İnsan hakları öğretisinin temelinde insanın yalnızca insan olmak dolayısıyla insan onuruna mahzar olduğu ve yalnızca insan olmak dolayısıyla sahip olduğu belli başlı haklar olduğu ve bu hakların yerine getirilmesinin ya da bu haklara yönelik saldırı ve tehditlerin önlenmesinin devletlerin sorumluluk alanında olduğu yatar. İnsanın insan olmak dolayısıyla sahip olduğu bu onur, insana içkin olup ne vazgeçilebilir ne de herhangi bir kimse tarafından başka bir insandan alınabilirdir. Bunun böyle olması tüm insanların bir aradalığı için vazgeçilmezdir. Bu kabulün aksine yaşanmış olanlar ise istisnasız olarak insanlık tarihinde utanç dönemleri olarak yerini almıştır. İşte insan hakları mücadelesi de bu utancı ifşa edip ona karşı durma mücadelesidir.
İnsanın insan olmak sıfatıyla sahip olduğu insan onurunu hedef alan herhangi bir söze ya da eyleme karşı sessiz kalınması mümkün değildir. İnsanın cinsel yönelimi dolayısıyla herhangi bir ayrımcılığa hedef olması da kuşkusuz ki insan onuruna dairdir ve bu vesileyle insan hakları mücadelesinin alanına girer. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan ayının ilk Cuma günü verdiği hutbede nefret söylemini yeniden üretmemek üzere bu metinde yer vermediğimiz sözlerinde kabaca eşcinselliğin “sapkın bir cinsel eğilim” olduğu, “toplum özünde ahlaki olarak yok edici etkiye” sahip olduğu ve HIV ve AIDS’in ortaya çıkmasından ve yayılmasında sorumlu olduğu kabulleri yer almaktadır. Bu iddiaların tamamının çağdaş bilimsel ve tıbbi bilgilere aykırı olduğu, gerçekle ilgisiz bu sözlerin eşcinsellere yönelik nefreti körüklemekten başka bir sonuç doğurmadığı ortadadır.
Bu söylemi dile getirenin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 136. Maddesine dayanarak kurulmuş bir kamu kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir kamu görevlisi olarak kamuya hizmet etmekte olan bir memur olması onu tüm kamuya karşı sorumlu kılmaktatır. Aynı Anayasa’nın 90/5. Maddesi dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bir iç hukuk metni niteliğinde olup, Avrupa İnsan Hakları Mahkesi’nin İçtihadı da Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve elbette tüm kamu görevlilerini de bağlamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 9 Şubat 2012 tarihli, 1813/07 sayılı Vejdeland ve Diğerleri / İsveç başlıklı kararında ise mahkeme; eşcinselliğin “sapkın bir cinsel eğilim” olduğu, “toplum özünde ahlaki olarak yok edici etkiye” sahip olduğu ve HIV ve AIDS’in ortaya çıkmasından sorumlu olduğu gibi iddialar içeren bir broşürü dağıtmaları nedeniyle ceza alan başvurucuların aldığı cezanın bir ifade özgürlüğü ihlali oluşturmadığına, bu söylemleri dolayısıyla cezalandırılmalarının bir hak ihlali doğurmadığına hükmetmiştir. Mahkeme, nefret dolu eylemlere doğrudan bir çağrı yapmasa bile, söz konusu ifadelerin ciddi ve önyargılı iddialar oluşturduğu tespit etmiş, cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın ırka, kökene, renge dayalı yapılan ayrımcılık gibi ciddi olduğunu vurgulamıştır. Başvuranların ifade özgürlükleri haklarını kullanmalarına yapılan müdahalenin İsveçli yetkililer tarafından diğerlerinin haklarını ve itibarını korumak için demokratik bir toplumda gerektiği şekilde yapılan makul bir müdahale olarak değerlendirilmesinden dolayı Mahkeme Sözleşme’nin 10. maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.
Bu bilgiler ışığında açıkça söylemek gerekir ki; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın sözleri eşcinsellere karşı nefret söylemi niteliğinde olup, eşcinsellere karşı ayrımcılığı körüklemektedir. Kendisinin ifadelerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Yasaları ya da herhangi bir uluslararası hukuk metni bakımından korunması mümkün değildir. Bu söyleme verilen destek ise nefret söylemine ve ayrımcılığa iştirak niteliğinde olup; insan haklarına saldırı teşkil etmektedir.
Bu vesileyle bir kez daha söylemek gerekir ki; insan onuruna saldırı sürdüğü sürece insan hakları mücadelesi de sürecektir. Cinsel yönelim dolayısıyla yapılan ayrımcılık, eşcinsellere duyulan nefret insanlığın utancıdır. LGBTİQ+ hakları insan haklarıdır!
Sosyal Hukuk