Cinsel özgürlük; kişinin kendi üzerindeki cinsel nitelikli konulardaki tasarruf hakkıdır. Bu açıdan cinsel özgürlük; Anayasa md.17’de “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” şeklinde tanımlanan “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” hakkının uzantılardan biridir. Bu özgürlük, kişinin kanuni sınırlar içerisinde herhangi bir cinsel nitelikteki eylemi özgürce sürdürebilme hakkı kadar, herhangi bir cinsel nitelikteki eylemi sebep göstermeden reddetme hakkını da kapsamaktadır.
Sebep göstermeden reddetme hakkı demişken; TCK md.102’de düzenlenen cinsel saldırının eşler arasında gerçekleşmesi halinde suçun şikâyete bağlı olduğunu, yani yargının re’sen harekete geçmediğini biliyor muydunuz? Zira kanun koyucuya göre eşler arasında “sadakat yükümlülüğü kadar, birbirlerini cinsel olarak tatmin etme yükümlülüğü de” vardır. Anlaşılan odur ki, kişinin uğradığı cinsel saldırının hukuk nezdinde ne kadar büyük bir ihlal olduğunun kıstası, kişiye yüklenen tatmin etme yükümlülüğüdür.
Cinsel özgürlük, “genel ahlak” karşısında direniyor
Konuya geri dönelim. Cinsel özgürlüğün köklü bir geçmişi olduğunu söylemek maalesef pek mümkün değildir. Evlilik ilişkisi haricinde gerçekleştirilen her türlü cinsel eylem, oldukça yakın bir zamana kadar “günah” olarak nitelendirilmiştir. Cinsel özgürlüğün, din boyunduruğundan kurtulmuş olsa da, “genel ahlak” kavramı karşısında halen direnmek zorunda kalmasının temel sebebi olarak ataerkil toplum yapısı gösterilir. Bu mite göre kadın kendini, kendinden de önemlisi, namusunu koruyacak kadar güçlü değildir. Haliyle erkek, kadın üzerinde tek egemen kuvvettir. Cinsel saldırı da, güçlünün güçsüz üzerinde kullandığı egemenliğin tezahürüdür.
Roma İmparatorluğu’nda bir kadının fahişe kıyafeti giymesi durumunda tacizin daha az cezaya tabi olması, eski Türk Ceza Kanunu’nun 1990 yılına kadar geçerli olan “Fuhuşu meslek edinmiş kadına yapılacak tecavüzün cezası 2/3 oranında indirilir” hükmünün günümüze kadar ulaşmış temsilcidir. Zaten 2004 yılında yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda cinsel saldırı suçları “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhine Cürümler” başlığında düzenlenmekteydi. Haliyle, verilecek cezalar da mağdurun bakire, evli, dul yahut fahişe olmasına göre değişiyordu. 2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “Kız mıdır kadın mıdır bilemem” sözü, sadece 7 sene öncesinde yüce Türk mahkemelerinin dikkatle ilgilendiği, saldırıya uğrayan kadının değil – babasının yahut kocasının mağduriyetinin ağırlığını hesaplama kıstasıydı.
Ataerkil sistemde erkeğin düşüncesi “norm”dur
Cinsel saldırı davalarının en tehlikeli tarafı, toplumun birlikte yaşama arzusunu temsil eden yargının fail ile empati kurmasıdır. Ataerkil sistemde erkeğin düşüncesi “norm” olarak kabul edilir ve masumiyetini kanıtlamak isteyen mağdur, ataerkil normda kendisine belirlenen sınırın dışına çıkmadığını ispatla mükelleftir. Fail ise, toplum tarafından “aslında neden böyle bir eylemi yapmayacağı” konusunda argümanlar ile çevrilir. Aile babasıdır, iyi eğitimlidir, namazında niyazındadır, böyle bir durum olsa ilk o karşı çıkacaktır. Mağduru çevreleyen normların ötesinde kalan her alan failin lehine değerlendirilir; açık giyinmiştir, alkol almıştır, gülümsemiştir.
Toplum, sınırları dışına kendi isteği ile çıkmış mağdurdan nefret eder, bu “hayasızca hareketler” karşısında aciz durumda kalan faille empati kurar. Hatta bazı görüşlere göre, sınırlarının dışına çıkmış kadına “haddini bildirmek”, erkeğin norma karşı görevidir.
Sınırların yıkılması, toplum dinamiklerinin tekrar düzenlenmesini gerektirir ve bu hiçbir egemenin hoşuna gitmez. Bu yüzdendir ki, kadının erkek egemenliğinden kurtulma sürecinde ataerkil zihniyet, gelişmekte ve genişlemekte olan haklara karşı direnmektedir. En bilinen örnek, modern hukuk sistemlerinde kabul edilen; kadının giydiği kıyafetinin, bulunduğu yerin, bulunduğu saatin, tükettiği alkolün hiçbir şekilde cinsel saldırının aslında “rıza gösterilmiş bir cinsel ilişki olduğu” anlamına gelmemesi, bu sebeple fail için herhangi bir indirim uygulanmamasıdır. Modern hukuk sistemleri ile pek de münasebeti olmayan Denizli 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ise, kendisine emanet edilen akrabasının kızı 16 yaşındaki H.İ.’ye tecavüz ettiği iddia edilen Ahmet Ç.’ye 1 yıl 4 ay hapis cezası verilmiştir. H.İ.’nin kendisi ile bira içmesi de cezasında indirim sebebi olarak değerlendirilmiştir.
Normu korumak için kurulan dayanışma, sürecin yargılama aşamasına kadar gelmesini beklemez, olay mahalli yahut karakolda başlar. Daha çok yeni bir örnek; cinsel saldırıya uğrayan seks işçisi Kemal Ördek davasında polise “Bize bir şey olmaz değil mi polis abi, sonuçta ailemiz var bizim, bu ibne için bizi harcamayın, biz birbirimizi anlıyoruz sizinle, değil mi abicim?” diyen şüphelilere polis abileri de “Şu Lut kavimi de bir türlü bitmedi” diyerek destek olmuştur. Tabii destek salt polis abilerden gelmez. “Bakkalda kezzap 1 lira, atar alırım güzelliğini” diyerek mağduru tehdit eden sanığın sözleri hatırlatılınca sinirlenmesi üzerine, hâkimin kendisine “Aslanım, tamam sakin” demesi bir “hakim amca” korumasıdır mesela.
Örnekler bize göstermektedir ki farklı davaların ortak bir yönü vardır; failin de esasen bir “kader mahkumu” olduğunu gösterecek bir detay muhakkak bulunur.
İyi hal indirimi olarak bilinen Takdiri İndirim Sebepleri, TCK md. 62’de düzenlenmiştir. Bu takdir, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar gözetilerek kullanılır. Misal; 16 yaşındaki mağduru kaçırarak demir sopa ile dövdüğü ve cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan failin cezasında önce iyi hal indirimine gidilmiş, akabinde de ceza “bir daha suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek” ertelenmiştir. 14 yaşındaki kız öğrencilerine uyuşturucu içirdiği ve porno film izletip cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan fail de, “saygın tutum” indirimi almaya hak kazanmıştır. Aynı “saygın tutum” indirimi, 14 yaşındaki mağdurun başına taşla vurup, bayıltarak tecavüz edip, hamile kalmasına yol açan fail için de münasip bulunmuştur. Boşanmak isteyen eşini 3 kurşunla yaralayan fail için hâkim ilk duruşmada, mahkemeye bile gelmeyen sanığa iyi hal indirimi yapıp, suç işlemeyeceği kanaatiyle cezasını ertelemiştir.
Haksız “haksız tahrik” yorumu
TCK md 29’da “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye” verileceği belirtilen haksız tahrik indiriminin örnekleri de mahkemelerimiz sağ olsun, oldukça renklidir. Cinsel ilişkiye girmek istemeyen eşini boğarak öldüren faile söylenen “sen artık erkek değilsin” sözü, eşini bıçakla öldüren failin karısının başka bir erkekle telefon konuşması yapmış olması, mazbut giyinme sözü veren eşin tayt giydiğinin görülmesi, eşin çantasından doğum kontrol hapı çıkması, sosyal medyada eşinin kendi (evlenmeden önceki) soyadını kullanması tahrik kabul edilerek müebbet hapis cezalarında indirime gidilmiştir.
Pratiklerin “normu” korumak için güç aldıkları teorilere geri dönelim. İncelemeye değer başka bir mit ise; kadının aslında cinsel saldırıya zımni de olsa onay verdiğidir. Ataerkil görüşe göre kadın, erkeğin göstereceği güce rızasıyla boyun eğmiştir. Boyun eğmediğinin ispatlanabilmesi için, tepkinin en şiddetli haliyle gösterilmesi gerekir. Bu görüş içerisinde mağdurun, daha fazla zarar almaktan çekinerek pasif bir tutum sergilemesi kabul edilemez. Zira bu, halihazırda kadında beklenen davranış ile aynıdır. Kadının tepkisini göstermesi için bağırması, gerekirse vücut bütünlüğünü ve hatta hayatını tehlikeye atması gerekir. Tam da bu sebeple, hukuk sistemi mağdurdan adeta “şanlı bir direniş” yahut “mahvolmuş bir hal” bekler. Cinsel saldırı mağdurları, saldırı sonrasında ruh sağlığının bozulduğuna hekimleri ve hakimleri ikna etmek durumundadır. Revictimization-mağduriyetin tekrarlanması tartışması içinse, herhalde bir ömür kadar daha beklememiz gerekecek.
Size de, korunan hukuki değer ataerkillikmiş gibi geldiği oluyor mu hiç?