Dünya tarihinde COVİD-19 Pandemisi olarak yerini almış; hepimiz için zor, endişe verici ve üzücü günler yaşıyoruz. Bu salgın hastalıkla ilgili her gün yeni bilgiler ediniyor, bireysel ve toplumsal olarak alınabilecek tüm önlemleri almaya çalışıyoruz. Elimizdeki en önemli veri ise; bireyler olarak alacağımız tekil önlemlerin bizleri bu hastalıktan korumayacağı, toplumsağlığını tehdit eden bu tehlikeyi; ancak toplumsal dayanışmayla aşabileceğimizdir. Hastalığın yayılımını yavaşlatarak mümkün olduğunca az sayıda insanın enfekte olmasını sağlamak için fiziksel izolasyon büyük önem taşırken sosyal dayanışma ise tek çıkar yolumuzdur.
İçinde bulunduğumuz koşullarda mahpusların sağlık hakkı gündemde tutulmalıdır. Bu konuda AİHS üçüncü maddesi ve AİHM’in bu kapsamdaki içtihadından kaynaklı yükümlülüklerin yanısıra; özellikle bu konuya odaklanan 1955 tarihli “BM Mahpuslara Uygulanacak Asgari Standartlar”, 1982 tarihli “BM Tıbbi Etik İlkeler”, 1988 tarihli “BM Herhangi Biçimde Alıkonulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması için İlkeler Manzumesi”, 1990 tarihli “Mahpusların Islahı için Temel İlkeler” ve 1990 tarihli “Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları” belgeleriyle de asgari standartlar ortaya konmuştur.
Cezaevleri, olağan dönemlerde bile; izole yapıları, kapasitelerinin çok üzerinde seyredendoluluk oranları, mahpusların temiz hava, temel hijyen malzemeleri, kişisel bakım, kişisel alan, besin ve tıbbi bakıma ulaşımlarının sınırlı ve çoğu zaman yetersiz olması dolayısıyla; ruhsal ve bulaşıcı hastalıklar başta olmak üzere çeşitli hastalıkların oluşumunun ve yayılmasının kolaylaştığı yerlerdir.
İHD’nin 2019 raporunda yer alan verilere göre cezaevlerinde 300 000 hükümlü ve tutuklu bulunmakta, 150 000 personel görev yapmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin önemli bir kısmı yoksullar, çocuklar, engelliler, sığınmacı ve mülteciler, göçmenler, eşcinseller, işkence görenler ile açlık grevi yapanlar gibi hastalığa açık kişiler olup, COVİD-19 pandemisi ile cezaevlerindeki uygunsuz koşulların birleşmesi halinde, bu kişilerinyaşam haklarının ihlali sonucunu doğurabilecek düzeyde zarar görmeleri tehlikesi doğacaktır.
Bu tehlikeye karşın Adalet Bakanlığı’nın aldığı ilk önlemler 13 Mart tarihinde duyurulmuştur. İlgili kararla iki hafta süreyle açık ve kapalı tüm görüşler durdurulmuş, tutuklu ve hükümlülerin avukatlar ile dahi yalnızca acil hallerde görüşmelerine izin verileceği ifade edilmiştir. Kanaatimizce alınan bu önlemler tehlikeyi savuşturmaktan uzaktır.
Önceliklle belirtmek gerekir ki sağlık ruhen ve bedenen bütünlüklü bir iyilik hali anlamına gelmektedir. Tüm dünyada böylesi bir korku hali hakimken, cezaevinde bulunmak dolayısıyla zaten ruh sağlığı tehdit altında olan bireylerin iki hafta süreyle tam bir yalnızlığa itilmesi ruh sağlığını hiçe saymaktadır. Beden sağlığı bakımından ise, tutuklu ve hükümlülerin olağan dönemde dahi sağlık hizmetine eşit şartlarda ulaşmaları mümkün değilken; hasta sayısının hızla artabileceği ve bu hastaların önemli bir kısmının hastanelere naklinin gerekebileceği şu günlerde cezaevlerinde tutularak sağlık haklarının korunmasının mümkün olmadığı kanaatindeyiz.
İnsan onurunun korunması ve toplumsal dayanışma için mahpuslar bakımından COVİD-19 pandemisinin başlı başına bir ceza haline gelmesinin önüne geçilmelidir. Bu nedenle 300 000 mahpus ve 150 000 cezaevi çalışanının ve onların yakınlarının gereksiz acı ve mağduriyetlerine sebep olunmadan; bir an önce; başta açlık grevindekiler ile politik gerekçelerle cezaevlerinde tutulanlar olmak üzere; astım, böbrek ve şeker hastalıkları gibi kronik hastalıkları olanlar; kırk yaş üzerindekiler, hamileler ve çocuklara öncelik verilerek; tutuk halinin bir son çare olarak kabulu ve gerekli hallerde adli kontrol mekanizmalarının etkin kullanımı ile mevcut tutuklu ve hükümlülerin tahliyesi bu bireyler bakımından hayati olmakla beraber toplum sağlığı bakımından da elzemdir.
SosyalHukuk