CoVID-19 olarak adlandırılan yeni tip Coronavirus’ün haftalar içerisinde tüm dünyaya yayılması ile, anılan hastalık Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi.
Türk Tabipleri Birliği’nin verilerine göre, 21.03.2020 tarihi itibariyle dünya genelinde toplam enfekte kişi sayısı 278.865. Bunlardan 11.525’i hayatını kaybederken, 91.112’si ise iyileşmiş durumda.
Ülkemizde ise, Sağlık Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen açıklama ile, ilk vakanın tespit edildiği 10.03.2020 tarihinden itibaren şu ana kadar toplam 670 kişinin enfekte olduğu, hastalardan 9’unun hayatını kaybettiği açıklandı.
Türkiye’de gerçekleştirilen ilk tespitten itibaren 12. günde sayının 670’e yükselmiş olması, -Avrupa’da hastalığın merkezi haline gelmiş olan İtalya’da aynı gündeki vaka sayısı da göz önünde bulundurulduğunda- tablonun ağırlığını ortaya koymaktadır.
Salgının, insan sağlığına yönelik olarak oluşturduğu tehdidin yanında, küresel bir ekonomik krize yol açma olasılığı nedeni ile tüm dünyada ekonomik fonlar ve destek paketleri oluşturulmuştur.
Bunların yanı sıra örneğin İspanya’da hükümet, tüm özel hastanelerin kamulaştırılması yönünde karar almıştır.
Ülkemizde ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan; salgını engellemek ve salgından etkilenen yurttaşların hayatını kolaylaştırmaktansa, hayatta kalanların ‘ekonomiye can vermelerini’ sağlayacağı ve büyük sermaye sahiplerine can simidi olurken krizin mali yükünü emeği ile geçinen yurttaşların sırtına yükleyeceği tartışmalarına yol açan ekonomik paket ile, salgına ilişkin çok sayıda ekonomik tedbir alındığı bildirilmiştir.
Ancak önemle vurgulamamız gerekir ki; şu ana dek alınan ve açıklanan tedbirler, üç ay gibi kısa bir süre içerisinde dünya genelinde on binden fazla insanın ölümüne sebep olan bir salgının önüne geçmek için yeterli değildir.
Herkese ‘evde kal’ çağrısı yapıldığı bir dönemde uçak biletlerindeki ya da gayrimenkul satışlarındaki vergi oranlarının indirilmesi gibi tehdidin ciddiyetinden uzak ‘tedbirler’ yeterli görülemez.
İçinde bulunduğumuz durum, ‘fırsata çevrilebilecek bir kriz’ değildir.
Anayasanın 17. Maddesi uyarınca, ‘Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.’ 56. Madde uyarınca ise, ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.’
1. Covid-19 salgını ‘sağlık sisteminin’; 2008 mortgage krizi itibariyle tüm dünyada çökmeye mahkum olduğu ortaya çıkan neo-liberal ekonomik politikaların konusu olamayacak kadar hayati olduğunu, küresel ekonomik pazar içerisinde alınıp satılan herhangi bir meta olarak görülemeyeceğini üç ay gibi kısa bir sürede tüm dünyaya göstermiştir.
Türkiye’de bulunan tüm özel hastaneler ve özel sağlık kuruluşları kamulaştırılmalı ve devlet kontrolüne geçirilmelidir.
2. 31.01.2020 tarihinde Çinli bir çocuğun Coronavirus şüphesi ile İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yatırılması hastanenin sistemine ait bir ekran görüntüsünün sosyal medyada paylaşılması üzerine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından ‘…kesin tanı olmadan kesin tanı olarak işaretlenmiş ve bu şekilde sosyal medyaya servis edildiğini müşahede etmekteyiz. Bu kişiler tespit edilmiştir. Bu kişiler hakkında gerekli soruşturmayı açacağız.’ açıklaması gerçekleştirilmiş, anılan hastanın teşhis ve tedavisi için çalışan hekimler hakkında soruşturma başlatılmıştır.
17.03.2020 tarihinde Uz. Dr. Güle Çınar tarafından yapılan konuşmanın sosyal medyada paylaşılması üzerine hastane yönetimi tarafından ‘konuyla ilgili inceleme başlatılmış’, Uz. Dr. Güle Çınar’a özür dilettirilmiş ve kendisi tarafından Başhekimliğe hitaben yazılan bir iç yazışma, üniversitenin Twitter hesabından paylaşılmıştır.
Sağlık çalışanları hakkında başlatılan dayanaksız soruşturmalar derhal kaldırılmalı, hekimler ve diğer sağlık çalışanları üzerindeki baskı azaltılmalıdır.
3. Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılan açıklamada, sağlık kuruluşlarında koruyucu ekipman temininde sorunlar yaşandığı, hastanelerde sağlık personelini koruyacak sayıda yeterli ekipman bulunmadığı belirtilmektedir.
Türkiye’yi salgından koruyacak olan, oteller ve havayolu şirketleri değildir. Coronavirus salgını nedeni ile kullanılması zorunlu olan temel sağlık ekipmanları tüm hastanelere eksiksiz şekilde ulaştırılmalı, oluşturulan fonların kullanımında bu ekipmanların sağlanmasına öncelik verilmelidir.
4. Yaşanan salgın, Türkiye’de bulunan herkesin sağlığını doğrudan tehdit etmektedir. Covid-19 salgını, merkezi idare tarafından ‘yönetilmesi gereken bir kriz’ olarak görülmemeli,
Sürecin tamamı, Türk Tabipleri Birliği ve bağlı meslek Odaları ile birlikte yönetilmelidir.
5. Türk Tabipleri Birliği’nin raporuna göre, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkarılan KHK’ler ile, 3.315 hekim meslekten ihraç edilmiştir.
OHAL Komisyonu ve İdare Mahkemeleri önünde görülen incelemeler / yargılamalar ile Anayasa Mahkemesi önünde görülen bireysel başvurularda, meslekten ihraç edilen hekimlerin dosyaları öncelikle ve ivedilikle görüşülmeli, hukuka aykırı şekilde ihraç edildiği ortaya çıkan hekimlerin mümkün olan en kısa sürede mesleğe geri dönmeleri sağlanmalıdır.
6. Bilim insanlarının ortak görüşü; gerçekleştirilen test sayısının fazla olduğu ülkelerde, virüsün yayılımının ve ölüm oranlarının düşeceği yönündedir. Türkiye’de ise, herhangi bir semptom sonucu hastaneye başvurmayan hiçbir yurttaş teste tabi tutulmamaktadır.
Testler yaygınlaştırılmalı, başta sağlık personeli olmak üzere tüm yurttaşların enfekte olup olmadığı tespit edilmeli ve virüsün yayılmasının önüne geçilmeli, enfekte olan kişi sayısına ilişkin bilgiler şeffaf bir şekilde kamu ile paylaşılmalıdır.
SosyalHukuk