Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 10/2/2022 tarihinde, Hanife Yıldız TORUM ve Nimet Filiz SEVEN (B. No: 2018/1567) başvurusunda, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bu hakla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Bu kararda; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, bu kanunun uygulaması ve mahkemelerin bu kanunla ilgili yapacağı incelemeler için önemli tespitlere yer verildi. Örneğin, riskli yapı tespiti yapılıp yıkıldıktan sonra arsa haline gelen taşınmazların ne şekilde değerlendirileceğine dair üçte iki çoğunlukla verilen kararın, adil ve ekonomik yönden dengeli olmasına, mahkemelerce bu dengenin gözetilmesi gerektiğine vurgu yapıldı. Yine ‘’Paydaşların yeterli bir müzakere sonucu bir karara varmış olması, bu kararın azınlıkta kalan paydaşların menfaatlerini açık bir biçimde zedelememesi gerekir. Azınlıkta kalan paydaşların, kendi çıkarlarına açıkça aykırı olan, taşınmazın eski durumuna kıyasla açık dengesizlikler içeren bir projeyi kabul etmeye zorlayan karara iştirak etmemiş olmaları hisselerin satışı gibi ağır bir müdahaleyi haklılaştırmamaktadır.’’ denilerek müteahhitlerce tehdit aracı olarak kullanılan üçte iki kuralı ve üçte ikinin dışında kalan paydaşların payının satışına dair düzenlemenin yanlışlığına işaret edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bugünkü kararıyla ortaya konulan hak ihlalleri, 6306 Sayılı Kanun’un ve uygulamalarının yol açtığı hukuksuzlar açısından yalnızca buz dağının görünen yüzüdür. Münferit bir uygulamada dahi bu noktaya gelinebilirken, rantın katlandığı riskli alan ve rezerv yapı alanlarında gerçekleştirilen uygulamalarda mahalleliler, bazen bizzat idareler eliyle bazen de müteahhitler aracılığıyla mağdur edilmeye çalışılmaktadır. 6306 Sayılı Kanun’un bazı maddeleriyle ilgili Anayasa Mahkemesi’nin daha önce verdiği iptal kararlarına benzer şekilde, bu kararla da idarenin sınırsız yetkilerle ve keyfi şekilde uygulama yapmasına küçük bir çizik atılmıştır.
Kentsel dönüşümün yolunun, yurttaşların konut hakkına göz dikip, yapılan uygulamalarda onların söz hakkını kısıtlamaktan ve idarelere ‘süper’ yetkiler vermekten geçmeyeceği artık anlaşılmak zorundadır. Bu kadar sık afet yaşanan ülkemizde, 6306 Sayılı Kanun gibi bir kanunun yurttaşları mülksüzleştirmek dışında hiçbir işlevi olmamıştır ve olamaz da. Barınma hakkını ve konut hakkını önceleyen, yaşanabilir bir kent için gerekli imar koşullarını gözeten, adil kentsel dönüşümü sağlayacak nitelikte bir mevzuata ihtiyaç olduğunu tekrar tekrar dile getirmeye devam edeceğiz.