Hukukun doğrudan kural koyarak ya da yasaklayarak zor yoluyla değiştiremediği, özellikle değer ve ahlaka ilişkin davranış ve tutumlar, dolaylı olarak, eğitim sitemine ilişkin hukuki düzenlemeler konularak sağlanır. Şüphesiz eğitim, değişim yaratmada güç kullanımına göre çok daha başarılı bir işleve sahiptir.
Türkiye’de siyasi iktidarların hükümet etme becerilerini ortaya koydukları en önemli alanlardan biri şüphesiz ki eğitim sistemidir. Göreve gelen her hükümet, eğitim sisteminin sorunlarını çözme iddiasıyla yeni düzenlemeler yapmakta, bilimsel ve pedagojik açıdan hangi gerekçelere dayandığı bilinmeyen reçetelerle yeni sınav sistemleri, yeni okullar, yeni “projeler” üretmekte; herhangi bir ön çalışmaya gerek duymaksızın ülke çapında doğrudan uygulamaya konulan bu düzenlemeler ise kısa süre sonra yerlerini yenilerine bırakmaktadır. İlk bakışta eğitim sisteminin içinden çıkılması zor sorunları karşısında atılan beceriksiz adımlar olarak değerlendirilebilecek bu düzenlemeler, 20 yıl gibi uzun bir vadeye yayıldıkları düşünüldüğünde ülkeyi önemli bir gelecek endişesiyle karşı karşıya getirecek nitelikte olmalarının yanında birbirinden bağımsız hamleler olmaktan çok bir eğitim politikası olarak görülebilecek değişimlerdir.
PİSA’da çakıldık ama neden?
Geçtiğimiz günlerde sonuçları açıklanan PİSA testinde, Türkiye’nin 72 ülke arasında 50’nci sırada yer almasıyla birlikte alevlenen eğitim sistemi tartışması sırasında siyasilerin yaptığı açıklamalar bu tespitin gerçekliğini açıkça ortaya sermiştir. PİSA olarak bilinen Uluslararası Eğitim Değerlendirme testi her ne kadar eğitimciler tarafından, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri görmezden gelmesi, sadece istihdam hedefine yönelik olması ve yarışmacı eğitim anlayışı nedeniyle eleştirilse de, Türkiye’nin PİSA sınavındaki akıl almaz başarısızlığı bu eleştirilerden bağımsız değerlendirilmiş ve ülkede her iki öğrenciden birinin okuduğunu anlamada başarısız olduğu şeklinde yorumlanmıştır1. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ise, yükselen toplumsal eleştirilere karşılık olarak Türkiye’nin ortalamasını teknik liselerde okuyan öğrencilerin düşürdüğünü, fen liselerindeki öğrencilerinin başarısının Türkiye’nin başarısı için asıl ölçüt olduğunu söyleyerek önümüzdeki dönemde okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınacağını, ikili öğretimin kaldırılacağını, mesleki ve teknik eğitime önem verilerek PİSA testindeki başarı oranının hızla yükseltileceğini belirtmişti. Oysa henüz dört yıl önce zorunlu eğitime ilişkin yapılan kapsamlı değişikliklerle, eğitimcilerin ısrarına ve deneme projelerindeki başarıya rağmen okul öncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamına alınmamış ve mesleki eğitimin geliştirilmesi gerekçesiyle ülke bütün zorunlu eğitim sistemi baştan aşağıya yeniden inşa edilmişti.
Çözümü bulduk ama uygulamayacağız
Gelişmiş ülkelerde üretim süreçlerinin emek yoğun tarzdan bilgi yoğun tarza geçmeye başladığı düşünüldüğünde ülkedeki bütün vatandaşları şekillendiren zorunlu eğitim sisteminin meslek eğitimine dayalı olarak yapılandırılması oldukça sorunlu bir eğitim politikasına işaret etmektedir. Aslında bu sorunlu politika meslek lisesi öğrencilerini PİSA testindeki başarısızlığın sorumlusu olarak gören Bakan Yılmaz tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Bu belirlemelere rağmen açıklamanın devamından eğitim politikası bakımından mesleki ve teknik eğitimi merkeze koyan yaklaşımdan vazgeçilmeyeceği, bu politika yerine örneğin, Türkiye eğitim sisteminin başarı timsali olarak sunulan fen liselerinin ya da bu liselerde benimsenen eğitim şeklinin yaygınlaştırılması yoluna gidilmeyeceği anlaşılmaktadır. Oysa bilindiği gibi son dört yıldır eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması için imam hatip liselerinin yaygınlaştırılması bir yöntem olarak seçilmiş, fen liselerinde ise, bu okullarda yakalanan başarıya rağmen benzer bir uygulamaya gitmek akıllardan dahi geçirilmediği gibi kimi fen liseleri çeşitli köklü liselerle birlikte proje okul kapsamına alınarak eğitim kadrolarından yoksun bırakılmışlardır. Kamuoyunda süren tartışmaların dindirilmesi için söylem düzeyinde bile olsa mevcut fen liselerinin eğitim sisteminin odağına konmaması eğitim alanında yapılan düzenlemelerin istikrarlı bir eğitim politikasına karşılık geldiğini açıkça göstermektedir.
Eğitim biliminin temel ilkelerine aykırı bir düzenleme
Söz konusu eğitim politikasının en açıkça ortaya konduğu düzenleme ise kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen 12 yıllık zorunlu eğitim düzenlemesidir. Bu düzenleme, uygulamaya konduğu 2012-2013 eğitim-öğretim yılında yaklaşık 15 milyon öğrenciyi doğrudan ilgilendirmesine ve eğitim biliminin temel ilkelerine ve çağın gereklerine aykırı olduğu bilim insanlarınca defalarca dile getirilmesine rağmen siyasiler tarafından “demokrasi tarihinin kara lekesi 28 Şubat’ın tarihin tozlu raflarına gönderilmesi” olarak sunularak konuya ilişkin politik tartışma genel ideolojik kabullerin tekrarıyla sınırlandırılmıştı. Düzenlemenin basit bir politik refleks olarak değerlendirilmemesi ve öneminin kavranması için gözden kaçırılmaması gereken modern toplumdaki gelişimi itibarıyla eğitim sisteminin -özellikle de zorunlu eğitimin- belirli eğitim politikaları doğrultusunda ideolojik bir aygıt olarak kullanılma potansiyeline sahip oluşudur.
Hem dindar hem kullanışlı nesil
Modernleşmekte olan ülkelerde ulusun oluşumu, vatandaş kimliğinin belirlenmesi ve işgücünün yetiştirilmesi konusunda eğitim sisteminden özellikle faydalanılmaktadır. Hukukun doğrudan kural koyarak ya da yasaklayarak zor yoluyla değiştiremediği, özellikle değer ve ahlaka ilişkin davranış ve tutumlar, dolaylı olarak, eğitim sitemine ilişkin hukuki düzenlemeler konularak sağlanır. Şüphesiz eğitim, değişim yaratmada güç kullanımına göre çok daha başarılı bir işleve sahiptir. Türkiye’de de zorunlu eğitim düzenlemeleri benzer bir yaklaşımın ürünü olmuş, önceleri ortak bir dil ve kimlik yaratmanın, sekülerleşmenin ve modernleşmenin bir aracı olarak kullanılmış, daha sonra ise muhafazakâr politikalar etrafında şekillendirilmeye başlanmıştır. Politik İslam’a paralel olarak gelişen eğitimdeki muhafazakarlaşma, günümüzde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir noktaya varmıştır.
Eğitimdeki muhafazakâr politikalar, hukuki düzenlemeler yoluyla örülen zorunlu eğitim sisteminin içeriğini belirleyerek vatandaşın kabiliyet, algı ve beklentilerinin makbul hale getirilmesini sağlamıştır. Eğitimi çağdaş ve bilimsel çalışmalardan azade şekilde, bir haktan çok bir ödev olarak gören bu yaklaşım, “dindar nesil” yetiştirme çabası içinde endoktrinasyona dönüşmüş, emek yoğun sektörlerde çalışacak genç ve ucuz işgücü üretme kapasitesi sayesinde ise ulusal ve uluslararası sermayenin desteğini kazanmıştır. 12 yıllık zorunlu eğitim düzenlemesinden başlayarak eğitim sistemi meslek eğitimi veren okulları merkeze alarak düzenlenmiş, 12 yaşın ardından çocukların örgün eğitimin dışına çıkmasına izin verilerek çocuk işçilik ve çocuk yaşta evliliklerin önü açılmış, zorunlu eğitim sistemi içinde imam hatiplerin, zorunlu ve seçmeli din derslerinin sayısı artırılarak eğitimin içeriği dinselleştirilmiştir. Yeni zorunlu eğitim sistemine niteliğini veren tüm bu ve benzeri değişimler bir arada değerlendirildiğinde ortaya çıkan eğitimi sistem olmaktan çıkaran tutarsız değişiklikler değil, muhafazakâr ve liberal bir eğitim politikasıdır. Bu çerçevede eğitimin hedefi özellikle zorunlu eğitim sistemi ile bir yandan geleneksel top
lumun muhafazakâr değerleriyle uyumlu, diğer yandan kapitalist üretimin sürmesini sağlayacak sınırlı bilgiye sahip itaatkâr vatandaşlar yetiştirmektir.
Peki ne yapmalı?
Can güvenliğinin dahi olmadığı bir ülkede sadece hayatta kalabilmeyi sağlayacak ücreti alabilmek için, birbiri ardına yapılan yollar ve köprülere rağmen saatlerini trafikte geçirip işe giden, akşam aynı çileyi yaşayarak eve döndüğünde ayıplayarak izlediği ama bir türlü vazgeçemediği dizilerden arta kalan vakitte dün söylediğini bugün yalanlayan ama bu sırada muhafazakar değer ve kavramlara gönderme yapmayı asla unutmayan siyasilere alkış tutan vatandaş sanıldığının aksine kolay yetişmemektedir. Yeni Türkiye’nin makbul vatandaşı kendisi gibi karmaşık ve akıl almaz bir eğitim sisteminin ürünüdür. Bilgi teknolojisinin hızla geliştiği çağımızda insanı insan yapan kavramsal çerçeveden, merak ve hayal gücünden koparmak, yaşamını ve devletle olan ilişkilerini hak ve özgürlükleri yerine hamasi değerler üzerinden şekillendirmesini sağlamak ancak ince ince örülmüş uzun erimli bir çaba ile mümkün olmuştur. Yıllara yayılan değişimi ve uzun vadedeki etkileri düşünüldüğünde mevcut eğitim sistemine ilişkin toplumsal mücadelenin başarılı olması için de benzer bir ısrar ve çabanın zorunlu olduğu açıktır.
* PİSA eleştirisi için bkz. http://www.egitimpedia. com/pisa-elestirisi/; Uzmanların gözüyle PISA sonuçları ve hükümetin tepkisi için bkz. http://www.bbc.com/ turkce/haberler-turkiye-38291859.