Dünya’da kişi başına yıllık su miktarı 120 m3 olarak kabul edilmektedir. Pek çok ülkede de su tüketiminin tarifelendirilmesinde daha çok anılan yoksulluk sınırı üzerindeki sınır esas alınmaktadır.
Yazının aşağıdaki bölümlerinde açıklanacağı üzere 10 m3, bir insanın zorunlu gereksinimi açısından bir alt sınırdır.
Temiz ve içilebilir su, insan yaşamının temel koşuludur. Bu nedenle suya erişim hakkı ya da kısaca su hakkı yaşam hakkının zorunlu bir unsurudur. Su hakkı, İnsan Hakları Bildirgelerinde, uluslararası sözleşmelerde ve iç hukuk metinlerinde bu başlık altında düzenlenmemiş olmasına karşın yaşam hakkını düzenleyen tüm hukuk metinlerinin aynı zamanda su hakkına da güvence altına aldığının kabulü gerekmektedir.
İnsan hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3’üncü maddesinde yer alan “Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır” ibaresinin suya erişim hakkını da içerdiğini belirtmemiz gerekir.
TEMİZ SU YURTTAŞA MUTLAKA ULAŞTIRILMASI GEREKEN SAĞLIK HİZMETİDİR
1994 Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nda herkesin yeterli standartlarda yaşama hakkı içinde su ve sağlığın korunması da yer almıştır. 1999’da Genel Toplantı Kararı (53/15) temiz suya erişimi temel insan haklarından biri olarak tanımıştır.
Uluslararası Tüketici Örgütünün önerisiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 9 Nisan 1985 tarihinde oybirliği ve 39/248 sayılı Genel Kurul kararı ile kabul edilen Tüketicinin Korunmasına İlişkin Temel Esasların (United Nations Guidelines On Consumers Protection) 40’ıncı maddesi kapsamında “Hükümetler Uluslararası İçme Suyu İkmali ve Temizlik On Yılı için belirlenen amaçlar ve hedefler dahilinde, içme sularının ikmali, dağıtımı ve kalitesini iyileştirecek ulusal politikaları oluşturmalı veya güçlendirmelidir. Uygun seviyelerde hizmet, kalite ve teknoloji eğitim programları ihtiyacı ve toplum katılımının önemi gibi seçeneklere önem verilmelidir” denilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü de temiz suyun bütün koşullardan bağımsız olarak bireye mutlaka ulaştırılması gereken bir sağlık hizmeti olduğunu belirtmektedir.
SU HAKKI, “YAŞAM STANDARDI HAKKI” VE “SAĞLIK STANDARDI HAKKI” AÇISINDAN KURUCU NİTELİKTEDİR
“Sağlıklı ve yeterli suya erişim hakkı” temel bir insan hakkı, Anayasa’da ifadesini bulan “sosyal devlet ilkesi” bağlamında devletin bir yükümlülüğüdür.
Su hakkının yasal temelini oluşturabilecek en önemli uluslararası hukuk belgesi Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 11’inci ve 12’inci maddeleri düzenlemeleri ile 2002’de Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından yayımlanan 15 sayılı genel yorumdur. Bu belge Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Konusunda Uluslararası Anlaşmasının bir yorumudur.
Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslarası Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A(XXI9 sayılı kararıyla kabul edilmiş, imzaya, onaya ve katılmaya açılmış ve 3 Ocak 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler üyesi 188 ülkeden 137’sinin imzaladığı sözleşme, 4 Haziran 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış, 17 Haziran 2003 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onandıktan sonra Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Sözleşmenin “Yaşama standardı hakkı” başlıklı 11’inci maddesine göre;
1. Bu sözleşmeye taraf olan devletler herkese, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam standardına sahip olmayı sağlar. Bu standart, yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama hakkının gerçekleştirilmesini sağlamak için, kendi serbest iradelerine dayalı uluslararası işbirliğinin esas olduğunu kabul ederek, uygun tedbirleri alırlar.
2. Bu sözleşmeye taraf devletler, açlıktan kurtulmanın herkes için temel bir hak olduğunu kabul ederek, kendi başlarına ve uluslararası işbirliği yoluyla, özel programlar da dahil, aşağıdakiler için gerekli olan tedbirleri alır:
a) Teknik ve bilimsel bilgiyi tam olarak kullanarak, beslenme prensipleri ile ilgili bilgileri duyurarak ve doğal kaynakların etkili bir biçimde geliştirilmesini ve kullanımını sağlayacak bir yolla tarım sistemlerini ilerleterek veya reform yaparak, üretme, üretilenleri saklama ve dağıtma yöntemlerini geliştirmek;
b) Yeryüzündeki besin kaynaklarının ihtiyaçlara göre eşit dağıtılmasını sağlamak için, gıda ihraç eden ve gıda ithal eden ülkelerin sorunlarını dikkate almak,
“Sağlık standardı hakkı” başlığını taşıyan 12’inci maddesine göre de;
1. Bu sözleşmeye taraf devletler, herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkını tanır.
2. Bu sözleşmeye taraf devletlerin bu hakkı tam olarak gerçekleştirmek amacıyla alacakları tedbirler, aşağıdakiler için de alınması gerekli tedbirleri içerir.
a) Var olan doğum oranının ve bebek ölümlerinin düşürülmesi ile çocukların sağlıklı gelişmelerinin sağlanması;
b) Çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme;
c) Salgın hastalıkların, yöresel hastalıkların, mesleki hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesi, tedavisi ve kontrolü,
d) Hastalık halinde, her türlü sağlık hizmetinin ve bakımının sağlanması için gerekli şartların yaratılması gerektiği ifade edilmektedir.
SU HAKKI “İNSANLIK ONURU”NUN OLMAZSA OLMAZIDIR.
Sözleşmenin bu düzenlemelerini yorumlayan 15 No’lu Genel Yorum’un giriş bölümünde açıkça; “Suyun hayat ve sağlığın esası olan kısıtlı bir doğal kaynak ve bir kamu malı” olduğu kabul edilmiş ve “Bir insan hakkı olarak su hakkının insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürebilmesi için zorunlu” olduğu belirtilmiş, “su hakkının, diğer insan haklarının gerçekleştirilmesinin bir önkoşulu olduğu” vurgulanmıştır.
“Su hakkının hukuki temelleri” başlığı altında başta yaşam hakkı ve insanlık onuru ile birlikte düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır:
“(…) Su hakkının özellikle hayatı idame için en temel koşullardan biri olması sebebiyle, bu hakkın yeterli bir yaşam standardının sağlanması için güvence altına alınan haklar arasında bulunduğu Sözleşmenin 11’inci maddesinin ilk paragrafı düzenlemesine göre su hakkının bir insan hakkı olduğu su hakkının aynı zamanda, mümkün olan en yüksek seviyedeki sağlık standartlarına sahip olma hakkı ve yeterli beslenme ve barınma hakkı ile ayrılmaz bir ilişki içinde olduğu bu nedenle su hakkının, başta yaşam hakkı ve insanlık onuru olmak üzere Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi’nde belirtilen diğer haklarla da birlikte düşünülmesi gerektiği…”
HİÇBİR HANE, KONUT, KİŞİ YAHUT HAVZA SU HAKKINDAN MAHRUM BIRAKILAMAZ
15 No’lu Genel Yoruma göre:
“Bir insan hakkı olarak su hakkı, herkesin yeterli, güvenli, kabul edilebilir, fiziksel olarak erişilebilir ve karşılanabilir suya hakkı vardır. Yeterli miktarda güvenli su, susuzluktan kaynaklanan ölümleri önlemek, su ile ilgili hastalıkların riskini azaltmak ve her türlü tüketim, yemek pişirme, kişisel veya ev içi sağlık gereksinimlerini karşılamak için gereklidir.”
“Su hakkı, hakları ve özgürlükleri içeren bir haktır. Su hakkı için gerekli olan mevcut su kaynaklarına devamlı olarak erişebilme hakkı ile keyfi su kesintileri ya da keyfi biçimde su kaynaklarının kirlenmesine maruz kalmama hakkı dahil müdahale edilmeme hakkı da özgürlükler arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra, ilgili haklar, insanların su hakkını kullanabilmelerinde fırsat eşitliği sağlayacak bir su kaynakları sistemi ve yönetimine sahip olma hakkı içermektedir.”
Yorumda, “taraf devletlerin yargı alanı dahilinde, su ve suyla ilgili tesis ve hizmetlerin hiçbir ayrım gözetmeksizin herkes tarafından erişilebilir olması zorunlu” olduğu belirtilmekte, “Ekonomik erişilebilirlik olarak da; su ve suyla ilgili tesis ve hizmetler herkes tarafından karşılanabilir olması, suyun güvenliğinin sağlanması ile ilgili doğrudan ve dolaylı masraf ve ücretlerin ödenebilir olması ve Sözleşmede yer alan diğer hakların gerçekleştirilmesini tehlikeye atmaması veya tehdit etmemesi gerektiği” vurgulanmaktadır.
Belgede, “hiçbir hane, konut veya arsanın durumuna bağlı olarak su hakkından mahrum bırakılmaması gerektiği” açıkça belirtilmekte; taraf devletlere “ (…) suyun maddi olarak karşılanabilinir olmasına sağlamak için gerekli bir takım tedbirleri alması, uygun ve düşük maliyetli bir dizi tekniklerin ve teknolojilerin kullanılması; bu kapsamda ücretsiz veya düşük maliyetli su teminin gibi uygun ücret politikaları uygulaması; görece daha yoksul hane halkları üzerine su giderlerinin oransız bir yük olarak binmemesi için gereken önlemleri alması” yükümlülükleri anımsatılmaktadır.
Öte yandan, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca usulüne göre yürürlüğe girmiş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.
Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca bir hukuk normu niteliği kazanmış olan Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi hükümleri öncelikle uygulanmalıdır.
‘SOSYAL HUKUK DEVLETİ’ KURU BİR SÖZE İNDİRGENEMEZ
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin yukarıda en özet hali ile özetlediğimiz ulusalüstü normları, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile güvence altına alınan, diğer insan haklarının ön koşulu olan su hakkını hiçe sayan uygulaması sürdürülemez niteliktedir.
Hükümet, sözleşmenin tarafı olarak devletin yükümlülüğü olan ücretsiz veya düşük maliyetli su temini gibi uygun ücret politikaları uygulama, görece daha yoksul hane halkları üzerine su giderlerinin oransız bir yük olarak binmemesi için gerekli önlemleri alma yükümlülükleri yok saymaktadır. Hakkın kullanılmasını engelleme, devletin yükümlü olduğu bir hizmeti sağlamaması kabul edilemez olmasının ötesinde “sürdürülemez” niteliktedir.
Anayasa’nın başlangıç bölümünün 6’ıncı paragrafına göre “ (…) her vatandaşın Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanma onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip” olduğuna kuşku yoktur.
Anayasa’nın 17’inci maddesi uyarınca “herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını”, 56’ıncı maddesi de “ (…) herkesin sağlıklı ve dengeli bir çerçevede yaşama hakkını” güvence altına alınmıştır.
Diğer yandan Anayasa’nın 2’inci maddesi devletin biçimini “sosyal hukuk devleti” olarak tanımlamıştır.
SU VARLIKLARIMIZ ALARM VERİYOR
Anayasa’da yer alan anılan düzenlemeleri karşısında, idare işlem ve eylemlerinde hukuka uygun davranmak, Anayasa’da güvence altına alınan hakları koruyacak işlem ve eylemlerde bulunmak yükümlülüğündedir.
Yeterli ve temiz su olmadan insanın maddi varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Suya erişim hakkının bulunmaması durumunda “yaşama maddi ve manevi varlığını korum” hakkı güvence altında olamayacaktır. Yurttaşın yaşamı için zorunlu olan suyu sağlamayan devletin de “sosyal bir devlet” olarak nitelenemeyeceği kuşkusuzdur.
Diğer bir söyleyişle mevcut su politikası, “yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme” hakkını düzenleyen, devleti “sosyal hukuk devleti” olarak nitelendiren anayasanın yukarıda anılan hükümlerine de aykırıdır.
Suyun ticari bir meta olarak fiyatlandırılması, daha da önemlisi su varlıklarımız üzerinde “ticari bir meta” gibi tasarrufta bulunulması sağlıklı bir doğanın varlığı; insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürebilmesi için ön koşul olan “su hakkı”nın tanım yerinde ise “sözde hak” niteliği kazanması, daha doğru ifadeyle yok olması anlamına gelmektedir.
Ciddi bir kuraklık yaşanıyor. Su varlıklarımız alarm veriyor.
“YOK İŞLEM” VE SU HAKKI
Hal böyleyken Erdoğan iktidarı gerek “Kanal İstanbul” adı verilen akla zarar emlak spekülasyonları ile gerekse de Katar hükümeti ile imzaladığı sözleşmeler (!) ile su varlıklarımızın üzerine olmayacak yeni yükler getirmeye cüret edebiliyor!
Danıştay’ın bir kararında der ki:
“…. Bilindiği gibi bazı idare işlemler var ki, idare hukukunda ‘yok hükmünde’ olan idari işlemler denilen, sakatlıkları çok ağır olan ve hukuk dünyasında hiç doğmamış kabul edilen ‘batıl’ işlemlerdir. Bu tür ‘batıl’ işlemler, ilgililer hakkında hüküm ifade etmezler, hukuksal durumda değişiklikler yaratmazlar, çünkü hiç var olmamış sayılırlar. Bir idari işlem, açıkça yasaya aykırı veya idarenin hiç yapamayacağı işlemlerden ise, yok hükmünde bir idari işlemden söz ediliyor demektir. Yok hükmünde olan bir idari işlemin iptali için idari yargıda dava açmaya esasen gerek bulunmamaktadır. Fakat, idarenin işlemini yok hükmünde saymayıp yürütmeye devam etmesi, ilgiliyi bu işlemin iptali için dava açmaya zorunlu bırakabilir. Bu gibi durumlarda, idari yargı yerinin, dava konusu işlemin yok hükmünde olduğunu saptayıp uyuşmazlığı çözmesi, idarenin her türlü eylem ve işlemini yargısal denetime bağlı tutulmasını gerektiren ‘Hukuk Devleti’ ilkesine de uygun düşecektir…” (Danıştay 10. Dairesi 20.05.1997 gün, 1995/397 Esas ve 1997/1911 Karar sayılı kararı)
Su hakkı davamız divana kalmayacaktır.