Son zamanlarda en çok zorlanılan hususlardan bir tanesi, en azından avukatlar için, hukuk devleti işlevsel bir etki alanına sahipmişçesine davranma, savunma yapma ve yazma sorumluluğu. Mevcut yazıda da bu “varsayım” ile hareket edip bu bağlamda konuşma gayreti göstermek gerekiyor.
Sistemin virüsü tali kurucu iktidarlar
Anayasa Hukuku’nun hukuk fakültelerinde birinci sınıf dersi olarak okutulmasının en temel sebebi “normlar hiyerarşisi” dediğimiz olguda gizli. Bu hiyerarşi, tüm düzenlemelerin anayasal düzene riayet edecek biçimde, yani onunla uyumlu halde çıkmasını salık verir. Ancak normlar hiyerarşisinin eksik bıraktığı, ya da başka ve daha doğru bir deyişle üstesinden gelemediği husus tali kurucu iktidarın anayasanın ruhuna ve özü
ne ve hukukun genel ilkelerine aykırı olarak yaptığı anayasal düzenlemelerin konumu. Bu husus öyle zannediyorum ki Jean Bodin’den beri tartışılagelen egemenlik paradigmasının da çözemediği, Anayasa Mahkemeleri’nin birbirleriyle çelişen, siyasal konjonktüre göre konumlanarak kararlar vermesine sebep olan çetrefilli bir mesele. Ve fakat bu daha başka bir yazının, hatta akademik bir araştırmanın konusu. Anayasa hukukuna dair bu girizgahın sebebi anayasal bir müessese olan yasama dokunulmazlığına dair birkaç kelam edebilmek. Durumun ehemmiyeti anayasaya dair böyle bir girizgahı, eksik ve kısa olsa da gerekli kılıyor.
Milli irade’nin koruyucusu: Yasama dokunulmazlığı
Yasama dokunulmazlığı, pek çok hukuk müessesesi gibi nüfusun bir kısmının artık bilgi sahibi olduğu üzere anayasal bir müessese olup parlamentoda vücut bulan millet iradesinin korunması amacıyla oluşturulmuş bir yapı. Yani milletvekillerinin kara kaşı kara gözüne değil milli irade denilen mefhumun yüzü suyu hürmetine, iradenin herhangi bir yasal engele takılmadan tecelli edebilmesi için var olan bir sistem. Bu sistem yahut yapının arkasında pek çok hukuki müessesede olduğu gibi koskoca bir tarihsel geçmiş ve mücadele söz konusu. Peki nedir yasama dokunulmazlığı? Ya da yasama dokunulmazlığı neleri kapsar? Dokunulmazlık diye kabaca tabir edilen müessese aslında yasama bağışıklığının alt dallarından sadece bir tanesi, bir diğeri ve ne yazık ki tartışılmayan, ancak güncel olarak tartışılmaya en muhtaç olan ise yasama sorumsuzluğu.
Nedir bu yasama bağışıklığı?
Yasama bağışıklığı milletvekillerinin hükümet ve/veya özel kişilerden gelecek adli takip mekanizmalarından korunması anlamına gelir. Yani, milletvekilinin siyasi baskı altına alınmadan eylem, söz ve harekette bulunmasını içerir. Dokunulmazlık ise aslında bu tanıma paralel bir biçimde milletvekillerinin “suç oluşturan davranışları” sebebiyle gözaltına alınmamasını, sorguya çekilmemesini, tutuklanmamasını ve yargılanmasını engelleyen ve ceza hukukunun eşitliğini ihlal eden istisnai bir uygulamadır. Demokratik bir hukuk devletinde, kanımca, olmaması gereken bu müesseseye ihtiyaç duyulmasının sebebi milletvekillerinin yasama faaliyetine katılmasını ve yukarıda belirttiğimiz gibi milli iradenin tecellisini sağlamak. Öyle ki, bu uygulama anti-demokratik uygulamaların ve otoriter yönetimlerin olduğu ülkelerde iktidarın muhalefet vekillerini tutuklayarak muhalefeti bastırmasının yöntem olarak kullanılmasını engellemektedir.
Bir antidemokrasi ölçü birimi olarak yasama sorumsuzluğu İkinci husus ise yasama sorumsuzluğu.
Yasama sorumsuzluğu, milletvekillerinin yasama görevlerini yerine getirirken söz, düşünce ve oylarından dolayı hukuki ve/veya cezai sorumluluklarının olmaması anlamına gelmektedir. Yasama sorumsuzluğu aslında demokratik ülkelerde, yani düşünceyi yayma ve açıklama özgürlüğünün güvence altına alındığı ve tam olarak korunduğu ülkelerin anayasalarında tanımlanmaya dahi ihtiyaç duyulmayacak bir müessesedir. Ancak, demokrasi ve özgürlükler anlamında gelişmemiş, hukuk devleti yerine kanun devletinin ön planda olduğu, otoriter yönetimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde muhalefeti korumanın araçlarından bir tanesidir. Halbuki, içerik açısından bahsettiğimiz üzere ifade özgürlüğünden ayrı tutulamayacak bir müessese.
Bu bağlamda üstünde duracağımız, mevcut Türkiye fotoğrafı açısından önemli ve kati suretle tartışılması gereken ikinci husus, yani yasama sorumsuzluğu. Zira tutuklanan HDP milletvekillerinin dosyalarına baktığınız zaman yüzde 95’inin milletvekillerinin basın açıklamalarından, konuşmalarından ve katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinden kaynaklı olarak oluştuğunu görü
yoruz. Neredeyse hepsi milletvekilinin söz ve düşüncesini açıklaması, yani yasama sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilecek hususlar. Nitekim milletvekillerine atılı suçlarda doğrudan ifade özgürlüğünü ilgilendiren düzenlemeler; Cumhurbaşkanına Hakaret, Basit Hakaret, Halkı Askerlikten Soğutmak, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik, Devleti Alenen Tahkir ve Tezyif, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet, Suçu ve Suçluyu Övme ve Örgüt Propagandası.
Milletvekili konuşamazsa ne yapar?
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Milletvekili konuşamazsa ne yapar? Muhalefet edemezse neden adı muhalefet? Mesele aslında çok basit görünen ama bizce kritik bu iki soruya verilen cevapta yatıyor. Yukarıda değindiğimiz üzere yasama bağışıklığının ortaya çıkmasının sebebi “muhalefet milletvekillerinin iktidarın baskısından korunması” gerekliliğidir. Muhalefeti bastırmanın bir aracı olarak yargının kullanılmasının önüne geçilmesinin istenmesidir.
İlgili mevzuat
Bunlar elde dursun, dönelim mevzuata, yani yürürlükte olan hukuka. Öncelikle belirtmekte fayda var, yasama, yani parlamento çalışmalarına katılma faaliyeti anayasada “görev” olarak tanımlanmıştır. Yani parlamenterler milletvekili andı içtikten sonra görev ifa etmektedir. Akabinde yasama sorumsuzluğu hususuna gelelim. 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile eklenen geçici madde sadece ve sadece yasama dokunulmazlığına ilişkin bir düzenlemeyi kapsamakta, yasama sorumsuzluğuna ilişkin herhangi bir düzenleme öngörmemektedir. Daha açık bir deyişle, 6718 sayılı kanuna rağmen yasama sorumsuzluğunun cezai ve hukuki sorumsuzluğu devam etmektedir. Dolayısıyla HDP eş başkanları da dahil milletvekilleri hakkında verilen tutuklama kararı bizzat 6718 sayılı kanunun içeriğine aykırıdır, zira yürütülen soruşturmaların pek çoğu yukarıda ifade ettiğimiz üzere söz ve düşünce açıklama meselesi üstüne.
İfade özgürlüğü ve yasama sorumsuzluğu
Bununla beraber değinmesek eksik kalacak bir husus da 07.05.2004 tarihinde T.C. Anayasası’nın 90’ıncı maddesinin 5’inci fıkrasında 5170 sayılı kanun ile getirilen düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre usulüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası anlaşmalar insan hakları ile ilgiliyse ve bu anlaşmalar ile mevzuat çelişiyorsa milletlerarası anlaşmaların uygulanmasına öncelik verilir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü gibi temel insan hakları ile ilgili bir alanı ilgilendiren Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalar bu açıklamaların her şeyden öte, yani yasama sorumsuzluğu devreye girmeden ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilerek suç teşkil etmemesi gerekirdi. Yasama sorumsuzluğuna dair Venedik Komisyonu Kriterlerinden söz etmek ise ihtiyaç dahilinde olmamalıydı.
Yasama dokunulmazlığına muhtaç olmak
Velhasıl, yasama dokunulmazlığı aslında tartışılması ve kaldırılması gereken bir müessese. Dünyadaki genel eğilim bu yönde ve bu doğrultuda olması gerekmekte. Türkiye’de de bunun kapsamlı bir biçimde tartışılacağı bir ortamın yaratılması hepimizin sorumluluğunda. Ancak bu hal ne yazık ki dokunulmazlık müessesesine ihtiyaç duyduğumuz bir hal.