25 Mayıs 2020 tarihinde, ABD’nin Minneapolis şehrinde, George Floyd isimli siyah vatandaş, alışveriş yaptığı işletmedeki çalışanın Floyd’dan aldığı 20 dolarlık banknotun sahte olduğundan şüphelenerek polise bildirimde bulunmasının ardından yaşananlar sonucunda bir polis tarafından vahşice öldürüldü. 26 Mayıs 2020’de George Floyd’un yaşamının son dakikalarının yer aldığı 8 dakika 46 saniyelik bir video sosyal medyada yayıldı. Ardından gelişen protestolar hızla tüm ülkeye yayıldı ve hala sürüyor. Bu olay ve sonrasında yaşananları, ABD’deki ırkçılığı, fakirliğin aynı zamanda ırksal bir deneyim olarak yansımalarını Yale Üniversitesi Kadın, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Bölümü’nden Yardımcı Doçent Doktor Evren Savcı’yla konuştuk. Söyleşinin podcast kaydını dinleyebileceğiniz gibi, aşağıda deşifresini de okuyabilirsiniz.
Bengi Kara: Sevgili Sosyal Hukuk dinleyicileri programımıza hoşgeldiniz. Bugünkü konuğumuz Evren Savcı. Kendisi Yale Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak görev yapan bir sosyolog. Kendisiyle ABD’de George Floyd’un öldürülmesi sonrasında yaşananları ve direniş hareketini konuşacağız. İlk sorumuzla başlayalım. Orada fact olarak neler yaşandı? 26 Mayıs’ta ne oldu ve sonrasında neler yaşandı?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: George Floyd’un öldürülmesi tabi. İlk değildi, inşallah son olur ama kimsenin henüz böyle bir umudu yok, bir daha siyah hayatlara böyle kastedilmeyecek diye. O yüzden ne ilk ne de son demek istemiyorum ama demek zorunda kalıyorum. George Floyd’un polisler tarafından nefessiz bırakılarak öldürülmesi…. Bir polisin George Floyd yerdeyken ve zaten kolları arkadan bağlıyken, 8 ya da 9 dakika boyunca, dizini boynuna bastırarak öldürülmesinin videosunun sosyal medyayaya yansıması… Ki sonradan ortaya şu çıktı: (görüntülerin sosyal medyaya yansımasının öncesinde) polis raporlarına geçmemiş bile. Bir polis memurunun 8 ya da 9 dakika boyunca dizini boynuna bastırarak ölüme neden olduğu – ki o nefes alamadığını söylerken- rapora geçmemiş bile. Sonra tabi video sosyal medyaya düşünce müthiş bir isyan ortaya çıktı. Ve ilk isyan ve protesto Minneapolis Şehri’nde, Minnesota Eyaleti’nde ortaya çıktı. Çok hızlı bir şekilde öncelikle büyük şehirlere yayıldı. Dinleyiciler eminin görmüşlerdir, New York’dan Philadelphia’ya, Washington DC’den Chicago’ya, Los Angeles‘a müthiş saman alevi gibi büyüyen bir protesto zinciri yaşandı. Aynı dönemde katledilmiş diğer siyah bireyler de bu protestolara dahil edildi. Sadece George Floyd’un protestosu olmaktan hızlıca çıkıp, Breonna Taylor,[1] Tony McDade gibi değişik yerlerde, Amerika’nın farklı şehirlerinde; ama aynı ay içinde… Yani haklısı haksızı olmuyor polisin insan öldürmesinin tabi; ama Breonna Taylor’ı okumuştur belki dinleyiciler. Kendi evinde uyurken sekiz kurşunla katledilen bir hemşire. Bunun üzerinde sadece George Floyd protestosu olmaktan çıkıp, siyah hayatların önemi protestolarına ve aynı dönemde polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden siyahların protestosuna dönüştü ve bütün ülkeye yayıldı. Şimdi artık küçük kasabalarda bile protestolar haftalık devam ediyor. Bazı büyük şehirlerde günlük devam ediyor. New York’da hemen hemen her gün, ben New Haven Connecticut’da yaşıyorum burada haftada bir.
Bengi Kara: Siz kendiniz de eylemlere katıldınız mı?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Burada iki eylem oldu şu ana kadar. Aslında New York’a çok uzak oturmuyorum, arabayla iki saat; ama New York Covid-19’un hararetli yaşandığı bir yer olduğu için New York’a gitmedim. Burada ilk protesto çok az duyuruldu, ben haberini protesto başlayalı 2-3 saat olmuşken aldım; ama arkadaşlarım gittiği için onlardan haber aldım. Burada New Haven Green denen yeşil bir bir park var. Burada protestocular orada buluşup çevre yoluna çıktı ve çevre yolunu birkaç saat kapattılar. Sonradan da katılmak biraz zor oldu; çünkü polisler de çevreledi o çevre yoluna girişi, yani ilk dalgayla giremediyseniz sonradan girmek bayağı zor oldu. Sonra ikincisi, özellikle lise öğrencilerinin öncülüğünü yaptığı bir protesto oldu. Yağmurlu bir güne denk gelmesine rağmen yoğun bir katılım oldu. Yine aynı parkta buluşulup, karakolun önüne yürünüp orada validen ve belediye başkanından bir takım taleplerde bulunuldu. Hem polislerin halkla nasıl ilişkilendiği hem genel olarak nelere yatırım yapılması gerektiği üzerine taleplerde bulunuldu. Yine dinleyicilerin eminin bilgisi vardır, bu protesto akımı çok hızlı bir şekilde şeyle birleşti birleşti demeyeyim, zaten bence kaıtlımcılar bu tip hareketlerle iç içeydi; ama polisin fonunun kesilmesi, polis teşkilatlarının ortadan kaldırılması ve şeyin ortadan kaldırılması: hapishane sisteminin ve bu kaynakların eğitime sağlığa aktarılması, başka sosyal hizmetlere aktarılması üzerine çok fazla talep var.
Bengi Kara: Size sormak istediğim soruların bazılarına yüzeysel olarak temas etmiş olduk. Tabi ki bu protestolar temel olarak ırkçılık karşıtı; ama sizce sokaktan yükselen sosyal adalet talebi de var mı yoksa Black Lives Matter odak olmaya devam ediyor mu yoksa odak genişledi mi? Bütün ülkeye yayılmış emprovize gelişen bir eylemlilik silsilesinden bahsediyorsunuz. Yanılmıyorsam ABD’nin en büyük sivil hareketlerinden biri aynı zamanda. Neler söylemek istersiniz?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Kesinlikle bence Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi ABD’nin en kuvvetli ve en heyecan verici harektlerinden birisi. Bu prosteolar olana kadar da bence öyleydi. Sivil hareket adına bu ülkede ne var deseydiniz, George Floyd’dan önce de ben Siyah Hayatlar Önemlidir Hareketi derdim. Bu konuyla ilgili bir iki şey söylemek isterim. Bir kere bence siyah hayatlarla ilgili hiçbir mesele aslında sadece ırk meselesi değil. Bu konuyu düşünen insanlar ırksal kapitalizm diye bir konseptle de çok düşünüyorlar. Çünkü ırklaştırma tarihi mülkiyet ve sınıf tarihiyle de çok iç içe bir tarih. Sadece ABD’de değil başka yerlerde de; ama ABD’de buradaki kölelik sistemi nedeniyle ırk ve sınıf inanılmaz el ele giden meseleler. Zaten transatlantik kölelik sistemi, siyah bedenlere insan değil mülkiyet muamelesi yapılması. Bir masadan herhangi bir taşınabilir maddeden farkı olmayan bir şey muamelesi yapılmasıyla başlayan. Onların tamamen bedavaya sömürülen emekleriyle kurulmuş bir ülke burası. Rastladığım tweetlerden bir tanesi buna işaret ediyordu. “Bu ülkeyi biz kurduk, bedavaya, emeğimizle, bizim de yıkmaya hakkımız var.”, diyordu. Böyle bir emek sömürüsü ve insanlık dışına itilme tarihi de var meselenin içinde. O yüzden ben ırkla ve siyahlıkla ilgili hiçbir protestonun sadece ırk meselesi olmadığını düşünüyorum. Sonradan tabi kölelik sistemi bitiyor. Ama köleliğin yalnızca bir parça iyisi olan emek sömürüsü sistemine dönüşüyor. Yine siyahların ve beyaz olmayan diğer ırkların ucuz işgücü olarak sömürülmeye atandığı bu sistem hala devam ediyor. Bu zamanda belki daha kolay altını çizebileceğimiz, mesela eğitim sistemine ulaşamamak vb. şeylerle bu sistem tekrar üretilirken, bugün liberaller artık üniversitelere gidebiliyorsunuz, artık bütün kapılar size açık, artık bütün işlere başvurabiliyorsunuz, artık segregasyon-ayırım kalmadı diyebiliyor; fakat tabi ki jenerasyonlar boyunca süregelen, hem adı konmayan değişik ırkçılıklar var, CV’nize bakınca işe neden giremediğiniz anlaşılamazken, her türlü kalifikasyon varken, çok az, tokenism denen, 1-2 özel istisnai bireyin başarılı yerlere geldiği, o yüzden de sistemin bakın çok çalışan siyahlar da yapabiliyor, Obama başkan oldu diyebildikleri bir düzen var. Ama aslında tabi ki müthiş sınıfsal bir ayrım var. Birkaç kişi üst sınıflara taşınabiliyor, geri kalan herkes 3-4 işte çalışıp, buna rağmen faturalarını, borçlarını ödeyemediği bir sistemde çalışıyor. Ben değişik yerlere dokunduğum için birkaç sorunuzu cevaplıyor olabilirim; ama ben böyle bir tarihçe yüzünden sadece ırk meselesi olmadığını düşünüyorum. Diğer taraftan, polis de sadece ırk meselesi değil. Çünkü polis tarihi olarak, bu konuda da yazan konuşan hem akademisyen hem aktivistler var, Angela Davis çok önemli bir ses, çok uzun süredir hapishane koşullarını inceleyen ve hani polis kurumu, ben tam sizinle konuşmadan bakıyordum, ben de kitabımda alıntı yaptım. Ferdan Ergut’un Modern Devlet ve Polis çalışmasını ilgilenen herkese tavsiye ediyorum. Polisin tarihi aslında özel mülk koruma tarihi, yani polis ve sınıf her daim el ele gidiyor. Özellikle de kentselleşme* başladığı noktada, yani fakir ve zenginin çok daha yanyana yaşadığı noktada, polis ister istemez zenginin varlığını, onu çalabilecek, ona kastedebilecek gruplardan korumak üzere üretilen bir teşkilat ve 90’larda özellikle bütün dünyada polislere müthiş yetkliler veriliyor. Bizim ülkemizde de bir sürü revizyon oldu yetkilere dair, 90’lar ve 2000’lerde. Buna ilişkin görseller de var, polis üniformalarının ve silahlarının ne kadar değişip orduya yakın bir hale geldiğini gösteren. Müthiş yetkiler veriliyor. Bir yandan da 80’lerden beri gelen neoliberalleşmeyle beraber, zenginin daha zengin fakirin daha fakirleştiği, giderek daha büyüyen bir uçurum var. Bu uçurumun dev kopmalara gitmemesinin ve ayaklanmalara gitmemesinin güvencesi de güya polisin üzerinde. O yüzden polis ve sınıf da tarihi olarak çok el ele giden şeyler. O sınıf çatışmasının yaşanmamasının sağlanması polisin üzerine kalıyor. O yüzden de, bence şu anda yaşanan ayaklanmalar, tabi ki düzenli olarak beyaz polislerin siyah bedenlere karşı gösterdiği şiddet ve katliamı eleştirse de, hem siyahlık sınıfla çok el ele gitmiş tarih boyunca, hem de polis sınıfı denetlemesi için üretilmiş bir kurum. Bence o yüzden sınıf çok var ve pandeminin de çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Yine eminin dinleyiciler duymuştur. Abd’de 2-2,5 aydır, her hafta, milyonlarca insan işsizlik sigortasına başvruyor ve pandmeinin bitmesiyle beraber o işlerin geri geleceğine dair bir garanti yok; çünkü bir sürü küçük işyeri çok etkilenecek, büyük ihtimalle kapanmak zoruna kalacak, o işler yok olacak, onun yerine iş nasıl yaratılacak, yaratılacak mı, fonlar nereye gidecek belli değil. Bu nedenle müthiş bir prekarite var, kırılganlık var. Bir sürü insanın kaybedecek bir şeyi kalmamaya başlıyor. Kaybedecek bir şeylerin kalmadığı noktada da gerçekten devrimsel bir zamana olanak açılmış oluyor.
Bengi Kara: Aslında cevabınızdan size yönelteceğim soruya dair ipuçları çıktı .İlk başta sözlerinize başlarken George Floyd’un ölümü ilk değildi ve son olmasını umarım ama muhtemelen son olmayaacak diyerek sözlerinize başladınız. George Floyd’un ölümünün sizce bu pandemi, işssizlik, Covid-19’un ABD verilerinde nerdeyse bir siyah hastalığı olduğunun görülmesi gibi, hem sınıf hem ırk ayrımcılığının yüzeye çıktığı bir arka planda hareketlendiğini mi düşünürsünüz? Yoksa uzun yıllardır devam eden ırkçılığın birikimi ve şu an kendiliğinden gelişen tepki mi? Sizce pandemiyle şu anki olayların bu dönemde patlamasının bir bağlantısı var mı yoksa pandemi olmasa dahi George Floyd’un ölümü böyle bir tepkiyi doğurabilir miydi?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Çok güzel bir soru ve aslında biraz spekülatif. Bilmeye imkan yok; ama ben tüm bunların etkisi olduğunu düşünüyorum. İki akşam önce komşumla konuşuyordum. Onlar burada oturan, buralarda doğmuş büyümüş iki beyaz insan. Onlar da protestolara gidiyorlar ve şunu söylediler. Şimdi herkesin protestolara katılmaya vakti var. Her gün herkes işe gidiyor olsa belki bu kadar vakit ayrılamazdı, insanların biraz oturup düşünecek, haber okuyacak, video izleyecek, haberleşecek, biraz daha fazla vakti var dediler. Eminim bunun bir etkisi var. Pandeminin getirdği işsizliğin, ümitsizliğin, kırılganlığın ve aslında pandeminin mesela ortaya çıkardığı şöyle enteresan bi durum var; bi taraftan hayatlarımızın ne kadar müşterek olduğunu görüyoruz. Virüs sınır tanımıyor. Ne ev ne şehir ne ülke sınırı tanıyor. Bir taraftan da kimse eşit etkilenmiyor. Varlıklı insanlar kendisine ada da alabiliyor. Ben virüs geçene kadar adama kapanayım demek bile mümkün. Bazı insanların işe gitmeme lüksü oldu, bir sürü insanın öyle bi lüksü olmadı. Yani ne kadar aslında çalışan belirli bir kesime sırtımızı dayadığımız, onların ne kadar daha hassas, kırılgan bir hayat sürmek durumunda kaldıkları ortaya çıktı. Bunlar yadsınamayacak şekilde görüldü. Bir taraftan yadsınamayacak bir hayatlaırmızın iç içe geçmişliği var. Bu çevre konusunda da böyle. Örneğin, hepimiz aynı havayı soluyoruz; sular, nehirler zehirlenirse hepimiz bundan etkileneceğiz. Ben kapımı kapatayım, kendi işime bakayım denemeyecek bir durum. Diğer yandan da çok asimetri var, kimin nasıl etkilendiği konusunda. Bence o nedenle sınıf meselesi çok herkesin aklında ve yadsınamaycak kadar ortada bi şey. Bir taraftan da bence, tarihsel bir siyahların yaşadığı polis şiddeti meselesi olmasa, bunun uzun zamandır yapılan protestoları olmasa, mesela Siyah Hayatlar Önemlidir Hareketi var olmamış olsa, George Floyd’un ölümü sırasında, zaten bence protestolar bu kadar etkili olmazdı. Yani ortada slogan ve bazı mesajlar olmasa; ama o sloganların hepsi ırkla ilgili değil; mesela, ben “Adalet yoksa, barış da yok.”, sloganını çok önemli buluyorum. Oradaki adalet kavramı çok daha kapsamlı bir şekilde düşünen bir slogan ve burada özellikle bence siyah topluluklar; ama beyaz olmayan diğer topluluklar ve bir sürü beyaz insan da, yani ırkın ve sınıf meselesinin el ele gittiğinin, fakirliğin aynı zamanda ırksal bir deneyim de olduğunu biliyorlar. O yüzden bence protestolar beyaz polisin siyah bedenleri uğrattığı şiddetin çok daha ötesinde anlam ve önem taşıyan protestolar.
Bengi Kara: Size bir de şu soruyu yöneltmek isterim. Angela Davis’den bahsettiniz. Onun sözcülüğünü yaptığı politik taleplerden biri de hapishane ve polis teşkilatlarının tamamen tasfiyesi. Minneapolis’de de- olayların merkezinde- polis teşkilatının tasfiye edileceği duyuruldu. Bununla ilgili gözlem ve düşünceleriniz nelerdir?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Bu benim derslerimde de işlediğim bir konu. ABD’de giderek büyüyen bir polis ve hapishane şiddetine karşı ve tasfiyesine yönelik bir hareket var. Bundan 20 sene önce böyle bir yerde değildi. Bir sürü şey de çok rahat konuşulmuyordu. Mesela ABD’deki hapishane sistemi düşünüldüğü zaman, bu konuyu düşünenler, bunu sadece yerel bir mesele olarak düşünmüyorlar. Yani hapishane guardlarının uluslararası eğitim gören, örneğin; guardların İsrail’de eğitim görüp buraya gelen bireyler olması, aslında çok uluslararası ya da ulusaşırı bir şiddet kompleksi, matriksi var diyelim. Buna, Angela Davis çok uzun zamandır öncülerinden biri; ama artarak katılan daha genç bir kitle de var. Ve enteresan, nesiz yapamayacağımız düşündüğümüz, yani bir sürü insanın hapishane ve polissiz var olamayacağımızı ya da güvende olamayacağımızı düşünmesi çok enteresan; çünkü yüz yıllarca yaşadı insanlar. Bir takım şeyler, kendilerini, onlarsız olamazcasına hissettriyorlar; ama bence bu çok kolay olmayacak; çünkü mülkle direkt bağlantısı var ve bir sürü insan da ikna olmuş durumda. Suç dedğimiz, bir sürü insan suç denen şeyin tarihte değişmiş olduğunu görse de, sosyal bir yapısı olduğunu görse de, bir takım çok benzer şeylerin nasıl farklı şekillerde suç kabul edildiğini görse de, bunlar sosyoloji derslerinde de çok okutulur. Alt ve alt orta sınıfın kullandığı çok benzer uyuşuturucuların 20 yıl cezası varsa, üst sınıfın kullandığı çok daha pahalı uyuşturucuların çok düşük bir cezası olduğu vb. şeyleri anlatsak da, insanların kafasında suç ve suçlu dye bir şey var ve bununla baş etmenin en iyi yöntdminin polis ve hapishane sistemi olduğuna inanılıyor ama ben ümitliyim. Ümitliyim derken üç senede bu işi çözeriz gibi değil; ama giderek büyüyen, hapishanelerin nasıl ve şu konu da çok var; ben kadın, toplumsal cinsiyet ve cinsellik çalışmalarında yardımcı doçentim ve bizim alanımızda da çok fazla özellikle belirli bedenlerin hapishaneye çok daha kolay atıldığı ve hapishanelerin şiddeti tekrar üreten, korkunç yerler olduğu, yani oraya gidip kimse rehabilite olmuyor, tamamen daha da, belki hayatlarında çok fazla şiddet yoksa da daha da şiddete maruz kaldıkları ve şiddetin kendini tekrar ürettiği bir yer olduğuna dair. Örneğin; hapishanede trans olmak, trans bireylerin nasıl hapishane sisteminde birçok değişik şiddet yaşadığı, o bedenler ikili cinsiyet sistemine sığdırılmak zorunda kalmasından hormonlara ve başka isteyebilecekleri şeylere ulaşamamak vb. konularda çok çalışma var. Mesela Dean Spade diye bir trans, hukukçu, aktivist var. Hatta 5-6 sene önce İstanbul’da Pride haftası’nda konuşma yapmaya gelmişti. Bu konuda yazan, çalışan, uğraşan, organize olan, örgütlenen bir sürü insan var; ama yani bence daha yolu var; ama ümitliyim.
Bengi Kara: Irk meselesi ve sınıf meselesinin iç içe olduğu kökeninin translatlantik köle ticaretine dayandığını konuştuk. Atlantik’in öte yanında da Minneapolis’den yükselen ses çok kısa sürede yankısını buldu. Geçtiğimiz günlerde Bristol’de bir köle tacirinin heykeli yıkıldı. Belçika’da Kral Leopold’un heykelleri meydanlardan kaldırılmak zorunda kaldı. Sizce bu global bir dönüşüm/hareket yaratacak mı? Nasıl yorumlarsınız?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Umarım yaratır, yaratacak demek çok iddialı. Sonuçlarını yeni yeni görüyoruz; ama umarım yaratır. Bir kere müthiş bir yankısı olduğunu görüyoruz. Bence bu tip hareketlerin büyümedinin ilk adımı yankı yapması, ikinci adımı da kendimizde benzer şiddet unsurlarını, haksızlıkları, eşitsizlikleri görebilmek. Hem tarihte hem bugün. Bence Avrupa’nın değişik yerlerinde ikinci adıma geçilmiş olması çok güzel. Ama bunun biraz da şöye yapılabilmesini umuyorum. Bugünkü ırk kodları üzerinden her yeri ve her tarihi anlamak mümkün değil. O yüzden ırkı bugün kodlandığı şekilde siyah, beyaz, asyalı, latin gibi kodlardan çıkararak, tabi onlarla düşüneceğiz, bugünkü kodlanması o; ama onlar mesela Türkiye’ye uygulanamıyor; ama o zaman Türkiye ırkçı olmuyor mu? Tabi ki oluyor. Her yerde ırk nasıl kodlanıyor ve nasıl insanlar ırksal ve sınıfsal olarak ayrıştırılıyor, nasıl emekleri sömürülüyor, nasıl ötekileştiriliyor, değişik açılardan bunlara herkes kendisi bakabilirse, bence çok ümit veren bir hareket olma ihtimali var. Bence giderek hayat koşulları zorlaşıyor ve zengin fakir uçurumu büyüyor dedik; ama belki de maalesef şu düzenin ne kadar haksız bir düzen olduğunu anlamak için bir takım şeylerin o kadar zorlaşması ve yadsınamayacak hale gelmesi gerekiyor; ama bence geç bile kalındı. Nasıl bir takım kolonyal amirallerin heykelleri, hala, 2020 senesinde olabilir diye sormak lazım. Geç olsun da güç olmasın diyelim. Ama umarım her yerde gerçek ve birbiriyle bağlı bir harekete dönüşür. Irkın ABD kodlarıyla değil başka kodlarla da düşünülmesi, başka yerlerle diyalog içinde anlaşılması gerekli. Çünkü bugün gelinen noktanın bir tarihi var ve tabi ki çok önemli ama ABD sınırları içinde kalmamalı. Başka yerlerle interaksiyon içinde olmalı. Örneğin; imparatorluklar ve emperyalizm tarihi konuşulurken Osmanlı İmparatorluğu’ndan pek bahsedilmez. Bence bu çok sorunlu. Sanki bütün kötü imparatorluklar İngiliz, Fransız, Hollanda vesaire, İtalya da girer bazen içine; ama Osmanlı sanki istisna, herkes çok iyi geçiniyordu, herkes barışçıl. Öyle değil tabi ki. Orada da şiddet içeren bir tarih var. Biraz daha kapsamlı düşünmek, bir takım tarihlerle yüzleşirken yine ikiliklere düşmemek, atıyorum batı imparatorlukları karşısında doğu imparatorlukları bambaşka şeylermiş, sanki radikal farklar varmış gibi düşünmeden, bunların tümünü, bugünü, geçmişi bir arada düşünmekle bir fırsat da doğar.
Bengi Kara: Son olarak en spekülatif sorumu yöneltmek istiyorum. Yaşanan haraketlilikten dolayı hepimiz çok heyecanlıyız. Gerçekten tarihte yer edecek bir hareketin başlangıcına şahit olduğumuzu hissediyoruz. Sizce ABD seçimlerinde etki yaratacak mı? Başkan Trump açıkça beyaz üstünlüğünü savunan söylemlerle, sokaktan gelen sesi dikkate almayan söylemlerde bulunarak yönetiyor ülkeyi. ABD’de toplumun tepkisi nasıl buna karşı?
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Ben normalde çok optimist bir insanım; ama seçimler konusunda optimist olamıyorum. Bence seçim bugün yarın olsa Trump kaybeder diye düşünüyorum. Emin değilim; ama ihtimal yüksek diye düşünüyorum. Ama Kasım’a kadar pek çok yeni şey olabileceğinden, yeni hikayeler yazılabileceğinden şüpheleniyorum. Trump’ın karşısında aday diyebileceğimiz bir aday yok. Joe Biden çok zayıf bir aday. Bütün Demokrat Parti’ye oy verecek kitlenin, benim tanıdığım herkesin, müthiş sinir olduğu bir durum, Trump’ın karşısına çıka çıka Joe Biden’ın çıkmış olması. Kendisinin bir kampanyası yok. Tamamen dört yıl daha Trump’la yapamayız üzerinden bir kampanya yürütülüyor. O da bi kampanya değil. Karşıdaki seçilmesin diye sana oy verilmesini istemek biraz zavallı bir durum. Sen neyi temsil ediyorsun onlar henüz anlatılmıyor. O yüzden biraz Joe Biden’ın nasıl bir kampanya izleyeceği, Başkan Yardımcısı olarak kimin seçileceği, bunlar etkileyecek. Bir de burada oy çokluğuyla kazanılmıyor. Geçen defa da oyların çoğunu almadı Trump. Cumhuriyetçiler tarihte gerrymandering denen, oy bölgelerinin yeniden yeniden bölünmesi, Cumhuriyetçiler yararına olacak şekilde, bir düzen yapmış durumdalar. Bu konuda radikal bir değişim olmadı Demokratlar o haritaları tekrardan çizmedi. O yüzden her ne kadar bir sürü insan Trump’a karşı çok öfkeli de olsa, maalesef hala seçilme şansı var gibi geliyor. Bu da ABD için ne anlama geliyor ABD’liler düşünmeli. Hiçbir şansı kalmamış olması lazım, hatta Cumhuriyetçilerin senin hiçbir şansın kalmadı, senin yerine başka bir aday çıkarmamız lazım senin hiç şansın yok demesi lazım. Yine takip edildiğine eminim, Trump ilk seçildiği zaman Cumhuriyetçi Parti pek arkasında değildi. Oy vermeyeni, desteklemeyeni çok vardı; fakat seçildiği anda ve iktidara geldiği anda, bir anda, parti tamamen sus pus oldu. Ne yapsa arkasında duruldu. Başkanlıktan düşürülmemesi için impeachment döneminde tamamen arkasını tuttular. Bu da çok endişelendirici; demek ki hiç bel kemiği kalmamış orada da. Çünkü evet sağcı muhafazakar parti; ama eskiden daha komplike bir duruş çıkabiliyordu içinden. Daha çok sesli olabiliyordu. Şimdi tamamen iktidar nerede biz orada. O yüzden de Trump’ın seçilmesi için onu full destekleyecek bir Cumhuriyetçi Parti var gibi. O yüzden Trump’ın dönemi bitti, kasımdan itibaren özgürüz gibi bi şeyler demeyi isterdim; ama bütün bunlara rağmen ne yazık ki emin olamıyorum. Covid-19 dönemini korkunç yönetti, protestoları hiç yönetemedi. Yönetemiyor kesinlikle. Manasız şeyler tweetleyip duruyor. Bununla herkes dalga geçiyor gibi gözüküyor; ama bir seçmeni var tabi Trump’ın. Onlar bu adam naparsa yapsın ona oy verecekler; ama bu çoğunluk değil kesinlikle. Sadece karşısına düzgün bir aday çıkarılmamasının faturasını ödeme ihtimalimiz var gibi geliyor.
Bengi Kara: Bugün konuğumuz olduğunuz için çok teşekkür ederiz. Çok keyif aldık.
Yar. Doç. Dr. Evren Savcı: Ben de çok keyif aldım sağolun.
Bengi Kara: Sevgili
Sosyal Hukuk dinleyicileri siz de dinlerken keyif almışsınızdır umarız. Hoşça
kalın, dayanışmayla kalın, kendinize iyi bakın.
[1] Görüşme sırasında dil sürçmesi ile isim farklı telaffuz ediliyor; fakat bahsedilen hemşire Breonna Taylor .