ERDOĞAN’IN 6 NİSAN NUTKU: SİYASİ İKTİDAR İÇİN YENİ BİR “20 TEMMUZ” FIRSATI !
Her şeyin ama her şeyin son derece iyi idare edildiğine inanmamız isteniyor; hatta aksini düşünmemiz yasak…
Aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı olan Sayın Cumhurbaşkanı, hem Türkiye ekonomisinin zaten büyük bir sıkışıklık içerisinde olması nedeni ile bir de bu yükü kaldıramayacak olması, hem de sokağa dahi çıkamayacak insanların temel ihtiyaçlarının doğrudan kamu idaresi tarafından karşılanması gerekeceği için; zorunlu genel karantina ilan etmiyor, edemiyor; ancak eşi benzeri olmayan bir biçimde IBAN numarası ilanı ile “milli dayanışma” kampanyası başlatıyor…
“Milli Dayanışma” kampanyasının en vurgulu ifadesi, yine bağlamından kopartılmış bir benzetme, 6 Nisan 2020 konuşması ile geliyor: Tekalif-i milliye…
Bağımsızlık için sürdürülen seferberlik koşulları altında yapılan bir “teklif”in, salgın riskine karşın devletin kasasında bulunması gereken “yedek akçe”den karşılanarak yapılması gereken en asgarisinden sosyal devlet harcamaları ile benzeştirilmesi!
SALGIN DÖNEMİNDE “MEGA PROJELER”İ DÜŞÜNMEMEK MÜMKÜN MÜ?
COVID-19 sonrasındaki dönemde kendi maliyetini karşılaması bile çok zor gözüken 3. Havalimanı ile ilgili yapılan harcamalara ne dersiniz? Eşi benzeri görülmemiş şekilde, kentin merkezinde bulunan, asgari yatırımla orta vadede dahi ihtiyacı karşılayabilecek havaalanının kamunun zararına kapatılması, yeni yapılan havaalanının İstanbul’un başta su havzaları olmak üzere mutlak korunması gereken doğal varlıklarına uzun vadeli toplumsal/ekolojik bedeli çok ağır olacak yeni yükler getirecek olması hakkında konuşmak istemez misiniz?
Hava taşımacılığının “yeni transit merkezi” olmak iddiası ile gerekçelendirilen 3. Havalimanı’nın en ufak sarsıntıda nasıl bir ekonomik yük haline geldiğini bir an için unutsak bile, ballı börek gibi anlatılan bu kadar yüksek “transit yolcu” oranının İstanbul’da bilebildiğimiz vaka sayısının yüksekliğinde hiç etkisi yok mudur?
İstanbul’un mutlak korunması gereken orman alanlarını ve su havzalarını yine tahrip eder niteliği ile 3. Köprü yatırımının, İstanbul Karayolu Tüp Geçiş ve Gebze-Yalova köprüsü başta olmak üzere neredeyse inşaat dışında hiçbir şey üretmeyen ancak “paranın betona gömülmesi” konusunda mahir iktisadi yönetimimizin attığı bu adımların bu dar günde genel zorunlu karantina ilan edilememesine etkisinden söz etmeyecek miyiz?Peki,inşaat patronlarına verilen “gelir taahhütleri”nin tıkır tıkır ödenmesinden –hadi fazlasını geçelim- 3 ay vazgeçilse, sosyal yardımlar için başkaca hiçbir kaynak arayışına gerek dahi kalmayacağını söylemek de mi kriminal bir vakadır?
Kızılay aracılığı ile vergi kaçırılmasına –çok özür dileyerek- vergiden kaçınılmasına ilişkin tek bir söz söylemeyenlerin gerçek bir dayanışma örgütleyebilme “imkan ve kabiliyetleri” konuşulmak zorunda değil midir?
Deprem vergilerinin nereye harcandığı yahut 15 Temmuz’da hayatını kaybeden veya yaralanan yurttaşlarımız ile ilgili gerçekleştirilen yardım kampanyası paraları ile ilgili TBMM Genel Kurul kürsüsünden sürekli soru soran milletvekillerinin hepsi ama hepsi mi teröristtir?
Neyse, kafamızda deli sorular ama pandemi koşullarında en düzenli faaliyetin iletişim araçları üzerinden görüş açıklayan, eleştiri ifade eden yurttaşların “ifadeye daveti” ve sonra belki de ….Sonuç olarak bunların hepsi bağımsız yargı faaliyeti!
Soruları çoğaltmak mümkün, mümkünün de ötesinde işten değil; ancak sözü uzatmayalım ve esasa gelelim.
SALGININ “EN BAŞARILI”SI: SİYASİ İKTİDAR !
Siyasi iktidar en başından beri son derece “başarılı” bir faaliyet sürdürüyor. Nasıl dediğinizi duyar gibiyiz, sadece birkaç örnek meramımızı anlatmamızı sağlayacaktır:
İlk resmi açıklamadan bu yana istikrarlı biçimde, pandemi tanımlanırken falanca ülkenin filanca eyaletinden kaynaklandığı vurgulanıyor; bu vurgu –en basitinden söyleyecek olursak- hukuken ana kaynağı işaret etmenin ötesinde orta ve uzun vadede kamu idaresinin yanlışları yahut eksikleri nedeni ile zarar görenlerin dava açmasına engel teşkil etme amacını taşımaktadır diyenlerin abarttığını mı söylersiniz?
Falanca ülkenin filanca şehrinde başlamış olabilir ancak her bir yurttaşın bu virüsü kapması hikayesi kamu idaresinin yaptıkları ve yapmadıkları ile ilişkili değil midir? Kamu idaresinin işlemleri (ve işlemsizlik) ve eylemleri (ve eylemsizlik) ile ilgili “sorumluluk”tan kaçınması olanaksızdır vurgusu için de mi erkendir?
Ötesi, bulaşının esas olarak yurtdışından (Avrupa diye de ekleniyor) kaynaklandığı Umre’nin (Misak-ı Milli sınırları içindeymiş gibi özellikle vurgulanıyor) ise önemsiz bir bulaşı kaynağı olduğunun hem İçişleri Bakanı hem Sağlık Bakanı hem de en üst mevkiden, Cumhurbaşkanı’nın ağzından sürekli vurgulanmasının hikmeti nedir?
Şeffaf olmayan ve denetlenemeyen verilere göre, İstanbul’un sosyo ekonomik seviyesi görece daha yüksek ilçelerinden çok daha fazla vaka sayısına sahip olan Küçükçekmece, Gaziosmanpaşa yahut Ümraniye gibi ilçelerinde bulaşının nasıl Avrupa kaynaklı olabildiğinin tane tane izahı gerekmez mi? Bir an için bu izaha muhtaç hali ihmal edecek olursak İstanbul’un emekçi semtlerindeki bu rakamlar, meselenin her şeyden önce sınıfsal olduğunu ve evde kalamayan emekçiler için ne denli vahim olduğunu göstermez mi?
Salgının esas olarak sağlık çalışanlarının yanı sıra evde kalamayan emekçileri tehdit ediyor oluşu o çok sevilen “algı yönetimi” kapsamında gözlerden ırak hale getirilse dahi bu halı altına süpürme daha ne kadar sürdürülebilir?
Yanlış olarak “sokağa çıkma yasağı” biçiminde ifade edilen “genel zorunlu karantina” ya da bilimsel adlandırılışı ile “toplum hareketliliğinin sınırlandırılması” uygulaması ile salgının önüne hızlıca ve köklü biçimde geçmek mümkünken bunun devletin kasasında yedek akçe yokluğu yahut “salgınının yarattığı bu fırsatı kullanacağız” türünden nedenlerle uygulanamaması aynı zamanda (tabii ki politik ama onun yanı sıra) hukuki bir bahis olmayacak mıdır?
CUMHURBAŞKANININ TARİHSEL KONUŞMASI: 2023 HEDEFLERİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN TEMİZLENMESİ, KRİZİ FIRSATA ÇEVİRME, ANAYASASIZLAŞTIRMADA YENİ BİR İMKAN (!) VE YOKSULLARLA SARSILAN BAĞLARIN YENİDEN İNŞASI
En özeti ile işaret edilen bu bahisler dahi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 06.04.2020 tarihli konuşması ile bambaşka bir nitelik kazanmıştır…
Erdoğan’ın konuşması bir bütün olarak çok önemli ve kelimenin tam anlamı ile tarihseldir; biz bu yazının sınırları itibari ile bu tarihsel nutkun kimi noktalarını vurgulamak ile yetineceğiz.
Erdoğan, siyasi iktidarın pandemi ile ilgili başarısını “tartışılamaz bir gerçek” olarak yineleyerek 2023 hedeflerine ilişkin (uluslararası siyasetin dengelerini kastederek) engellerin “kendiliğinden” ortadan kalktığını üzerine basa basa ifade etmiştir.
Erdoğan, bu “krizin” Türkiye açısından en az zararla atlatılacağını söyledikten sonra bu krizin fırsata çevrileceğini ve ekonominin tam da bu nedenle durmaması gerektiğinin altını çizmiştir.
Özal ile başlayan Derviş programları ile ivmelenen ama özellikle son 18 yıllık AKP iktidarı ile kendi şahikasına ulaşan Türkiye kapitalizminin neoliberal dönüşümünün sorumlusu sanki bizim köşedeki bakkal amca imiş gibi “üreten ekonomi” vurgusu yapabilmiş dahası özellikle Türkiye’de tarım topraklarının tahribi ve su kaynaklarının har vurup harman savrulmasına on yıllardır ısrarla sürdürülen muhalefete kulaklarını tıkayan başkasıymış gibi tarım üretiminin tayin edici olduğunu en yüksek perdeden söyleyebilmiştir.
6 Nisan konuşmasının en önemli vurgularından birisi “kamu düzeni” ve “kamu güvenliği” vurgusudur.
En özet ifadesi ile, yine, yeni, yeniden bir Anayasal dayanağa gereksinim duyulmadan istisna üzerine istisna yaratma siyasetinden; Anayasasızlaştırmanın pandemi koşullarında daha da derinleştirilmesine tanık oluyoruz. 65 yaş üstü uygulamayı bir an için ihmal edelim; 20 yaş altındakilerin sokağa çıkmasının yasaklanmasının ve ertesi günse anılan yaş grubundaki emekçilerin yasağının kaldırılmasının yasal ve Anayasal dayanağını bize işaret edebilecek bir hukukçu var mıdır? Burhan Kuzu ve benzerlerini saymayız baştan söyleyelim…
Erdoğan’ın konuşmasının bu yazı sınırlarında işaret edeceğimiz bir diğerbaşlığı ise “sosyal yardımlar” üzerinden toplumun en az gelire sahip kesimleri ile bir süredir kopmakta olan bağını yeniden kurma, AKP’nin kırılan patronajını yeniden tesis etme konusundaki kararlılığını son derece yalın olarak ifade edişidir.
İstanbul Büyükşehir ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin “sosyal yardım” alanına girişini engellemeye dönük hem mali hem idari tedbirlerin sertliği bunun ilk işareti olmuştur. Ancak mesele bununla sınırlı kalmayacak, akıldan pandemi koşullarında dahi hiç çıkmayan o “seçmen algısı” ile ilgili bu sefer zor aygıtları ile daha fazla donanmış bir patronaj kurulacağı ilan edilmektedir.
“Sosyal yardım” adı verilen ama asla “hak” olarak tanımlanmayan, artık kolluk gücü ile de tekel olunan patronaj vasıtaları…
Özcesi, neoliberal sıcak para ekonomisinin tahribatının siyasi sorumluluğunun unutturulacağı ve bu sefer çarpık bir Keynesçilik ve sosyal yardımların Anayasal bir hak olarak değil (hukuki/fiili zorun bu alanda daha açık kullanılması ile) patronajın yeniden ve belki daha güçlü kurulacağı bir dönem ilan edilmiştir.
“SALGINLA MÜCADELE” ANCAK SOSYAL ADALET VE DEMOKRATİK BİR KAMU DÜZENİ İLE MÜMKÜNDÜR
Demokratik olmayan bir kamu yönetiminin nelere neden olduğunu görmek isteyen gözler Brezilya’ya, bilimsel önerileri küçümseyen “tek adam”ların nelere sebep olduğunu görmek isteyenler Johnson ve Trump’a bakmalıdır.
Salgına karşı mücadelede uhrevi sis perdelerinin değil bilimsel bilginin önemi açıktır.
Salgına karşı mücadele anti-demokratik uygulamaların gerekçesi olmamalıdır.
Salgın, kapitalizmin (en azından neoliberal döneminin) akıldışılığını ortaya koymuştur.
Salgın, başta “nitelikli, eşit, kamusal sağlık hizmeti” ve “sosyal yardım” olmak üzere lütfun değil hakkın mücadelesinin yükseltilmesinin ne kadar hayati olduğunu göstermiştir
Salgın, anti-demokratik heveslerin iştahını açmıştır ancak halk sağlığının korunabilmesi; eleştirinin, denetlemenin ve katılımın sağlanabileceği bir demokratikleşmenin zorunluğuna da işaret etmektedir.
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ve sonrasındaki uygulamaların siyasi iktidar tarafından nasıl kullanıldığı, yapılamayacak ne kadar şey varsa 20 Temmuz’da açılan kapıdan geçerek yapıldığını biliyoruz.
Erdoğan’ın 6 Nisan 2020 nutku COVID-19 pandemisinin de siyasi, iktisadi, toplumsal ve hukuki bir dizi alanda fırsat olarak değerlendirilmeye çalışılacağını göstermiştir.
Salgın, bütünlüklü bir hukuk mücadelesini ve bütünlüklü bir kamucu siyaseti her zamankinden daha fazla çağırmaktadır.
08.04.2020
Can Atalay