutlaka oluşturmanız gerekiyor. Oradan her an tasfiye edilecekmiş gibi hissetmemeniz, güvende hissetmeniz gerekiyor. Dolayısıyla borcun kendisi aslında barınma hakkı ihlali olarak bile düşünülebilecek olan bir kavram. Afetlere karşı dayanıklı olması gerekiyor. Bu unsur özellikle İstanbul için çok daha önemli. 50.000 konut İstanbul’da yapılıyor. Güvenli, ödenebilir, ulaşılabilir, insani yaşam standartlarına uygun, altyapısı olan (elektrik, su, kanalizasyon gibi) konutlara erişim hakkına biz barınma hakkı diyoruz.
Şimdi bu tanımı verdikten sonra TOKİ’nin gerçekten konut hakkını ya da barınma hakkını önceleyen bir kurum olup olmadığını birlikte düşünelim. TOKİ’nin, bu söylediğim şey bence çok önemli; 2003-2020 arasında ürettiği tüm konutların içinde yoksul ve alt gelir için ürettiği konut oranı %16. Bu çok düşük bir rakam. TOKİ’nin özellikle son 10 yılda yoksul grup için ürettiği konutların sayısı toplam üretimin %2’sini geçmiyor. Ben bunları Sayıştay raporlarından derledim. Böyle baktığınızda TOKİ, gerçekten konuta erişemeyen yoksullara konut sağlayabilen bir kurum değil, yaptığı konutların çoğunu kendisi dar ve orta gelir grubu olarak nitelendirdiği insanlara yapıyor. Dolayısıyla aslında gerçekten konuta ihtiyacı olan insanların TOKİ’nin pastasından pay alamadığını söyleyebilirim ben rahatlıkla.
Şimdi gelişmiş ülkelerde bu barınma hakkını nasıl tartışılıyor diye baktığınızda birkaç tane şey var. Birincisi; yerel yönetimler nezdinde özellikle kiralık konutlar sağlanıyor insanlara ve kira yardımları veriliyor. Konut kooperatifleri destekleniyor. TOKİ ise konut hakkını mülkiyete dayalı ve dolayısıyla tanımı gereği dışlayıcı bir hak olarak tanımlanıyor. Bunun paradigmatik olarak değişmesi gerekiyor. Yani siz mülkiyet üzerinden konut hakkını tanımladığınız anda bırakın vatandaşların yaşamlarını kolaylaştırmayı toplumun çok büyük bir kısmını borçlandırarak daha da derin bir krize sokuyorsunuz. Bir şey daha söyleyeceğim, bir örnek vereyim size. TOKİ’ye borçlarını geriye ödeyemeyenlerin tam sayısına ulaşmak mümkün değil. Ben bunu kendi doktora tezi araştırmamda temel bir gündem olarak araştırdım ve bulamadım. Bunu sorduğunuzda buna cevap alamıyorsunuz. Yine elimizde olan tek şey Sayıştay raporları. Orada da hep üstü kapalı ifadeler var ama şöyle bir şey geçiyor 2017 Sayıştay raporunda: TOKİ’nin 2-3 yıllık gecikmelerle, tatbikat yaptığını gözlemliyor Sayıştay. Yani borcu geri ödeyemeyenler hakkında sürecin başlamasının 2-3 yıl geciktiğini söylüyor ve özellikle bazı bölgelerde borcunu ödeyemeyen insan sayısının endişe verici boyutlara ulaştığını söylüyor. Ama rakam söylemiyor. 2020 Sayıştay raporuna baktığımızda da toplamda 31.607 adet taşınmazın geri ödemelerinin yapılamamış olduğu tespit ediliyor. Son 10 yılda bu rakam inanılmaz derecede artmış durumda ve TOKİ bu taşınmazların borçlarını ödeyemeyenlerinin yalnızca beşte birine fesih ve dava sürecini başlatıyor. Buna bir strateji diyebilirsiniz. Bunlar işte sansasyonel durumlar. Çünkü aslında yasa TOKİ’ye şu hakkı tanımıştır: Kişiler üç ay üst üste borcunu ödeyemezse hemen takibe düşmesi gerekiyor. Ancak burada bizim gerçekten takip edebildiğimiz rakamlar yok. Çünkü dava sayısı bile yani açmış olduğu dava sayısı açması gerekenin beşte biri. Şimdi bu çok büyük bir soru işareti. Burada aslında ben bir yoksulluk yönetişimi olduğunu düşünüyorum hakikaten. Bu konut meselesi üzerinden bu çok net bir şekilde görülüyor ve şunu unutmamak gerekiyor, sosyal konut dediğinizde konutun maliyetini alıcılara yükleyemezsiniz. Zaten bu insanlar piyasa koşullarında barınamıyorlar. Zaten yoksulluklarını ispatlamışlar. Zaten kuraya girmek zorunda olan insanlar. Bir de siz şimdi maliyet artışını altı aylık zamlarla alıcılara yüklediğinizde bu bir sosyal konut politikası olmuyor. Yani buna sosyal konuttan ziyade devlet destekli konut alımı falan demek lazım hakikaten.
Bugün Türkiye’nin karşılaştığı konut krizinin çözülebilmesi için yapılması gereken şey öncelikle sosyal konut tanımını değiştirmek. Ve uzun vadede, uzun erimli, sürdürülebilir politikaların ve özellikle de böyle merkezi karar alma sistemleriyle değil de bu işin bir fiil muhatabı olan yerel yönetimlerle, belediyelerle, mahalle dernekleri yani bu konutların içinde yaşayacak olan insanların dahil olabileceği mekanizmaların kurulduğu sistemlerle bu meselenin hem dizayn edilmesi hem çözülmesi gerekiyor. Çünkü barınma hakkı mega projelere sığabilecek kadar böyle basit bir şey değil yani. Bu çok temel bir hak ve bunun öngörülebilir olması gerekiyor. Devletten beklenen şey budur aslında.
[1] Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden lisans, Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’nden yüksek lisans ve 2017’de York Üniversitesi (Kanada) Siyaset Bilimi Bölümü’nden doktora derecelerini aldı. Devlet teorileri, siyasal iktisat ve kentleşme konularında çeşitli çalışmaları ve makaleleri yayımlandı. Çılgın Projelerin Ötesinde: TOKİ, Devlet ve Sermaye isimli kitabı İletişim Yayınları’ndan 2021 yılında yayınlandı. 2019 yılından itibaren Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalışıyor.