“Bir yerdeki adaletsizlik, her yerde adalete tehdittir.”
Martin Luther King
American Crime Story dizisinin ilk sezonu, 1994 yılında eşini ve eşinin arkadaşını öldüren O.J. Simpson’ın davasını işliyor. Dizinin büyük kısmı kurgu olsa da gerçek görüntüleri de kullanmışlar. Dava o kadar popüler olmuş ki bütün duruşmaları canlı yayınlanmış, haber bültenlerinde konuşulmuş, açık oturumlarda tartışılmış. Bu kadar popüler olmasının ilk sebebi elbette OJ’in kimliği. Adam Amerika’nın en başarılı sporcularından biri. İşinde bu kadar başarılı olunca sadece işini yapmana da izin vermiyorlar. Reklamlar, sosyal sorumluluk işleri, Hollywood. Büyük yıldız yani. Evinin bahçesinde kendi boyutlarında bir heykeli var. Ama mesele bundan ibaret değil tabii.
12 Haziran 1994 günü geç saatlerde Nicole Brown Simpson ve Ronald Goldman (sevgili oldukları ima ediliyor), Nicole’un evinde ölü bulunuyor. Olay yerinde yapılan incelemede kana bulanmış bir eldiven bulunuyor. Polis hemen OJ’in evine gidiyor haber vermek için ama evde kimse yok. Kendisinin de tehlikede olabileceğini düşünüp içeri giriyorlar ve eldivenin eşini buluyorlar, bir de kana bulanmış bir çorap. Dışarıda OJ’e ait bir araba var, arabanın kapısında ve iç kısımlarında da kan izleri. Ertesi gün OJ’i sorguya alıyorlar, olay günü neler yaptığı konusunda çelişkili bir ifade veriyor, parmağında da bir sargı var, nasıl yaralandığını açıklayamıyor. Eldivende bulunan kanla OJ’in DNA’sı örtüşüyor, arabada bulunan kan izleri de maktüllere ait çıkıyor. O gece OJ’i kan izlerinin bulunduğu arabayı kullanırken gören bir tanık da var. OJ daha önce sekiz kez darp etmiş Nicole’ü, 62 ayrı şiddet olayına karışmış. Tüm bunlara rağmen göz altına almaya cesaret edemiyorlar, adam star çünkü. Tekrar ifadeye çağırıyorlar ama OJ elinde bir silahla kaçmaya başlıyor. Kaçışı da canlı yayınlanıyor, NBA finallerini bile keserek. Nihayet yakalanıyor, savcının deyişiyle 5 kez mahkum etmeye yeter seviyede delille tutuklanıyor ve yargılamaya geçiliyor. Esas şov da o zaman başlıyor.
Yukarıda dedik ya, dava çok popüler. Herkesin gözü orda olunca, diğer herkes de bunu nasıl nakde çevireceğinin hesabına girişiyor. Tanıklara ulaşılıp para karşılığı röportajlar yapılıyor, kurbanın arkadaşları hemen kitap yazmaya başlıyor. Nicole ile OJ’in ilişkisi yatak odasından tatillerine, kıskançlıklarından başka kişilerle ilişkilerine kadar her ayrıntısıyla konuşuluyor günlerce. Her kavgalarından sonra OJ, Nicole’ün babasına bir mağaza daha açıyormuş, o da bir şekilde Nicole’ü ikna edip eve yolluyormuş.
Sadece sanık ve mağdurlar yetmiyor tabii, daha çok konu lazım. Davanın savcısı da nasibini alıyor bundan. Saç modelinden kıyafetlerine, konuşma tarzına kadar lime lime ediyorlar kadını. Eski eşi tatilde çekildiği çıplak fotoğrafları satıyor medyaya. Bunlarla uğraşıyorlar ülkenin en önemli davasında.
Medyadaki ilgi ürkütücü boyuta varınca, mahkeme jürilerini modelleme yoluyla olası sonuçları tahmin etmeye çalışan bir uzmandan yardım almaya karar veriyor savcılık, gidişatı öngörebilmek için. Ortalama bir jüri toplamına davanın sujelerini soruyorlar. Savcımız için sürtük, yalancı, sevimsiz gibi tespitler çıkıyor ortaya. Savunma avukatları da aynı yönteme başvuruyor, bir araştırma şirketiyle anlaşıyorlar. Yapılan anketlerde OJ için başarılı, seksi gibi sonuçlar çıkarken Nicole için servet avcısı tespiti öne çıkıyor, halk kararını vermiş yani. Konuşulmayan tek kişi ise diğer kurban. Ronald Goldman. Restoranda çalışan sıradan biri. Onun da öldürülmüş olması kimsenin dikkatini çekmiyor. Babasının deyişiyle, kendi cinayetinin dipnotuymuş gibi kalıyor.
Bırak konuşsun millet, sonuçta burası Amerika, ifade özgürlüğü var burada, hem kanun belli mahkeme belli yeterli delil varsa cezasını alır; yoksa beraat eder nedir yani? Ama öyle olmuyor işte. Bu tartışmaların hepsi tarafları belli bir profile hapsediyor. Toplumun değilse bile topluluğun verdiği kararı belirliyor, hatta eş ziyaretleri sırasında jüriye bile sızıyor laflar. Duruşma salonu ne kadar sessiz olursa olsun dışarıdaki gürültü her sözü bastırıyor, sesinizi boğup kaybediyor arada.
İddia makamı bu kadar “profesyonel” olunca sanık durur mu, hemen ülkenin en meşhur avukatlarını çağırıyor. Kendi alanlarında uzman ceza hukukçuları, bağımsız dedektifler, DNA uzmanları, kriminologlar. Gazeteler “Dream Team” olarak duyuruyor savunmayı. Ancak takımın eli hala çok zayıf. Bu kadar somut delille nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar. O sırada, şimdilerde bir klişeye dönüşmüş olan “başka bir hikaye” yöntemine sarılmaya karar veriyorlar. Bu yöntemi kabaca şöyle tarif edebiliriz, ortadaki hikayeyi zayıflatmak için daha iyi bir hikaye anlatmak. Kendi hikayelerinde ise “race card”ı kullanacaklar. Yani OJ’e Los Angeles Polis Departmanı (LAPD) tarafından komplo kurulduğunu. Peki neden?
OJ kenar mahallede büyümüş devlet okuluna gitmiş bir çocuk. Ama oradan çıkmayı başarmış, artık Brentwood’da oturuyor (bizim Kemerburgaz gibi bir yer herhalde), beyaz kadınlarla birlikte oluyor, bazı polislerle golf bile oynuyor. Üstelik OJ’in derisinden başka siyahlığı da kalmamış. Evvela çok zengin bir adam ve polislerle de arası bayağı iyi, evine gelip havuzunda yüzüyorlar, kentin en beyaz semtinde yaşıyor ve aslında çıktığı mahalleden de nefret ediyor. Etrafındaki tek siyah arkadaşı ayakçılığını yaptırdığı eski takım arkadaşı. Yani OJ artık “beyazlaşmış” biri. Ama bu kısımlar çok da bilinmiyor. Sadece zengin ve başarılı bir siyah, LAPD de bir siyah derilinin bu kadar başarılı olmasını kaldıramadı ve ona bu komployu kurdu. Hala çok zayıf bir hikaye değil mi?
İşte o anda LAPD’nin sabıka kaydı devreye giriyor. Onlarca polis şiddeti, işkence ve kötü muamele örneği anlatılıyor. Daha iki yıl önce polis sokak ortasında bir siyahı döverek öldürüyor ama herhangi bir ceza almıyor. Görüntülerin yayınlanmasıyla olaylar patlak veriyor ve yüzbinlerce siyah sokağa dökülüyor. Haftalar süren protestoların sonunda ortak bir komisyon kurularak ırkçılıkla mücadele edileceği söyleniyor. Güç bela ortalık sakinleşiyor; ama dumanı hala tüten bir gerilim duruyor ortada. Yani as değilse de papaz var ellerinde. Şimdi de bu eli kimin kullanacağına karar vermeleri gerek. Çünkü ırk kartını Amerika’nın en beyaz avukatına kullandıramazsınız. Hemen siyahi cemaatin en başarılı aktivistine ulaşıyorlar. Adam hem başarılı bir avukat hem de cemaatin çok sevdiği ve güvendiği biri. Sokağa çıkıp çıkmamak konusunda herkes onun ağzına bakıyor. O sırada araştırma için tuttukları bağımsız dedektif, eldiveni bulan polisin daha önce Nazi seviyesinde ırkçı ifadeler kullandığına dair bir şeyler buluyor. Amerika’nın güney eyaletlerinden birinde bir yazara röportaj vermiş. Zenci kelimesini defalarca kullandığı, hatta onlara nasıl işkence yaptıklarını da ayrıntısıyla anlattığı bir ses kaydı var. Davada kullanılmak üzere kaydın kendilerine verilmesi için bir dava açıyorlar ama bu davadaki ilk savunmayı siyah avukat yapıyor. Mahkeme talebi reddediyor çünkü orası Los Angeles değil, adliyenin önünde iç savaştaki müttefik askerlerinin heykeli var. İkinci denemede savunmayı beyaz bir avukat yapıyor ve kayıtları almayı başarıyorlar.
Irkçı polisi duruşmada sorgularken daha önce zenci kelimesini kullanıp kullanmadığını soruyorlar ve adam ısrarla hayatı boyunca bu kelimeyi kullanmadığını söylüyor. Kayıtları mahkemeye sunup jüriye verilmesini talep ediyorlar, zira en kritik delili bulan adam mahkeme önünde yalan söyledi. Mahkemede yalan söylediyse pekala kurbanların kanını da OJ’in arabasına yerleştirmiş olabilir. Hakim kayıtların tamamının değil, bir kısmının jüriye verilmesine karar veriyor. Temel amaçlarına ulaşmalarına rağmen, delillerin jüriden saklandığına dair büyük bir kampanya başlatıyorlar. Evet jürinin ne televizyonu ne gazetesi var ama öyle ya da böyle bu gürültü sızıyor içeri. Onların da istediği bu. Papazın yanına kızı da koydular şimdi.
Irkçılık kartı vatandaşta işe yarayınca savcılık görüntüyü nasıl kurtaracağını düşünmeye başlıyor. Bu adamın beyazlaştığını söyleyen bir savcı yardımcısı var. Gidişatı önceden öngörmüş biri ve rengi siyah. Ekibe alıyorlar hemen, siyahıyla beyazıyla biz bir aileyiz diyecekler güya. Ama en büyük hataları da o yapıyor.
Dizide çok yansıtılmasa da kadın hareketi de boş durmuyor. Nihayetinde bir kadın cinayeti bu, her duruşmaya çağrı yapıp aile içi şiddetin son kurbanı için protestolar yapıyorlar. Ancak belli ki henüz o kadar güçlü değiller.
Nihayet davanın sonuna geliniyor. Savcılık, ırkçılığın berbat bir şey olduğunu o polisin de dünyanın en kötü adamı adamı olduğunu söyleyerek başlıyor sözlerine. Ama diyor, bu olayın ırkçılıkla ilgisi yok sanık iki kişiyi bıçaklayarak öldürdü, yalvarırım buna odaklanın.
Savunma ise LAPD’nin kirli geçmişini anlatıyor sadece, ırkçı polisin üzerinde duruyor sürekli. Üç kere tekrar ederek şu cümleyle bitiriyor sözlerini: Bir yerdeki adaletsizlik, her yerde adalete tehdittir.
Bir yıl süren yargılamanın kararını dört saat içinde veriyor jüri: Suçlu değil. Karar açıklanıp salondan çıkttıkları sırada OJ’in mahalleden çıkarken en çok uzaklaştığı şişman, muhafazakar ve fakir siyah adam kararın gerekçesini de açıkladı, OJ’e dönüp sağ yumruğunu kaldırarak: Seni yedirmeyiz.
Kıssadan hisse: Amerikan determinizmi bize hep şunu vaaz etti, toplumun ne yaşayacağına toplum karar verir, olaylar olur sonuçlarına katlanırız ve bu sonuçlardan öğrendiklerimiz hanemize yazılır. Bu şekilde öğrenerek ilerleriz. Ve o determinizm Nicole ve Ron’u yüz üstü bıraktı. Sosyal ilerlemenin bir maliyeti oldular. Siyahilere karşı işledikleri suçlar yüzünden, onca somut delile rağmen bir komplo teorisine ikna etmek çok daha kolay oldu. Tehlikeli bir cümle ama gene de söylemek lazım: şeffaf toplumdan savcının çıplak fotoğraflarını, ifade özgürlüğünden bıçaklanarak öldürülen bir kadının seks hayatını anlatan bir kitabı ürettiler. Bugün Nicole ve Ronald’ın katilinin kim olduğunu biliyoruz. Karar günü evinde parti verdi. Amerikan toplumu hanesine ne yazdı acaba?