En baştan sınırı çizelim: insanlığın bilimsel gelişiminin ve çağdaş tıbbın en önemli kazanımlarından birisi olan aşıya karşı değiliz.
Sözümüz ne dinbazların aşı karşıtlığı ile ne de pandemiden hemen önce yayımladığı aşı karşıtı kitabı zulasına saklamak zorunda kalanlarla karıştırılmamalıdır.
Biz insanlığın tüm kazanımları gibi aşının da eşit ve adil paylaşımı/dağıtımı/kullanımı meselesini hızlıca gündeme taşımak gerektiğini vurgulamak istiyoruz.Aşı eğer önce parası olana yahut siyasal iktidara yakın olanlara ulaştırılırsa sonuçları hem memleketimizde hem de uluslararası alanda daha da ölümcül sonuçlara yol açabilir.
Kapitalizmin ve kapitalizmin neoliberal döneminin insanlığın başına nasıl bir bela olduğu pandemi koşullarında en çıplak hali ile gözler önüne serildi.
Kamusal sağlık hizmetinin tasfiyesinin nasıl yıkıcı olabildiğine ilişkin 2020 Mart ve Nisan İtalyası, İspanyası ve İngilteresi’nden daha iyi bir örnek gösterilemez sanırım.
Fırsatlar ülkesi (!) Amerika Birleşik Devletleri’nin pandemi karşısında nasıl çaresiz kaldığı; sağlığı da -ne bileyim- hazır gıda gibi ve onun kadar alınır satılır bir mal haline getirmenin sonuçlarının acı bir deneyi oldu New York…
Türkiye’nin, yurttaşından bilgi gizleyen bir siyasal iktidarın, gerçek bilgileri açıkladığı ikinci gün itibari ile Avrupa’da en fazla vaka sayısını açıklar hale gelmesi, sağlık hakkının tesisinin; ancak demokratik bir kamu düzeni ile mümkün olduğunun kanıtı oldu.
Ama sadece bu kadar mı?
Kendisini tüketime dayandırmış, tüketimin değil ortadan kalkması, azalması durumunda dahi buhrandan buhrana koşan kapitalizmin de tarihsel sınırlarını görmedik mi?
Tehlike tam da buradadır; “kapanma” özellikle belli başlıklarda tüketimi radikal biçimde azaltmıştır ve bu sektörler “aşı” ile birlikte hızlıca bir açılma ile geçen seneki karlarını telafi etmek için hazırlık yapmaktadır.
Avrupa Birliği falanca milyon, Amerika Birleşik Devletleri filanca milyon doz aşıyı “rezerve” etmiştir örneğin.
Türkiye’de ise utanmadan sağlık çalışanlarına bile yetmeyecek bir miktarın aşama aşama Çin’den getirileceği; ama ayrıca açıklanacak bir “üst limit” ile diğer (!) aşıların da eczanlerden alınabilir durumda olabileceği açıklanmıştır.
Daha açığı; milyonlarca insanımızın sağlık çalışanlarının tümüne dahi yetmeyen “Çin aşısı” için sırada beklerken bir avuç AKP-MHP seçkini ve parası olanlar ise “Alman aşısı”na kavuşacaklardır.
Mart, Nisan ve Mayıs kapanmasına bile zor tahammül eden; bu kapanmalar döneminde sosyal devlet ilkesinin -neredeyse- hiçbir gereğini yerine getirmeyen ve Haziran’ın hemen başında hızlı bir açılma politikası izleyen siyasal iktidarın kendi elitinin ve bir kısım sağlık çalışanın aşılandığı durumda nasıl bir açılma siyaseti izleyebileceğini tahmin edebiliyor musunuz?
Sadece memleketimiz açısından ve AKP-MHP bloğunun sicili açısından değil küresel ölçekte de risk büyüktür. Avrupa Birliği’nde tüm nüfusun aşılandığı durumda bile Dünya’nın geri kalanının çok önemli bir bölümünde nüfusun ezici çoğunluğu aşılanmamış olacak.
Ötesini değil; aşılanmış kapitalizm metropollerinin hızlıca hava taşımacılığına başladığını hayal edin…
Doğru dediniz; bu bir hayal değil olsa olsa kabus olacaktır. Yoksulların kabusu!
İlacın ve aşının insanlığın o ana kadarki birikiminin üzerine bir nebze katkıda bulunanın “patenti” ile mülk edilemeyeceğini en yüksek sesten dillendirmek acildir.
Brezilya ve Güney Afrika’nın 20. yüzyıl salgınları karşısında uyguladıkları “zorunlu lisans” uygulamalarının o salgınları nasıl durdurduğu hafızalarda.
Covid-19 aşısı politikalarının yoksullar için daha fazla ölüm anlamına gelmemesi için gecikmeksizin bir şeyler yapılmalıdır.