İnternet nedir? “Google it.” dediğinizi duyar gibiyim. Bu yazıyı yazmadan önce ben de biraz Google’ladım elbette. Ama bulduğum o tarihi ve teknik cevaplar anlatacaklarıma ilişkin hevesimi kaçırdı. Hayır, hayır ben Arpanet’ten, soğuk savaş sırasında ABD’nin mevcut iletişim sistemine bir saldırı olması ihtimaline karşılık hiç bilinmeyen yeni bir iletişim yöntemi geliştirmek isterken bugünkü internetin atasını bulmasından, bu “ata-ağ”ın üniversiteler arası veri alışverişi için kullanılmaya başlamasından, bir gün birinin tcp/ip protokülünü geliştirip iyiden iyiye bugünkü işlevselliğini vermesinden, 1991de CERN’de (evet evet o CERN hani şu Hadron çarpıştırılan yer) World Wide Web’in icat edilip de ticari bir ürün olarak biz sıradan bireylere sunulmasından falan konuşmak istemiyorum.
Bugün benim bu kafamdaki sesleri sizin kafanızda yankılandıran ve bunu yapmak için basit bir abonelik sözleşmesi ve internet erişimi olan orta halli bir elektronik cihazdan fazlasına ihtiyaç bırakmayan o internet nedir? Dünyayı dört bucak birbirine bağlayan o kablolar ağı mı? Peki o ağı yalnızca somut bir nesne olarak görmek, söz gelimi dünyayı dört bucak saran elektrik kablolarıyla bir tutmak mümkün mü? Ağın üzerinde yer alanlar ona bir başkalık kazandırmıyor mu? Üzerinde derken yani tam olarak nerede kablolarda mı? Hiç kablolarda olur mu canım, o ne saçma soru? Şimdi böyle kocaman kocaman veri tarlaları var ya dünyanın her yanında, oralarda dev bilgisayarlar ve bütün interneti yedeklemeye yemin etmiş bir takım insanlar var gibi düşün, düşünebildin mi hah işte hemen hemen öyle bi şey. Birazı da evimizde, cebimizde, bilgisayarlarımızda, telefonumuzda. E birazı sende, birazı bende, aramızda kablolar, cebimizde veriler, veriler paket paket edilmiş, kablolardan vicuuv vicuuv akıyor her yerde her yere. Peki bunun hangi kısmı internet ki şimdi? Kablolar şirketlere mi ait? E biz de boş adam değiliz, verilerin bi kısmı bizim evde duruyormuş, az önce okudum; ben kendi ürettiğim kısım benim olsun isterim. Mülkiyetçi bir yanım vardır. Yoksa devletlere mi ait? Okulda devletin toprak ülkesi, yer altı zenginlikleri falan bir şeyler anlatmışlardı, tam anımsayamıyorum. İnsanlığın tamamına mı ait acaba? Hıı oldu canım, sanki kültür mirasından bahsediyoruz, abartmayalım o kadar da değil. Değil mi sahiden?
İnternet kitle iletişim tarihinde kendinden önceki dönemlerin ana iletişim araçları olan radyo, tv, gazete vb. kitle iletişim araçlarından tamamen ayrı bir yapıya sahip. Ayırıcı özelliklerinden en önemlileri de; kullanıcıları arasında karşılıklı etkileşime izin veren yapısı ve son kullanıcının yalnızca pasif olarak içeriği alan değil, aynı zamanda aktif olarak içeriği üreten de olması. İnternetin hiçbir zaman bir sahibi ve bir merkezi yöneticisi olmadı. O bugün neye dönüştüyse, kullanıcıların onu kullanma şekli sayesinde dönüştü. Yani biz insanlar, bu sonsuz veri alışverişi olanağını, insanlığın bilgi ve kültür birikiminin toplamını dijitalleştirmeye çalışma, bunu internete erişebilen herkes için ulaşılabilir kılma; e tabi kaçınılmaz olarak çoğunlukla da eğlence için kullandık. Geldiğimiz noktada ise hayatı internetsiz düşünmek mümkün olmadığı gibi interneti de kullanıcılarından bağımsız düşünmek mümkün değil.
Tekil örneklerden, bireysel deneyimlerden yola çıkıp genele dair bir temsiliyete erişmek çoğu zaman mümkün olmasa da internetle ilgili edeceğim sözleri kendi deneyimimden ayırmam mümkün değil. Bir millenial olarak internetin benim için asla yalnızca internet olmadığını bir çırpıda iddia edebilirim; ama kanıtlayamam. Deli olduğumu düşünmenize mahal verecek kadar duygusallaşmak istemem; ama elleri öpülesi rus hackerlar olmasa şu an ne en sevdiğim şarkı en sevdiğim şarkı olurdu, ne bugüne kadar izlediğim filmlerin onda birini izlemiş olurdum, ne okuduğum kitapların yarısını okumuş olurdum, ne de bu kadar insan tanımış olurdum. Bilgi, kültür ve eğlence alınıp satılabilen metalar olduğu sürece insanın içine doğduğu çeperi aşma imkanı, birey olarak zihnen özgürleşmesi, doğrudan sınıfının sınırlarıyla kısıtlı oluyor ne yazık ki. Oysa bugün internet, ona erişebilen her bireye, (ki bu ifade 2019 istatistikleriyle Avrupa ve Amerika nüfuslarının %89’u, toplam dünya nüfusunun ise %50si anlamına gelmekte) cüzi kabul edilebilecek bir maliyete karşılık o kadar uçsuz bucaksız bir merak etme imkanı sunuyor ki; bunun özelde bireyi genelde ise toplumu dönüştürmemesi imkansız.
E hal böyle olunca internet erişimi de bir hayli politik, bir hayli de hukuki bir mesele haline geliyor. Dünya COVID-19 pandemisiyle yanarken bana böyle internetle ilgili duygusal sözler ederek saçımı tarama fırsatı veren talihsiz serüvenler serisine de teşekkür etmek isterim. Bu yangın sırasında, 8 Nisan 2020 tarihinde COVID-19 pandemisi dolayısıyla işten çıkarmaların yasaklanmasını da içerecek olan bir torba yasa kanun teklifinin hazırlandığına ilişkin haberler medyada yer aldı. İlgili kanun tasarısını incelerken internetle ilgili çok renkli fikirlere de yer verildiğini görünce konuya dair birkaç söz söylemek istedim.
Teklifte 5651 sayılı Kanuna eklenmesi öngörülen EK Madde 4’ün her bir fıkrası hakkında uzun uzun görüş bildirmek mümkün; ama benim esas dikkat çekmek istediğim 2. fıkra. Fıkranın metni şöyle: “Birinci fıkrada düzenlenen temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcıya, Kurum tarafından bildirimde bulunulur. Bildirimden itibaren otuz gün içerisinde temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde, sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğinin yüzde elli oranında daraltılması için Kurum tarafından sulh ceza hâkimliğine başvurulabilir. Bu kararın uygulanmasından itibaren otuz gün içerisinde söz konusu temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde, sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğinin yüzde doksanbeş oranında daraltılması için Kurum tarafından sulh ceza hâkimliğine başvurulabilir. Hâkim tarafından verilen kararlar erişim sağlayıcılara bildirilmek üzere Kuruma gönderilir. Kararların gereği, bildirimden itibaren derhâl ve en geç dört saat içinde erişim sağlayıcıları tarafından yerine getirilir. Temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünün yerine getirilmesi halinde karar kendiliğinden hükümsüz kalır.” Bu fıkrada altı çizili olarak alıntıladığım bant genişliğinin daraltılması ifadesi (bandwith throttling) mevuzatımıza yeni bir yaptırım olarak giriş yapıyor. Oysa bu kavram mevzuatımızda ilk kez somut olarak yer alsa da aslında hepimizin ne olduğunu defalarca kez tecrübe etmiş olduğu bir şey. Hani en son İdlib Operasyonu sırasında iki gün boyunca sosyal medyaya erişemedik; ama VPN’leri aktive edince cayır cayır ulaşabildik ya, hah tam o! Evet evet Gezi’den beri her toplumsal olay sırasında internet kasıyor ya hani, hepimiz VPN’di Proxy’di tam da anlamadığımız aplikasyonların ustası olduk ya hah tam orası!
E tabi internetin otuz yıllık mazisi varsa interneti sansürlemenin de otuz yıllık mazisi var. Hiçbir teknolojik gelişmeden bizi mahrum bırakmak istemeyen saygıdeğer devlet büyüklerimiz, bizleri son model internet sansürü mekanizmalarıyla tanıştırarak, fedakârâne hizmete pandemi koşullarında dahi devam ediyorlar. Tekonolojiye ayak uydurmak çağın gereği elbette. Eski usül doğrudan sansür AYM ve AİHM kapılarında çok yıprandı, yeni yollar düşünmek, yeni sözler etmek lazım. Mesela ben bir siteyi sansürlesem; ama aslında sansürlememiş gibi de olsam. Şey gibi böyle su vanasını iyice bi kıssam, akan suyla hiçbir iş görülemese; ama soran olursa suyu da kesmemiş olsam. Yani hem sansürlemek hem de sansürlememek istiyorum. Bilmiyorum kendimi anlatabiliyor muyum, bazen hayat çok karmaşıklaşıveriyor.
İnternetin bir kablo ve veri yığını, ağlar ağı, daimi bir dijital veri akışı olduğunu başta söylemiştim. Bu akış bir anlamda yollardaki araç trafiğini andırdığı için ağ trafiği olarak da bahsediyoruz. İşte internetin anladığımız anlamda internet olarak kalabilmesi için o trafiğin tarafsız akması gerekir. Araç trafiğine benzeterek bir parça daha somut hale getirmeyi deneyelim. Söz gelimi; araç kullanan herkesin geçebileceği tek seçenekleri olan altı şeritli bir yolda, iki şerit yalnızca çok zenginlere ayrılıp kalan orta sınıf sürücülerin dört şeride düşen yolda, artan trafikte daha yavaş yol almak zorunda bırakılması nasıl bir haksızlık yaratırsa; internet trafiğinin rant ya da politik ne gerekçeyle olursa olsun dışarıdan müdahalelerle manipüle edilmesi de o şekilde bir haksızlık yaratır. İnternet trafiğinin herhangi bir dışsal müdahaleden bağımsız akmasının adı ise ağ tarafsızlığıdır(network neutrality). Ağın tarafsız kalması, hem internetin supranasyonel yapısının hem de kullanıcıların erişim özgürlüğünün bir gereğidir.
Ağ tarafsızlığı tartışmaları ABD’de ilkin bir rekabet hukuku konusu ve paralı önceliklendirme tartışması olarak görüldüyse de, tartışmalar Avrupa kıtasına ulaştığında internete erişimin başlı başına bir hak olup olmadığı, eğer öyleyse unsurlarının ne olduğuyla ilgili etraflıca bir insan hakları meselesine dönüşmüştü. Bugün gelinen noktada ise ister ABD’deki hakim anlayışla piyasayı ve rekabeti korumakta toplumun üstün menfaati olduğunu kabul eder, isterse Avrupa gibi çevrimdışı ortamda korunan her hakkın –örneğimiz özelinde ifade özgürlüğü- çevrimiçi ortamda da korunmasının devletlerin yükümlülüğü olduğunu kabul edersiniz; ama sonuçta ağ tarafsızlığına müdahale edilmesinin bireylerin haklarını ihlal ettiğini inkar edemezsiniz.
Bir sulh ceza hakiminin kararıyla, belli bir websitesine akan trafiğinin önce yüzde elli sonra doksan beş oranında daraltılması olarak taslak metinde yer alan ifade işte bu ağı “boğazlayarak” üzerinden geçen trafiği tıkamanın, yasal; ama hukuki olmayan dayanağı olacaktır. Bu uygulamanın sonuçları bakımından doğrudan sansürden hiçbir farkı olmayıp, dolaylı bir sansür uygulaması yine ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu düzenlemenin hayata geçmesi halinde Türkiye’den uluslararası sosyal ağlara erişimin fiilen tamamen engellenmesinin bir sulh ceza hakimi kararına bakacağını ve bu karara karşı başvurulacak hukuki çarelerde ise ortada bir sansür olmadığı savunmasının ortaya atılacağı şimdiden ortada. Bu düzenlemenin pandemi koşullarında bir torba yasa tasarısına eklenmiş olması da niyetin ne kadar sinsice olduğunu göstermekte. Bu nedenle o iş öyle olmaz demeyi bir görev bilip, sizlere dilimin döndüğünce bu konuyu anlatmak istedim. Umarım ağ tarafsızlığının korunmasının ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından asli bir unsur olduğu konusunda zihinlere ufak bir çentik atabilmişimdir. Zira bu konuda söylenecek daha çok söz var.