Av. Deniz ÖZBİLGİN
Ankara Barosu
Avukat Hakları Merkezi Başkanı
Adını koyarak başlayalım :
29.07.2020 akşamı, ailesi ile yemek yediği esnada lokantaya baskın yapan asayiş görevlileri tarafından “rutin” olduğu iddia edilen bir kimlik kontrolü ile karşılaşan, elbette bir hukukçu, iyi bir hukukçu olarak maruz kaldığı uygulamanın gerekçesini öğrenmek isteyen Hatay Barosu Başkanı Av. Ekrem Dönmez’in; yasal haklarını kullanma ısrarı ile kolluğun tasarrufunu hukuk sınırları içerisinde tutma çabasının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 90. maddesi uyarınca yakalama ile sonuçlandırılması BİR SALDIRIDIR.
Tarih boyunca adalet gayesi ile hukuku bir adım ileriye taşıyanların sadece kara kaplı yasa metinlerine göre hukuku yorumlayan pozitif hukukçular değil; insanlığın ve hatta doğanın evrensel ilke ve değerlerine göre hukuku şekillendiren doğal hukukçular olduğuna inanırım. Velhasıl, yukarıda bahsedilen saldırıyı açıklığa kavuşturmak için bir miktar kara kaplı kitaptan yasa metnini alt alta sıralamak, bir hukukçu ya da baro başkanı egosu ile hareket edilmediğini göstermek için de gerekli.
Normlar hiyerarşisine göre sosyal hayatı düzenleme aracı olarak kurallar silsilesinin en tepesine evrensel insan haklarını ve tarafı olduğumuz sözleşmeleri, Anayasa 90. maddesi uyarınca bu sözleşmelerin bağlayıcılığını, yeri gelmişken Anayasa’yı ve devamla da yasaları koyuyoruz. Farkında olarak ya da olmayarak, gündelik hayatlarımızı, sosyal ilişkilerimizi ve mesleklerimizi de aşağılara doğru uzanan bu hiyerarşik kurallar içerisinde yaşıyoruz. Tabii ki, kendilerince en temel yasa olarak bildikleri 2559 sayılı Polis Vazife (görev) ve Salahiyet (yetki) Kanunu, kısaca PVSK, uyarınca polis memurları da bu normlar ile sınırlanmış yaşantıdan ayrık değiller.
1934 yılının dili ile kaleme alınan 2559 sayılı PVSK’nın henüz başında, ilk maddesinde de belirtildiği üzere; “Polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder”.
Elbette ki polis bu 1. madde görevini yerine getirirken 1965 yılında değişmiş olması sebebi ile dili daha güncel olan 2. madde hükümleri çerçevesinde “ya bir suçun işlenmesini önlemek için tedbir hükümlerini icra etmek ya da işlenmiş bir suç ile ilgili olarak ceza yargılama yasalarının gerektirdiği işlemleri yapmak” ile görevlidir.
Görev ve yetki yasasının 3. maddesinin 2007 yılında yürürlükten kaldırıldığı nazara alındığında, sıradaki 4. madde ile polisin görevlerini nasıl icra edeceğini ayrıntılı şekilde sıralanır. Kendi görev ve yetki yasasının 4/A maddesi, polislerin durdurma işlemini hangi şartlarda yapabileceğini, işlemin yapılış usulünü, akla ve mantığa uygun sebep bulunması zorunluluğunu adeta ünlü bir siyasetçinin oğluna anlatılır gibi açık düzenlemiştir.
Zorbalığa Karşı Hukuk, Hukuka Karşı Zorbalık
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; ne tesadüftür ki, 29.07.2020 gecesi yaşanan saldırıdan neredeyse günü gününe tam 20 yıl önce, 31.07.2000 tarihinde 34578/97 sayılı başvuru ile ilgili verdiği Jėčius / Litvanyakararında “polis tarafından tanınan kişinin sırf kimliğinin tespiti amacıyla alıkonulmasının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali olduğuna” karar vermişti.
Av. Ekrem Dönmez’in hukuka aykırı değil, açıkça hukuksuz uygulamaya karşı, hak ve özgürlükleri savunması da kolluk tasarrufuna karşı direnmesi de devamla kişiyi alıkoyma suçundan suç duyurusu ve idari şikayetlerde bulunması da emsal olarak izlenmesi gereken bir yöntemdir.
“Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağına yemin ederek” mesleğe başlayan avukatlar; zorbalığa karşı hukuk ile direnen, hukuka karşı zorbalığa izin vermeyen mücadelenin içerisinde en ön sırada olmak zorundadır. Zira, bu saldırılar artarak devam edecektir.
Hukuka Düşman, Hak Savunusuna Düşman, Avukata Düşman
Mussolini ve Hitler’den bu yana tarihsel mirası güçlü ve fakat özgürlük mücadelesi karşısında kök salamamış “tek adam” rejimleri; yöntemsel olarak güçler ayrılığını ilga ederek iktidarlarını kalıcılaştırma çabası içine girmişlerdir. Yasama ve yürütmenin tek elde toplanması, hatta yürütmenin meclisi ve dolayısıyla parlamenter sistemi atlatarak kendi yasal düzenlemelerini yapması, kanun hükmünde kararnameler ve hatta artık cumhurbaşkanı kararnameleri; Hitler’in açık açık ifade ettiği, “tek adam elinden çıkan yasa” anlamına gelen ermächtigungsgesetz’lerinin 75 yıl sonra halen uygulandığının göstergesidir. Bu noktada rejimin güvenliği için geriye denge – fren sistemi niteliği ile yargı kalmaktadır.
Yargısal özneleri; hakim, savcı ve avukatları tahakküm altına almak mümkün müdür? Elbette. Bağımsız ve tarafsız mahiyetlerini kaldırarak tek adam rejimi ile uyumlu hale getirilmeleri yeterlidir. Hakimler ve Savcılar kurulu yapısı, kurum ve meslek içi emir komuta zinciri, Adalet Bakanı tahakkümü, hakim ve savcıların liyakatsiz atamaları, niteliksiz hukuk uygulayıcıları, bağımlı ve taraflı hüküm mercileri başlı başına bir yazı konusudur. Öyleyse, hakim ve savcı haricindeki yargısal özne olan avukatlardan bahsetmek gerekir.
Avukatları öncelikle eğitimleri aşamasında niteliksizleştirmek, ekonomik olarak güçsüzleştirmek, neoliberal politikaların cenderesine hapsetmek, mesleği toplum nezdinde itibarsızlaştırmak, avukatları klan hukuku çerçevesinde müvekkilleri ile özdeşleştirerek kriminalize etmek ve hatta tutuklamak ve hatta meslekleri ile gerekçe tesis ederek 159 yıl hapis cezası vermek, sırf adil yargılanma talebi ile bedenlerini açlığa yatıran hukukçuları görmezden gelmek, meslek örgütlülüklerini dağıtmak ve tek adam rejimi mevzuat düzenlemeleri ile kapatmak, nihayet de kamusal niteliği olan baroları bölmek ve işlevsizleştirmek şeklinde süregiden politik saldırı silsilesinin sokak ayağı olmaması kaçınılmazdı.
Tıpkı kadın cinayetleri gibi, avukatlara yönelik saldırıların da politik olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Kolluk Özgüveni ve Cezasızlık Zırhının Sonucu :
“BEN DEVLETİM”
Politik bir başka tercih olarak “yargısal cezasızlık” güvencesi verilmiş kolluk birimlerinin; kimliği bilinen birine sebepsiz yere kimlik sormak suretiyle taciz etmesinden, kendi ev aramasında vurularak öldürülen Dilek Doğan’a varan tarihsel dizilim var önümüzde. Gayrimeşru konutu ile ilgili dava için “Danıştay sıkıysa yıksın” diyebilen bir algının yaşadığı iktidar zehirlenmesinin en tepeden, en aşağıya kadar yayılması söz konusudur.
Maruz kaldığı uygulama ile ilgili yasal dayanak isteyen Av. Ekrem Dönmez’in meselesindeki “CİMER’e yaz” ve pişkin bir sırıtma ile “Şikayet et” beyanları tam da budur. Artık “devlet” hukuk fakültelerinde anlatılan değildir. Hatay Barosu Başkanına yönelik saldırıda “Abicim o bizim inisityatifimizde” denilerek yasal olmasa bile işlem yapılabileceğinin özgüveninin gösterilmesi ise distopik değil, gerçek bir faşizmin rengidir. Hayatlarımızın bu renge boyanması da artık bizim için vaka-ı adiye (olağan, sıradan, şaşırtmayan, kanıksanmış iş) haline gelmektedir, gelmemelidir.
Üzerine üniforma geçirilmiş ve silahlandırılmış siyasal iktidar yandaşlarının, iktidarın baskı aracı olarak tasarlanması da Yeni Türkiye’ye özgü bir uygulama değil. Yakın zamandan ilk akla gelen örnek, yeni kolluk birimlerimiz bekçilerdir. Bekçilerin, hiçbir yasal dayanakları ve yetkileri olmaksızın kimlik kontrolü ya da üst araması bahaneleri ile sokaklarda terör estirmeleri, özellikle yaşam tarzı ya da giyimi sebebiyle hoşlanmadıkları kişilere yönelik işkenceye varan fiziki saldırıları; yasal düzenlemenin ise bekçilik uygulamasına başlanmasından çok sonra gelmesi tesadüf olmasa gerek. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi (Nazi) Partisi’nin, Weimar Cumhuriyeti zamanında ErnstRöhmöncülüğünde sokakta tahakküm kurmasını sağlayan paramiliter (yarı askeri) örgüt Sturmabteilung’u hatırlatmakta fayda var. Kısaca SA olarak anılan, Türkçesi “Taarruz Bölüğü” olan ve sokakları terörize etmekle görevli, kolluk görünümlü bu şiddet uygulama ekipleri, kıyafetlerinin renginden ötürü “Kahverengi Gömlekliler” adıyla da anılırdı.
Şimdi, sokakta her gün bir örneği ile karşılaşılan kolluk şiddetine karşı hak aramak isteyecek kişi için; hakkını araması için başvuracağı avukata, avukatın maruz kaldığı hak ihlaline karşı da 1136 sayılı Avukatlık Kanunu 95/4 maddesi uyarınca hesap soracak kamusal nitelikte meslek örgütünün başkanına saldırı yönelmiştir.
Denklem açıktır; artık hiç kimse güvende değildir. Bu “savunmasızlığın” bir sonraki aşaması engizisyondur. Sırf bu yüzden, başka hiçbir sebep gerekmeksizin; hak arama hürriyeti ve kişi güvenliğinin daha fazla zedelenmemesi ve nice bedeller ödenerek kazanılmış evrensel hakların korunabilmesi için, yargı bağımsız olmalı, yargı uygulayıcıları tarafsız olmalı, hak savunucuları ve avukatlar özgür olmalı, avukat meslek örgütlerinden siyasal iktidar el çekmelidir.