Bugün son dönemde gündemi meşgul eden kira kriziyle ilgili Cihan Uzunçarşılı Baysal’la görüşüyoruz. Öncelikle kira krizinin ne olduğunu, sebeplerini size sormak isteriz.
Son zamanlarda artık Türkiye’de de kira krizi ile ilgili itirazlar duymaya başladık. Özellikle öğrencilerin gerçekleştirdikleri bireysel ve toplu sivil itaatsizlik eylemleriyle sorun daha görünür hale geldi. İlk olarak, Sakarya Üniversitesi’nden bir öğrenci, yurt bulamadığı için okulunun dışında yatıp kalkmaya başladı; akabinde bu protesto kitleselleşti ve öğrenciler toplu halde parklarda uyuyarak yurt ve kira sorunlarını, böyle bir sivil itaatsizlik eylemi üzerinden duyurmaya başladılar. Kamuoyunda epey bir farkındalık yaratıldı. Yurt meselesi de sorunun bir parçası tabii ki.Özel yurtlarla tarikat yurtları arasına sıkıştırılan, üniversitelerin olduğu merkezlerde insafsızca tırmandırılan kiralar karşısında öğrenciler temel bir haklarını talep etmekteler, eğitim hakkının da ayrılmaz parçası ve çok temel bir hak olan “yaşamaya elverişli” barınma talep etmekteler, ödenebilir koşullarda, gerekli altyapı ve hizmetlere sahip, emniyetli yurtlar ve kiralıklar.
Bunun yanısıra change.org üzerinden de yine kiraların dondurulmasına, kiralara üst sınır getirilmesine yönelik talepler içeren bir metin dönüyor.Pandemiden aşağı yukarı bir sene sonra bunları görmeye başladık. Oysa, geçen sene pandemi yeni başladığı zaman İstanbul Kent Savunması olarak bu öngörü ile bir çağrı yapmıştık kamuoyuna. Bu gidişattapandeminin getirdiği ekonomik yük altında ve zaten Türkiye’nin çok bozulan ekonomisi altında ezilen halk yığınlarının bir zaman sonra kiralarını ödeyemeyeceklerini öngörerek “Pandemide ne olacak bu kira?” diye bir çağrı yaptık veçağrıyı sosyal medya üzerinden epey döndürdük ama o zaman karşılık bulmadı maalesef.
Bu öngörüde bulunmanızı sağlayan arka planı tarifleyebilir misiniz?
Aslında sorunun iki yönü olduğunu düşünüyorum. Bir tanesi sistemsel bir sorun yani küreselden baktığımız zaman bugün bütün dünya üzerinde pandemiden önce de başlayan ödenebilir şartlarda ve elverişli koşullarda kiralıklara ve konutlara yönelik talepler vardı. Kira grevleriyle ev işgallerini ve “yaşamaya elverişli” konut / barınmaya yönelik talep ve protestoları pandemiden önce de görmekteydik çünkü sistem artık burada tıkandı. Kenti ve konutu metalaştırarak, finansallaştırarak çarklarını döndüren kapitalist sistem bir avuç yatırımcıyı, küresel emlak ve finans şirketini abad ederken kitleleri evsizliğe mahkum etmekte. 2008 krizinden bu yana gidişata karşı küresel boyutta itirazlar, protestolar görmekteyiz. Pandemi, bir çok sorunu, krizi derinleştirdi ya da yenilerini yarattı. Evsizliğin bir ölüm kalım meselesi olduğunu da, sahada çalışanlar, konut hakkı savunucuları, başta BM ilgili mekanizmaları senelerdir ne kadar söylese, bildirse de sonuç alamazlarken birden bire pandemiyle bu gerçek herkesin kafasına dank etti. “Bir musibet, bin nasihat” vaziyeti!
Türkiye’de ise, kamucu bir konut politikası olmaması hasebiyle ve kentsel dönüşümün tamamen rant amaçlı gerçekleştirilmesi nedeniyle büyük kentlerde ve önemli merkezlerde uzun süredir konuta erişimin zorlaştığı, ucuz ve emniyetli, yaşanabilir kiralık bulmanın hayal olduğu bir gidişatla karşı karşıyaydık. Nüfuslar bütçelerinin önemli bir kısmını konut giderlerine harcamaktaydı. Konut piyasaya ve TOKİ’ye emanetti! Pandemi, zaten ekonomik daralmanın yaşandığı ülkenin ekonomisini iyice krize soktu. İşten çıkartmalar arttı, iş arayanlar artık iş bulamaz oldu. İşte bunların kiralar ve TOKİ kedileri üzerinde baskı yaratacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yoktu.
Sistemsel bir kriz demiştiniz, biraz açabilir misiniz?
Bugün yaşamakta olduğumuz küresel konut krizi, 70’lerin sonları, 80’lerde ortaya çıkan neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucudur. Özellikle 2008 mortgage kriziyle birlikte konut krizi iyice şiddetlendi. ABD’de mortgage kredilerini ödeyemedikleri evleri haczedildiğinden sokaklara mahkum olanları, çadır kentleri hatırlayın. Bu konutları, küresel emlak ve finans şirketleri topladı, elden geçirip fiyatları arttırarak satışa sundular, finans varlıklarına çevirdiler. Konut açığı derinleşti. Pandemiyle birlikte de kriz hem daha derinleşti hem de yaygınlaştı ve kitleselleşti çünkü ekonomik olarak zaten erişilemeyen konut ve kiralıklar, azalan istihdam, işsizlik, ekonomik daralma vb nedenlerden imkansızlaştı.
Dolayısıyla, sistemsel krizden kastım şu, konut da dahil olmak üzere eğitim olsun, sağlık olsun tüm hakları metalaştırıp, finansallaştıran, piyasalaştıran bir sistemin içindeyiz. Örneğin Avrupa’da ve Amerika’da gördüğümüz üzere özellikle yerel yönetimlerin ödenebilir şartlarda sundukları sosyal kiralık konutlar, Thatcher/Reagen ikilisinin bütün hakları temelinden yok ettikleri,neoliberalizmin taşlarını döşedikleri bir süreçte özelleştirilmeye başlandı. Önce dediler ki bu konutları içinde yaşayanlar satın alsın. Yaşayanların çoğu satın alamadığı için bu konutlar şirketlerce alındı. Kamuda kalan konutlarda özellikle İngiltere’de tamamen çürümeye ve bakımsızlığa terk edildi. İşte biz o süreçte şunu gördük, Grenfell Tower yangınını açmama gerek yok herhalde orada onlarca kişi öldü. Chelsea yerel yönetimine ait bir binaydı, bir sosyal konut binasıydı ki buraya yerleştirilen insanlar da yine yenileme alanı olarak ilan edilen bir mahalleden tahliye ile buraya yerleştirilen insanlardı. Binanın dışındaki izolasyon malzemeleri son derece kalitesiz olduğu için kolaylıkla tutuştu, yangın tüm binayı birdenbire sardı ve onlarca kişi öldü. Yani böyle bir çöküntüye ve felakete sebep oldu bu gidişat çünkü kamu elini konuttan çekti.
Biz bugün tüm Dünya üzerinde küresel itirazları görüyoruz. Mesela Brezilya’daki favelalar; yıkım tehdidi altında olduklarından orada da bir konut krizinden bahsedebiliriz. Orada toprağı ortak mülkiyet sayarak kooperatifleşme çalışmaları başladı ki çok önemli ve takip etmemiz gereken bir süreç.İşte Amerika’daki RentStrikes dedikleri kira grevlerini ve ayrıca ev işgallerini, boş evlerin işgal edilmelerini Avrupa’da da görmeye başladık. İspanya’da Barcelona belediyesinin önemli adımları var; gidişata karşı kiraların dondurulmasından, Airbnlerin yasaklanmasına, yatırımcılarla bankaların spekülasyon amaçlı ellerinde tuttukları boş konut stoklarını kamulaştırma çabalarına kadar bir dizi iyileştirici politikayı görmekteyiz. En son, Graz’da yerel yönetimin Komünist Parti’ye geçmesinin ardında da konut krizinin önemli bir etken olduğu söylenmekte.
Berlin’de gördüğümüz üzere kiraların dondurulmasına,üst sınır getirilmesine yönelik son birkaç senedir önemli bir mücadele vardı ve karşılığını buldu ama maalesef daha sonra bunun yüksek mahkeme tarafından iptal edildiğini gördük (Eyalet politikalarına yerel yönetim karar veremez, dedi). Yine Berlin’de, 3000’e yakın, 2800 konutu toplayan 3 emlak şirketine karşı bu konutların kamulaştırılmaları için referanduma gidildi ve kamulaştırma kabul edildi. Bundan sonrası nasıl yürüyecek hep birlikte göreceğiz ama kamulaştırmanın kabulü, çitlenerek el konan kamuya ait müştereklerin-özelleştirilen sosyal konutların- geri alınması demek olduğundan konut politikalarında da ilerici adımlar ve değişim getirebilir.
Ya Türkiye?
Berlin’i örnek gösterdim.Berlin, sosyal konutlarda kiracılığın çok yüksek olduğu ayrıca gerçek anlamıyla da çoğulcu bir kent yani her cinsten, her ırktan, işte mültecisinden göçmeninden her insanın olduğu, orada yaşayabildiği bir kent. Bu yönde taleplerin buradan yükselmesi de çok normal. Bizde sosyal konut denince mülkiyet odaklı konut politikalarını görüyoruz. Ve ne yazık ki halk katında da mülkiyet odaklı politikalar talep edilmekte. O nedenle bizden böyle kiracı eylemleri çıkması şu an için zor olsa da ileriye dönük olarak öngörebiliriz çünkü TÜİK verilerinin gösterdiği üzere, yükselen konut fiyatları karşısında mülkiyet giderek erişilemez olacağından kiracılık artacak. O zaman biz bu taleplerin yükseldiğini görebileceğiz. Ve aslında bugün öğrencilerin seslendirdikleri yurt sorunun yanında durması gereken ilk grup kiralıklara üst sınır talep eden kiracılar olmalıydı! Ne yazık ki böyle bir dayanışmayı göremedik.
Türkiye’nin, Avrupa’da gördüğümüz üzere ödenebilir şartlarda kiralık konut gibi bir konut politikası hiçbir zaman olmadı, tamamen mülkiyete bağlı bir konut politikası oldu. Nedir bu konut politikası? İşte vatandaşlara ”ucuz” ev yapayım. Vatandaş başını soksun yeter. Ama nasıl? 15-20 yıl borçlanarak ve tamamen sistemin kölesi olarak borçlarını ödeyecekler. Borçlanma üzerinden, ipotek üzerinden giden -çünkü o konutu borcunuzu ödeyene kadar da hak sahibi değilsiniz-tamamen mülkiyete dayalı bir konut politikası görmekteyiz. TOKİ’nin “kira öder gibi ev sahibi olma” sloganında bile kiracılık aşağılanmakta. Öte yandan, sahada şahit olduğumuz üzere, TOKİ konutlarının aylık taksitleri ilgili nüfuslar açısından hiç de “ödenebilir” değil. Çoğu ya açlık sınırında hayatlar sürüyor ya da borcuyla satıyor ve çeperlerdeki ucuz ama emniyetsiz, afetlere dayanıksız kiralıklara mahkum ediliyor. Kentsel dönüşüm bölgelerinde, enformel mahallelerde ucuz kiralık konuta erişebilen emekçi kesimlerin, öğrenci kesimlerinbu mahallelerin dönüşüm alanı ilan edilip tamamen lüks projelere açılmasıyla kiralık konut bulamayıp kiralık konut arayışınagirmeleri de sürecin bir başka veçhesi.Şimdi ne oluyor çeperlere doğru talep gidiyor ama çeperlere doğru talep gittikçe de orada da birden bire kiralık konut fiyatları yükselmeye başlıyor.Riskli konutlar bile fahiş fiyatlara kiralık oluyor.
Türkiye’nin küresel gidişattan bir farkı var amabir zaman sonra aynı sisteme gireceğini düşünebiliriz; küreselleşme böyle bir şey. Şöyle bir farkı var; 2007-2008 Mortgage krizinde, insanların ödeyemedikleri için el konulanipotekli konutlarını küresel finans ve emlak şirketleri topladı. Bugün Avrupa’dan ve Amerika’dan baktığımız zaman ev sahibi kim, kimse bilmiyor. Ev sahibi, küresel bir şirket ve yüz yüze gelemiyorsunuz,bilmiyorsunuz, tanımıyorsunuz. Her ay kirayıbankaya yatırıyorsunuz ve ilişki bu kadar. İşte bu küresel şirketler çok büyük karlar etmeye başladılar.Blackstone diye bir şirket var, Çin’e bile girdi. Bunlar konutları topladıkça yeniliyorlardolayısıyla lüksleştiriyor, kiraları yükseltiyorlar.Dünya üzerindeki protestolar bundan da kaynaklanıyor, bu yüzlerini görmediğimiz ev sahiplerine karşı protestolar ve talepler, Berlin referandumunda gördüğümüz üzere.
Küresel şirketlere çok anlamlı bir itiraz vardı Twitter üzerinden, biri diyor ki benim kiralığım, tanımadığım bir insanın yatırım bonosu,hissesenedi oluyor. Neden? Çünkü finansallaştırılıyor,şirketler, bu konutları ele alıp finans varlığına dönüştürüp bunları pazarlıyor. Senin ödediğin kira birilerinin hissesi, yatırım aracı oluyor. Konutun konut olmaktan çıkarıldığı,metayı bırak finans varlığına dönüştürüldüğü, borsada alınır satılır bir kağıt parçasına dönüştürüldüğüçığırından çıkmış bir düzenle karşı karşıyayız.
Berlin’de en son kamulaştırma da bu gidişata karşı.Üç tane büyük emlak şirketi, finans şirketi, oradaki binlerce konutu topladıkları için binlerce dairede hak sahibi oldular.Bunlar kamulaştırılsın deniliyor. ŞimdiTürkiye’den baktığımız zaman böyle bir olgu yok.Türkiye’de de kamulaştırma yapılsın mı diye sorular gelmeye başladı veya bazı yazılarda bu yönde talepleri okuyorum. Ancak, Türkiye’de böyle bir durum yok,küresel finans ve emlak şirketler henüz buradaki piyasaya girmiş değil.Türkiye’de gördüğümüz ev sahibi profili, istatistiklerolmasa da, daha çok “”anne-baba ev sahipleri” olarak adlandırılanlar diye düşünüyorum. Yani, emeklidir,emekçidir, vaktiyle bir ev daha satın almıştır ve onun kirasıyla geçinir.Türkiye 8-10 tane daire sahibi ,15 20 tane daire sahibi olup yatırım amaçlı kullananda var tabiki. Bundan kar edip fiyatları yükselten böylece piyasayla oynayan ev sahipleri de var tabii ama ben çoğunluğun bu şekilde olduğunu düşünmüyorum. Bunun hakkındagerçekçi bir araştırma var mı bilmiyorum, bunu da araştırmamız lazım. Dolayısıyla bu kamulaştırma talepleri hani elmaya bakıp da armutu nasıl düzelteceğiz demek gibi bir şey oluyor. Ama en başta da dediğim üzere maalesef ve maalesef bir zaman sonra Türkiyede bu sisteme girecektir ister istemez.Özellikle şunu düşünüyorum bu Kanal bölgesinde kurulacak yeni şehirlerdeki o lüks projeleri illaki finans ve emlak şirketleri toplayıp yatırım amaçlı tutup bunları finansallaştırıp satacaklardır.Zaten Türkiye’de henüz çok karşılık bulmasa da imar borsasının altyapısı hazırlanmaya başladı kaç senedir.Türkiye’nin de böyle bir gidişata gireceğini düşünüyorum.
Bu gidişata dur demek için ne yapılmalı?
Bizim ivedilikle konut sorunu hakkında taleplerimizi, itirazlarımızı yükseltmemiz lazım. Bunu yükseltirken de neyi istediğimizi bilmemiz lazım. Yani barınma hakkı diye bir manşet attığınız zaman -bunu çok sevgili basındaki arkadaşlarımıza söyleyeyim-TOKİ de barınma hakkı arkadaşlar,TOKİde barınma hakkı. Peki TOKİ’leri biz neden beğenmiyoruz o zaman? Buradaki mücadele edeceğiniz düzlemde ya konut hakkı diyeceksiniz ya da yaşamaya elverişli barınma hakkı diyeceksiniz. Çünkü dört duvar bir çatıda bir barınma, çadırda barınma, bir barakada barınma, yani barınma hakkı ise git barın o zaman çadırda, git barın, çadır kent kurayım sana.Yani biz barınma hakkını talep etmeyeceğiz. Biz yaşamaya elverişli ve ödenebilir şartlarda barınma talep edeceğiz veya konut talep edeceğiz.Meselenin zaten can damarı burada.
Diğer taraftan bunu sadece mülkiyet olarak talep etmeyeceğiz. Biz, kullanım hakkı üzerinden de kiralık talep edeceğiz. Yani 88 projeye el atan ve tamamen artık gayrimenkul yatırım ortaklıkları ile lüks projelere girmiş TOKİ’nin hani diyordu ya “TOKİ,zengindenalıyor fakire veriyor, RobinHood’uz biz” diyorduilkTOKİ Başkanı Bayraktar,yalan söylüyordu çünkü fakirin mahallesini yıkıp zengineveriyordu. Şimdi fakirin mahallesine yıkıp zengine verdiği için zaten biz bu konut-kira krizinin daha da keskinleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla TOKİ’den 88 lüks projeden elini çekip ilk başta ne amaç ile kurulmuşsa, ödenebilir şartlarda konut sağlamak amacıyla kuruldu,kiralık konut veya mülkiyet odaklı konut, bunu halka sağlamak zorunda olduğu için asli görevine dönmesini talep edeceğiz.
Tabii ki öğrencilerin barınma ihtiyacı için yurt talep edeceğiz. Ama oda dediğim gibi yaşamaya elverişli yurtlar olacak her yönüyle. Tamam TOKİ yapacak bu yurtları, peki bu öğrenciler onu mu bekleyecek? O zaman şu olabilir: Yerel yönetimler öğrencilerin kiralarını sübvanse edebilir; tümünü ya da önemli kısmını karşılayabilir.Üniversite bölgelerindekiralarda müthiş artış görüyoruz. Ev sahipleri burada öğrencilerin buna gereksinimi olduğunu düşündüğünden istedikleri gibi kiralarla oynayıp yükseltiyor larçünkü öğrenciler mecbur, dolayısıyla merkezi yönetim buralardaki kiralıklara bir üst sınır getirebilirAyrıca, yerel ve merkezi yönetimler ellerindeki sürü sepet boş mülkü, lojmanı, konuk evini öğrencilere açabilirler; Ankara Belediyesi gerçekleştirdi.
Bir kritik konu da, yakınlarda yine bir öğrencinin isyanla belirttiği üzere, öğrenciler ya özel yurt ya da tarikat yurtlarının ellerine terk edilmiş durumdalar. Acaba, dinci iktidarın politikası bu mudur?Özele para veremeyecek öğrencileri-ki büyük çoğunluk- tarikat yurtlarına mecbur etmek. Yurt yapmamanın, devlet yurdu sağlamamanın arkasındayatan politika, iktidarıngizli ajandası bu mudur? Bir ihlaller silsilesi, barınma, eğitim, sağlık, demokratik mekanlarda yaşam hakkı, öğrenciler her türlü hak ihlali ile karşı karşıyalar.
TOKİ, konut hakkını ya da ya yaşamaya elverişli barınma hakkını neden karşılamıyor?
BirleşmişMilletler’in bizim de taraf olduğumuz 1966 tarihli Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne göre konut hakkının7 tane çok önemli asgari şartı vardır.Türkiye bu sözleşmeyi AKP zamanında imzaladı ama konut hakkı bağlamından baktığımızda hem imzalayıp hem de katmerli ihlal etmekte.
İlgili komitenin, Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Komitesi’nin 1991 tarihi 4 numaralı Genel Yorumu “Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı” başlığını taşır. Asgari 7 kriterle bunu açar. Birincisi, konutun yasal güvenliğidir. Burada konut hakkı, kullanım hakkı üzerinden tarif edilir, mülkiyet değil,kullanım hakkı . Bu kullanım, tapulu mülk olabilir, kiralık olabilir, sosyal konut olur afet konutu olur işte lojman olur vesaire yurt olur olur ama yasadışı işgal ve iskan da konut hakkıdır der. Nokta! Çok önemli bir şey söylüyor, neden? Çünkü çok temel bir haktan bahsediyoruz. Ailenin korunması, kadının korunması, çocuk hakları, özel hayatın gizliliği…gibi diğer haklara erişim açısından çok temel bir haktan bahsediyoruz. Tabii ki işgal ve yasadışı iskan meşrudur o zaman. İşte dünya üzerinde gördüğümüz boş konut işgallerinin temel dayanağı budur. Devam edersek, kullanım hakkı temel bir hak der ve her kimin ne çeşit kullanımhakkına sahip olursa olsun, bunun yasal güvenliğinin sağlanması gerekir, der.Bunun anlamı açıktır, yasadışı iskan veya işgal de madem birer kullanım hakkıdır, içindekileri zorla tahliye edemezsin. Edeceksen da belirli koşullar getirir.
İkincisi ödenebilir olacak.Konutu kimin için yapıyorsan emekçi için, alt gelir grubu için, her kim için yapıyorsan onunödeyebileceği şartlarda olacak ve konut giderleri diğer haklara erişimiengellemeyecek. TOKİ kredisi mi, kiramı,her ne ödenecekse; eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel haklara -gıda ve su gibi temel hakların yanı sıra insanların vakitlerini geçirme, eğlence hakları, giyim kuşam hakları da dahil- erişimiengellemeyecek der. TOKİ’lerden baktığımızda, insanlar konut kredi taksitlerini hatta aidatlarını ödeyemiyor.Oturabilen de açlık sınırında; elektriğini,doğalgazını kullanmıyor ödeyemeyeceğinden.
Üçüncüsü; altyapısı ve hizmetleri yaşamaya elverişli olacak, yeterli olacak. Yeterli ısı sağlayacak,yeterli ışık sağlayacak. Herkesin kendi özel alanına sahip olacak kadar yeterli alanı olacak. TOKİ’lere gelince, mutfakları çöken TOKİ’ler, banyoları su basan, çatıları uçan TOKİ’ler. Geniş ailelerin sığamadıkları tıkış tıkış TOKİ’ler. Özellikle pandemi zamanlarında çok önemli olan “yeterli/ elverişli” özel alan kriterini TOKİ’lerde göremiyoruz.
Dördüncüsü; afetlere, hava şartlarına karşı koruyacak. Samsun,Kuzey Yıldızı TOKİ’de, zeminden aşağı yapılankatlarda sel sularındaçocuklarınboğulduğunugördük. Keza zeminleri kayanları gördük;işte Maltepe Başıbüyük’teyaptıkları TOKİblokları; heyelan alanına yaptıkları için zeminleri kaydı.
Ulaşım, diğer bir kriterdir. Ulaşım, oradaki yaşayan nüfusların diğer hizmetlere ve haklara erişimini engellemeyecek. İki saat hastane için yol gitmeyeceğim,bilmem kaç saat iş için gitmeyeceğim. Konutun lokasyonu önemli der ve ek para ödememelisin der.İşine gidiyorsan2-3 vasıta değiştirip gittiğin zaman o bütçeye ek yük oluyor
Konut ayrımcılık yapmadan “herkes” için ulaşılabilir olacak. LGBTİ+ bireyler, engelliler, bekar anneler, mülteciler vb kırılgan gruplar için, özellikle. AKP’nin tüm diğer insan hakları politikalarında olduğu gibi konut politikalarının da turnusolü LGBTİ+ haklarıdır ve elbette kadınlar ve özellikle bekar anneler açısında da baktığımızda sınıfta kalmaktadır. Tüm insan hakları gibi konut hakkı da ayrım gözetmeksizin herkes içindir. Örneğin twitterda gündem olan bir ilan gördüm, çok garip geldi. Kira, memur ailesi iseniz 3.000 TL öğrenci ya da bekar iseniz 4.000 TL, diyor. Şimdi bu AKP’nin ideolojik zihniyetinin yansımasıdır. Bu zihniyetin hakim olduğu kentlerde bekar bir annenin ev tutma olasılığını düşünün. Bu zihniyetin hakim olduğu bir düzlemde bir LGBTİ+ bireyin ev tutma olasılığını düşünün.
Önemli bir diğerkriter kültürel yeterliliktir.Hangi kültüre yönelik konut inşaa ediyorsan, onun kültürüne saygı göstereceksin, onun gündelik yaşamına göre yapacaksın.Mesela mahallelerimizin çoğunda insanlar, sokakları evinin bir parçası gibi kullanır; mahallelerin kamusal alanları geniştir. Evler küçük dahi olsa, kapı önünde sosyalleşme olanakları çoktur. Kına geceleri, düğünler açık alanlarda yapılır. Kalkıp da bunu disiplinli TOKİ’lerde yapamazsın,daracık alanlarda bir de insanları böyle 15 blok bilmem kaç blok insan silolarınatıktığın zamanve de ayrıca yaptığın insan silolarının içine tamamen orta sınıf çekirdek aileye yönelik konutlar inşa ettiğin zaman,o zaman kültürel hakları da ihlal etmiş oluyorsun. Sulukule’lileri “Size konut yaptık, gelin Taşoluk’a“diye yolladılar kentin bilmem kaç kilometre ötesine, merkezde müzik yapan insanlargece 12-den sonra otobüs,ulaşım bulamıyor.Sanki evi bir oda, mahalle de eviymişçesine kullanan bir nüfusu gidip oradaki bloklara tıktılar, komşu komşuyu göremez oldu. Hepsi borcuyla sattı, geri döndü. Bunlar hep hak ihlali.
Dolayısıyla biz bugün TOKİ’ler açısından baktığımızda barınma ihtiyacını karşılıyor ama konut hakkınıntüm kriterlerini ihlal ediyor diyebiliriz çok rahatlıkla. Tekrarlarsam, en başta, talep ettiğimiz hakkın ne olduğunu bilmemiz lazım. “Barınma hakkı talep ediyoruz” dediğimiz zaman “alsana TOKİ” olur!, Hayır, biz yaşamaya elverişli barınma veya konut hakkını talep ediyoruz, asgari 7 kriteriyle.
Peki, Türkiye’deki konut krizine dair son olarak neler söylersiniz?
Sadece kira değil ama tümüyle baktığımız zaman işte yurt sorunu olsun, gençlerin sorunu olsun, ödenebilir şartlarda konut edinme veya kiralama sorunu olsun bütüncül baktığımız zaman sorun aslında tamamen konut sorunu. Eğer bir mücadele alanı açacaksak konut hakkı üzerinden açacağız. Kiracıların hakkı ayrı, yurtta öğrencilerin hakkı ayrı diye böldüğünüz zaman herkes kendi alanında mücadele eder. Mücadelenin konut hakkı altında ortaklaştırılması lazım.
Konut hakkının en temel veçhesi, bir kentte kimin oturacağını konut hakkının tayin etmesidir. O konutlar kimin için yapılıyorsa o kentte onlar oturur. Dolayısıyla, konut hakkı ve ikamet sınıfsaldır. Sendikaları işte bu yüzden de anlayamıyorum. Lüks konutlar inşa ederek emekçiyi, emekliyi, öğrenciyi, alt gelir grubunu devamlı çeperlere püskürten ve kenti lüksleştiren bir sistemle karşı karşıyayız. Kent,üst gelir gruplarının, gelip geçenturistlerin ya da yatırımcıların kenti oluyor.Gerçekten emekçilerin kentini istiyorsak ve bu kentin nimetlerinden, hizmetlerinden, olanaklarından hem kendimizin hem çocuklarımızın faydalanmasını istiyorsak bu kentte bir ayağımız olması lazım. Dolayısıyla burada sendikalara konut hakkını talep etmekte görev düşüyor. Mücadelenin bir bileşeni de sendikalar olmalı ama göremiyoruz.